Prof. Dr. Erol Taymaz: Kâr özelleştiriliyor, zarar kamusallaştırılıyor
ODTÜ Öğretim Üyesi Prof. Dr. Erol Taymaz, "Kamunun sağlık ve eğitim hizmetlerinden giderek çekilmesinin nedeni de bu sektörlerin kârlı hale gelmesiydi" dedi.
Fotoğraf: DHA, Kolaj: Evrensel
Nazlıcan TAŞ
Ankara
Ortadoğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Erol Taymaz ile Türkiye'de özelleştirme politikalarına dair konuştuk. Türkiye'de 1986'da başlayan özelleştirmelerin son 20 yılda ciddi oranda arttığını anlatan Taymaz, "Artık elde özelleştirecek kamu kurumu yıllara oranla azaldı. Türkiye'de özelleştirmede en verimli kamu kuruluşlarından başladılar, yani özelleştirildiğinde en kârlı olacak kuruluşlardan başlandı. Kamunun sağlık ve eğitim hizmetlerinden giderek çekilmesinin nedeni de bu sektörlerin kârlı hale gelmesiydi." diye konuştu.
Türkiye'deki özelleştirme politikalarını nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu politikaların temel ekonomik gerekçeleri ne kadar rasyonel?
Türkiye'de özelleştirme politikaları 1980'den sonra gündeme geldi fakat bu dönem ciddi bir özelleştirme gerçekleşmedi. Özelleştirme uygulamaları 1990'larda başladı fakat bu dönemde bazı kamu iktisadi teşekkülleri (KİT) yeni yatırımlar yapmaya devam ediyordu. Özelleştirmenin en yoğun olarak uygulandığı dönem 2004-2018 yıllarıdır. Kamunun elindeki iktisadi varlıklar azaldığı için son yıllarda özelleştirme uygulamalarında da bir düşüş görüyoruz. Aşağıdaki şekilde 1986'dan günümüze özelleştirme gelirleri yer alıyor. Bu dönemde toplam özelleştirme gelirleri (Dolar bazındaki enflasyonu göz önüne almazsak) 71.5 milyar doları buluyor. ABD'deki enflasyon oranını kullanarak bir hesap yaparsak bu değer günümüz fiyatlarıyla 103.5 milyar dolar tutuyor. Bunun 87.7 milyar doları 2004 sonrasında yapılan özelleştirme. Görüldüğü gibi Türkiye'de son 20 yıldır çok ciddi bir özelleştirme gerçekleşmiş. Özelleştirmenin birinci nedeni ideolojik. 1980'larda tüm dünyada baskın hale gelen neoliberal ideoloji, devletin tüm iktisadi faaliyetlerden çekilmesi gerektiğini ve düzenleyici bir kurum olmasını, sadece savunma gibi bazı kamusal hizmetleri sunması gerektiğini savunuyordu. Bu ideoloji sonucu dünyanın pek çok ülkesinde devlet iktisadi faaliyetlerden kısmen çekildi, fakat daha önemlisi eğitim ve sağlık gibi kamusal niteliği olan hizmetleri de artan oranda özel sektöre bıraktı. Hatta iç güvenlik (özel güvenlik hizmetleri) ve dış güvenlik (özel ordular) alanlarında da özel sektörün giderek önem kazandığını görüyoruz. Bu ideolojik tutum, çeşitli nedenlerle devletin verimli ve yenilikçi olamayacağı, özel sektörün kaynak tahsisini en etkin bir şekilde yapabileceği gibi iktisadi gerekçelerle de desteklendi ve günümüzde bir dogma haline geldi.
Özelleştirme, sıklıkla kamu yararı ve ekonomik verimlilik adına savunuluyor. Ancak işçiler ve toplumsal etkiler göz önüne alındığında bu argüman ne kadar geçerli? Özelleştirmelere karşı neler yapabiliriz?
