EMEP’ten göç sempozyumu: Ortak mücadele hattı örülmeli
EMEP'in göç sempozyumunda savaş politikalarının zorunlu göçe maruz bıraktığı mültecilerin ucuz iş gücü olarak görüldüğü belirtilerek buna karşı ortak mücadele hattının örülmesi gerektiği vurgulandı.
Emek Partisi “Savaş ve yoksulluk kıskacında göç ve birlikte mücadele olanakları” başlıkları sempozyum gerçekleştirdi.
İzmir’de gerçekleştirilen sempozyumda Ortadoğu’daki savaş politikalarından dolayı insanların zorunlu göçe maruz kaldığı, göç nedeniyle gittikleri ülkelerde sorunlar yaşadıkları ve özellikle çalışma hayatına dahi olan mültecilerin sermayedarlar için ucuz iş gücü olarak görüldüğü ifade edildi. Buna karşı ise mülteci-yerli işçi ayrımı yapılmaksınız başta sendikalar olmak üzere ortak mücadele hattının örülmesi gerektiği vurgulandı.
Alsancak Türkan Saylan Kültür Merkezi’nde düzenlenen sempozyumun acılış konuşmasını EMEP Genel Başkanı Seyit Aslan yaptı.
Mültecilerin yıllardır tartışma konusu olduğunu vurgulayan Aslan, tartışmaların son günlerde Suriye’deki yeni süreçle birlikte “Gidecekler mi kalacaklar mı” söylemleri üzerinden yeniden gündeme geldiğini ifade etti.
Emperyalistlerin Ortadoğu’yu yeraltı kaynakları ve ticarete yön vermek için yeniden şekillendiğini dile getiren Aslan, “Suriye ile yeni bir süreç yaşanıyor. Heyet Tahrir el Şam (HTŞ) denen El Kaide devamcısı ve onlarca gruptan oluşan bir yapının Suriye'de aslında deyim yerindeyse tek mermi sıkmadan Şam'a kadar gitmesi ve orada yönetimi devralmasıyla yeni süreç başlamış oldu” dedi.
ORTADOĞU’DA YENİ SÜREÇ
Fotoğraf: Evrensel
MİT Başkanı İbrahim Kalın’ın HTŞ Başkanı Colani ile görüşmesi sonrası Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın da Şam’a gideceğinin gündem geldiğini hatırlatan Aslan, Türkiye’nin buradan bir zafer çıkarmaya çalıştığını söyledi. Aslan, AB ve ABD’nin de yine kendi diplomatik ilişkilerini geliştirmeye çalıştıklarını ve başına 10 milyon ödül konan Colani’nin bir anda ödülünün kaldırılmasının yeni sürecin kurulması için adımlar olduğunu ifade etti.
Suriye, Yemen, Libya gibi Ortadoğu ve Afrika ülkelerinde uzun zamandır kuraklık, etnik ve dini çatışmaların, mezhep ayrılıklarının yaşandığını ve bunun sonucunda milyonlarca insanın ülkesini terk edip göçe zorlandığını anlatan Aslan, konuşmasına şöyle devam etti;
“Suriye'nin bugünkü biçimiyle bir istikrara kavuşması çok mümkün değil, tam tersine bugün sanki sular duruldu çatışmalar olmuyormuş gibi ortaya çıkan görüntülerin esasında önümüzdeki dönemde etnik ve mezhep çatışmalarının yeniden bir kıvılcıma bağlı olduğu yeni çatışmaları tetikleyeceği bir dönemin de içerisinde olduğumuzu ifade etmek isteriz. Burada Türkiye özellikle de tek adam yönetimi onun etrafındaki gerici güçler Suriye'nin yeniden imarında inşaat sektöründe pay kapma ve taşeronluk yapmaya adaylar. Bunun çalışmalarını bunun diplomatik alt zeminli oluşturmaya çalışıyorlar. Erdoğan, İsrail’in Gazze, Lübnan ve Golan tepelerine dönük işgaline sessiz kaldığı gibi hükümet de İsrail ile ticarete devam ediyor.”
