Ele geçen paraya hapsedilen asgari ücret veya çalışma süresi yahut emek zamanı
Asgari ücret artmalı. Önce saatlik asgari ücret. 1 günlük asgari ücret, 8 saati aşmayan iş günü koşuluyla, tek bir günün geçimini rahatça sağlamalı.
Fotoğraf: Görkem Kınacı/Evrensel
Erhan BİLGİN
İşçi hareketinin geri çekilmesiyle her yıl daha geniş bir kesimi kapsayan asgari ücret, basit bir “Maaş=ele geçen ücret” veya “aylık nakdi ücret” alanına sıkışmış halde. Bu sığ ve dar alandan çıkması da pek mümkün görünmüyor.
Çoğu meselede olduğu gibi, öncü işçiler mücadeleyi yükseltmeden çıkacağı da yok.
Hani (diyalektiği epeyce incitme pahasına) çok fazla kullanılan amiyane bir ifade var ya, “filanca sadece filanca değil” diye... İnsanın “asgari ücret sadece asgari ücret” değil diyesi geliyor.
Ücret ve asgari ücret meselesini çalışma süresi, ve çalışma koşullarından bağımsız ele almak pekala mümkün. Zaten sendika bürokrasisinin, koca koca akademisyenlerin, sosyal politika uzmanlarının ve burjuva basınının yaptığı tam da bu.
Ama bu korkunç bir fikri yoksulluk olduğu kadar ve işçi sınıfının gerçek çıkarlarını dar bir ekonomik alana hapsetme günahı anlamına da gelir. Halbuki asgari ücret meselesini çalışma süresiyle, sınıfın ter döktüğü üründeki “emek-zaman” ile yapışık halde ele almak sadece teorik tutarlılık için gerekmez. Aynı zamanda işçi sınıfı kazanımlarının hatırlatılması için de vazgeçilmez bir zorunluluktur. Ve en önemlisi, ücretlerin yükseltilmesi mücadelesinin zorunlu bir koşuludur. Üstelik bu sayede doğru, gerçekçi ve böylece sınıfta karşılık bulması mümkün taleplerin ve sloganların yaratılması da mümkün hale gelebilir.
Şunu da söylemeli ki, asgari ücretin, adım adım ilerleyerek aylık bazda “ortalama ücret” veya “vasat ücret” haline gelmesi süreci, aynı zamanda konuya dair fikirlerin daha da kötüsü “sosyal politika” veya “çalışma ilişkileri” alanının da vülgerleşmesini getirdi. Ve böylece bu alandaki koca koca uzmanların da vasatlaşmasına (vülgerleşme) da yol açtı maalesef. Geçerken belirtmeliyim ki vülgerliğin yayılması her zaman felsefeye vurulan büyük bir darbedir.
Maalesef, akademi (üniversite) sol siyaset ve entelektüel alemin konuya dair değerlendirmeleri en azından işçi kamuoyuna yansıyan kısmı da vülgerliğin örnekleriyle dolu. Televizyonlarda, gazetelerde, dijital basında bol ünvanlı koca koca adam ve kadınların asgari ücret tutarı ile ilgili tahminleri, piyangoyu veya bir yarışmayı andırıyor. 126 akademisyenin geçtiğimiz ekim ayı sonunda yayımladıkları bildirisinde bile (Eleştirilmesi gereken pek çok ifadeyle birlikte) asgari ücret parayla sınırlı bir meblağ biçiminde ele alındı.
SAATLİK VEYA GÜNLÜK ÜCRET
Makalenin bu kısmında okurların sabrına sığınarak didaktik de olsa asgari ücrete dair 3 noktaya değinmeliyim:
Birinci nokta, ücretin aslında çalışma süresi ile koparılamaz bağı ile ilgili. Ücret tutarı, malum, ücret malları dediğimiz, içinde gıdadan ev kirasına ve çocuk bezine kadar uzanan “geçim” ürünlerinin bedelini kapsar. Bedel veya para cinsinden tutar ise işçinin çalışma süresinin belli bir kısmına, genellikle de küçük bir kısmına yani Marx’ın “gerekli-emek zamanı” diye tanımladığı kısma denk gelir.