Sizin de belirttiğiniz gibi özelleştirme sık sık ekonomik verimlilik gerekçesi ile savunuluyor. Buradaki temel iddia, kamu kuruluşlarının piyasa baskısı altında kalmadığı ve kâr motivasyonu olmadığı için verimli çalışmadığı, siyasi baskılarla da personel sayısını şişirdiği yönünde. 2019'da TMMOB'nin düzenlediği "Kamucu Politikalar Sempozyumu"nda sunduğum "KİT Sisteminin İktisadi Değerlendirmesi" çalışmamda firma düzeyinde veri kullanarak ekonometrik yöntemlerle 1982-2001 döneminde KİT'lerin ve özel sektörün verimliliğini karşılaştırdım. Bu çalışmada görüldüğü gibi özelleştirme uygulamaları başladığında kamu ve özel kesim arasında belirli bir verimlilik farklılığı yoktu, bazı sektörlerde kamu kuruluşları, bazı sektörlerde de özel sektör daha verimliydi. İşçiler açısından bakıldığında, kamu kuruluşlarında işçilerin ücretlerinin ve sosyal haklarının genelde daha iyi olduğunu söyleyebiliriz. Bu nedenle bir kamu kuruluşu özelleştirildiğinde, işçilerin önemli bir kısmının işten çıkarılması ve sosyal haklarının kısıtlanması söz konusu oluyor. Toplam çalışan sayısı azalmasa bile firma mevcut işçileri çıkarıp yeni, düşük ücretli işçi almayı tercih edebiliyor. Bazı durumlarda çalışan sayısı da azaltılıyor, bunun bir gerekçesi, kamunun fazla işçi çalıştırması, fakat çoğu kez işçiler daha yoğun ve uzun sürelerle çalıştırıldığı için işçi sayısının azaltılması isteniyor. Bu nedenlerle özelleştirilen iş yerlerinde çalışanların koşulları genelde daha olumsuz oluyor ve dolayısıyla işçiler özelleştirmeye karşı çıkıyor. İşçilerin bu durumda yapabileceği sendikal ve siyasal mücadele ile haklarını savunmaları ve devleti kamucu politikalar uygulamaya zorlamaları. Burada bir noktaya daha değinmemiz gerekiyor. Özelleştirme aslında öncelikle verimli kamu kuruluşları için gündeme geliyor. Özelleştirmenin yaygın olarak yaşandığı hemen hemen tüm sektörlerde özelleştirme en verimli kuruluşlardan, yani özelleştirildiğinde en kârlı olacak kuruluşlardan başladı. Kamunun sağlık ve eğitim hizmetlerinden giderek çekilmesinin nedeni de bu sektörlerin kârlı hale gelmesi. Buna karşın bazı özel sektör kuruluşları (yönetim sorunlarından dolayı) zarar ettiğinde ya kamu destekleri ile ayakta tutuluyor, ya da kamulaştırılıyor. Yani sonuçta kâr özelleştiriliyor, zarar kamusallaştırılıyor. Sonuçta kapitalizmin mantığı kârı maksimize etmek değil mi?
Enerji üretimi gibi stratejik sektörlerin özelleştirilmesi ekonominin geleceği için ne tür riskler taşıyor? Bu sektörlerdeki özelleştirmelerin dışa bağımlılıktaki etkileri hakkında neler söyleyebiliriz?
"Stratejik sektör" kavramını dikkatli kullanmak gerekiyor, çünkü hemen her sektör kendisinin "stratejik" olduğunu söyler. Örneğin gıda sektörü stratejik değil mi? Veya sağlık, eğitim... Bazı sektörlerde veya özelleştirme uygulamalarında yabancı firmaların baskın olduğunu görüyoruz. Yabancı firmalar tanım gereği çok uluslu firmalar, bu nedenle buradaki firmanın kararları yurt dışında, ana firmanın tercihlerine ve çıkarlarına uygun şekilde alınıyor. Örneğin ana firma ARGE gibi katma değeri yüksek faaliyetleri bir ülkede, daha düşük ücretli ve çevre açısından olumsuz etkileri olabilecek faaliyetleri Türkiye'de sürdürmek isteyebilir. Bunlara ek olarak, çok uluslu firmaların hem pazarlık gücü, hem de vergilerden kaçınma potansiyelleri daha yüksektir. Fakat günümüzde bu tip bazı küçük farklılıklar dışında yabancı ve yerli firmaların davranışı açısından büyük bir farklılık bulunmuyor, çünkü her ikisinin de temel amacı aynıdır.