“MÜLTECİ VE TÜRKİYELİ İŞÇİLER ÖRGÜTLÜ BİR BİÇİMDE MÜCADELE ETMELİ”
Esas sorunun Türkiye’deki ve bölgedeki işçi sınıfı ve emekçi hakların nasıl bir örgütlü mücadele vereceğinin belirlenmesi olduğunu ifade eden Aslan, “Burada milyonlarca mültecinin ve göçmenin yapması gereken Türkiye işçi sınıfının bir parçası olarak bir arada ve örgütlü bir biçimde haklarını, çıkarlarını korumak, onları geliştirmek, kalıcı hale getirmek için bir arada mücadele etmektir. Hem bölgede barışın sağlanması hem bölgede işçi sınıfının ve emekçilerin örgütlenmesi hem de Türkiye işçi sınıfının yerli yabancı demeden birlikte örgütlenmesini koşullarını yaratmak üzere de tabii ki daha fazla çalışmak, daha fazla tartışmalar sürdürmek, çözüm önerileri ortaya koymak, sendikaları, emek ve meslek örgütlerini bu konuda zorlamak bu ülkedeki ana muhalefet de dahil olmak üzere onların bu anti demokratik politikaları değiştirmek ve bu konuda geriye adım atmama konusunda da çabalarımızın sürmesi gerekir” diye konuştu.
AVRUPA’DA AŞIRI SAĞIN YÜKSELİŞİ
Açılış konuşmasından sonra “Göçün ikinci 10. yılına giderken, savaşın gölgesinde bir dünya uluslararası durum ve Türkiye” başlıklı ilk oturumda konuşan gazetemiz yazarı Yücel Özdemir, mültecilerin Avrupa’da yaşadıkları sorunları değindi.
Mülteci düşmanlığında yeni bir aşamaya geçildiğini söyleyen Yücel, “Avrupa açısından da bu aşamaya bağlı olarak aşırı sağcı, milliyetçi, faşist partilerin güç kazandığı bir evreyi yaşıyoruz. Tabi ki aşırı sağ partilerin bu denli yükselişinin tek nedeni mülteciler değil. Ancak mültecilerin de gelmesiyle birlikte zaten öncesinden izlenen neoliberal politikalar; emekçi sınıfların sosyal konumlarındaki zayıflama ve yoksullaşmayı ve toplumdaki genel korkuları artırdı. Gelecek güvencesini endişesini arttırdı. Aşırı sağcılar da bu süre içerisinde bütün sorunların sorumlusu, daha doğrusu ekonomik sosyal sorunların büyük kısmı göçmenlerden kaynaklanıyor anlayışıyla hareket etti” dedi.
“SURİYELİLERİ ÜLKEDE TUTMANIN ÇABASI İÇERİSİNDELER”
Avrupa’da da Türkiye’dekine benzer bir şekilde mültecilerin bugüne kadar günah keçisi ilan edildiğini ifade eden Yücel, “Ancak 8 Aralık’tan bu yana Almanya'da ‘bu Suriyeliler giderse biz ne yaparız’ deniyor. Yaklaşık 1 milyon Suriyeli var bu Suriyelilerin büyük kısmının 500-600 binin bir işte çalıştığını resmi rakamlar ortaya koydu. Yani bugüne kadar yaratılan ‘göçmenler bizim ülkemizde sosyal yardımla geçiniyorlar’ algısının doğru olmadığı ortaya çıktı. Şimdi Suriyelileri ülkede tutmanın çabası içerisindeler” diye ekledi.
Avrupa’ya özellikle kalifiye olmayan göçmenlerin ulaşmaması için bütün altyapı düzenlemelerinin yapıldığını dile getiren Yücel, “Şu anda Avrupa Birliği bu konuda önemli bir işbirliği içerisinde ve ortak bir hareket sürecindedir. Şoven ve ulus devletin çıkarlarını koruma ekseni üzerinde sürdürülen siyasette bütün burjuva partilerin de aynı görüşte birleştiklerini görebiliyoruz. Aralarında ton farkı olsa bile özünde birleşmiş görünüyor” dedi.
“EMPERYALİSTLER AÇISINDAN İSRAİL’İN KONUMU ÖNEMLİ”
Daha sonra konuşan Erhan Keleşoğlu, İsrail’in saldırısının sadece Filistin ile sınırlı kalmadığını, Lübnan Hizbullah’ının Filistin ve Hamas’la dayanışma içine girdiğini ve Lübnan’da da bir çatışmanın başladığını söyleyerek, yerinden edilen Filistinlilerin Lübnan’a göç ettiğini Lübnan’a yönelik saldırılardan dolayı da tekrar göç etmek zorunda kaldığını anlattı.
Amerikan emperyalizmi açısından İsrail'in korunmasının birincil amacının bölgenin stratejik konumu olduğunu belirten Keleşoğlu, “Amerikan emperyalizmi küresel dengelerdeki değişime bağlı olarak da bölgeden askeri güçlerini çekmek ve bu güçleri kendisi açısından daha öncelikli olarak gördüğü Asya Pasifik'e kaydırmak istiyor. Bunu yaparken de gücü olarak İsrail'i desteklediğini görüyoruz. Bu önümüzdeki dönemde daha pervasız daha da saldırgan şekilde savaşların önünün açılacağını bize söylüyor” dedi.