İkinci nokta, asgari ücretin (ve diğer ücretlerin) kesinlikle 1 saatlik çalışmanın bedeli halinde belirlenmesi olgusu. Aslında bu işçi sınıfının patron sınıfıyla, serbest toplu sözleşme yapabilmesi için gerekli bir koşul ve sınıfın tarihi kazanımlarından birisi. Zaten uluslararası sözleşmelere de geçmiş halde. İLO’nun (Uluslararası Çalışma Örgütü) asgari ücrete dair bütün sözleşmelerinde (1928’den bu yana) ve ulusal düzeyde Türkiye’nin onayladığı İLO sözleşmelerine sadık 1973 tarihli Asgari Ücret Yönetmeliği’nde bile açık biçimde "Asgari ücretin, bir günlük ücret olarak saptanması asıldır" hükmü yer alır.
Üçüncü nokta işçi sınıfının çalışma süresinin günlük düzeyde belirlenmesi ve günlük ele geçen nakdi ücretin, işçi ve ailesinin 1 günlük asgari geçimini sağlayacak miktarda olmasına dair tarihi kazanımı. Malum İLO bile, bütün dünyada günlük 8 saati geçmeyecek bir çalışma süresini şart koşar.
ASGARİ ÜCRETİN SAATLİK VE GÜNLÜK BİÇİMİ
Türkiye’de 2001’den sonra “asgari ücret” maalesef özgün günlük veya saatlik tarihi konumundan çıktı. Adım adım “aylık” bir ifade biçimine büründü.
Bürünür bürünmez de, çalışma saatleri ile bağı koptuğu gibi, 1 günlük geçim sağlama işlevinden de sıyrılmış oldu. Sonuçta “aylık ücretlik hali” kesinmiş gibi kabul edilerek, işçinin aylık geçimini sağlayan bir unsura indirgendi.
Asgari ücret ödenen iş yerlerinde, çalışma saatleri nispeten uzun olduğundan (Çalışma saatleri yasal sınırlar içinde kalsa bile ki bu pek mümkün olmaz, tatil günleri, yıllık izinler ile sabah ve öğle molaları dikkate alındığında) aylık asgari ücret ödeme sisteminde, çalışma süreleri kesin biçimde yasal sınırları aşar. Asgari ücretin 1 saatlik veya 1 günlük değeri, kesinlikle belirlenen düzeyin altına düşer. Fakat işçilerin çoğu ve bilhassa işçi sınıfının geri bilince bulanmış kısmı, sadece eline geçen nakdi ücrete (paraya) baktığı için (saatlik ve günlük) asgari ücretin belirlenen düzeyin altına düşmesinin farkına varmaz veya dikkate almaz.
Asgari ücret artmalı. Önce saatlik asgari ücret. Hele 1 günlük asgari ücret, 8 saati aşmayan iş günü koşuluyla, tek bir günün geçimini rahatça sağlamalı. Talep ve sloganlar saatlik asgari ücret ve günlük asgari ücreti temel alırken çalışma saati bağını da kesinlikle belirtmeli... Böylece temel ölçü “aylık” tan eski ve doğru yerine yerleşmiş olur.
Bu sağlanırsa, aylık asgari ücretin yani 30 günün düzeyi gerçek bir yükselişi ifade edebileceği gibi işçilerin bilincinde “çalışma süresi ile ücret bağını” gizleyen örtünün indirilmesi mümkün olabilir.
Böylece asgari ücret meselesinin “aylık ele geçen ücret”in düşüklüğü veya “açlık sınırı”na uzaklığı gibi çok dar bir ekonomik zemine hapsedilmesine son verilmesi imkanı da genişleyebilir.
Asgari ücretin üzerinde pek eğreti duran aylık örtünün çekilip yırtılması öncü işçilerin mücadelesini bekliyor. Emek tanrısından fazla beklememizi sağlamasını dileyelim...