“SURİYE’DE HALK AÇISINDAN RİSK DEVAM EDİYOR”
Fotoğraf: Evrensel
HTŞ’nin elindeki Suriye açısından kısa vadede bir şey söylemenin mümkün olmadığını ama halk açısından riskin devam ettiğini ifade eden Keleşoğlu, “Yani hemen Esad yönetimi devrildikten sonra Türkiye başta olmak üzere sanki her şey bitmiş, sorunlar çözülmüş gibi hava esti. Suriye'deki tüm sorunlar olduğu gibi yerinde duruyor. Bunların çözülmesi için siyasal ve toplumsal iradeye ihtiyaç var. Halkın geniş kesimlerinin siyasete katılmasına ihtiyaç var ve şu an belirsizlik hakim. Kaldı ki Suriye özelinde birçok dış gücün de Suriye siyasetine müdahil olduğu bir döneme yine şahitlik ediyoruz. Bu da tabi halklar açısından bölgede yaşayan halk açısından riskleri artırıyor” diye konuştu.
Keleşoğlu, “Suriye’de Esad'ın düşmesinden sonra mülteci Suriyelilerin memleketlerine dönüş yollarının açıldığı yönünde bir kampanya yürütüldü. Ancak orada istikrarlı bir yönetim kurulmadan gerek Türkiye'deki gerekse Avrupa'daki Suriyeli mültecilerin Suriye'ye dönüşü biraz zor. Özellikle mülteci karşıtı çevrelerde yaşanan bayram havasının da yavaş yavaş sönmekte olduğunu zaten gözlemleyebiliyoruz. Kitlesel bir geri dönüş olmadığını gördükleri için şimdi önümüzdeki dönemde yeni bir istikrarsızlık dalgası yeni bir çatışma ve yine 100 binlerce insanın mülteci haline gelmesi riskini bağrında taşır” ifadelerini kullandı.
“ERDOĞAN ASLINDA EN BÜYÜK BELAYI ZAFER OLARAK TANITTI”
Fotoğraf: Evrensel
Son olarak konuşan EMEP İstanbul Milletvekili İskender Bayhan, kritik bir coğrafyada kritik zamanlar yaşandığını belirterek, göç sorununun da bu kritik mevzuların başında geldiğini söyledi. Güncel duruma değinen Bayhan, Ortadoğu’da yaşanan süreci anlattı. Türkiye’nin 20 yıllık dış politikasına dikkat çeken Bayhan, “Bu dış politika temel olarak sürekli bu coğrafyada yeni göçler üretecek olan bir dış politikadır. Bu dış politika bu coğrafyanın halklarının sürekli yaşamları açısından provakatif iç savaşlarla bunaltıp sürekli dış ülkelere giderek çözüm aramasını tetikleyen bir dış politikadır” dedi.
Ortadoğu’da daha kötü koşulların oluşacağını ifade eden Bayhan, “Türkiye, Erdoğan iktidarı aslında bakarsanız bu coğrafyanın en büyük belası olan bir politikayı bize zafer ve başarı diye propaganda ediyor. Esad’ın gitmesi üzerinden bu coğrafyada daha fazla kan akıtacak bir siyaseti bize başarı olarak alkışlatıyor. Esad’ın yıkılması ve yeni dengeler ile bir süre bir durgunluk yaşayacağız. Bu süreçte barış dediğimiz bir stabil dönemi yaşayacağız. Bu stabil dönem aslında bizi daha büyük bir bölgesel çatışmanın eşiğine getirmiş durumda. Göç etmeyi zorunlu hale getiren dünden daha kötü koşullar oluşturacak” ifadelerini kullandı.
“BU POLİTİKALARDAN GÖÇ EDEREK KURTULAMAYIZ”
“Bizim coğrafyamızda yaşayan halklar açısından bir gerçek var. Göç etmek çözüm değil. Yani biz bu yeniden paylaşım mücadelesinden, bu politikalardan göç ederek kurtulamayız. Bunlardan göç ederek kaçamayız. Çok açık bir biçimde tartışmak durumundayız” diyen Bayhan, Rojava örneğine de değindi.
Konferansın ikinci oturumunda Ekonomik Darboğazın İçerisinde 'En Alttakiler' Türkiye'de Mülteci İşçilerin Çalışma Koşulları ve Hayatta Kalma Deneğimi başlığı konuşuldu. Moderatörlüğünü Hilmi Mınyat'ın yaptığı oturuma konuşmacı olarak Prof Dr. Cenk Saraçoğlu, Dr. Öğr. Üyesi Çiğdem Şahin ve Avukat Mehtap Erdem katıldı.
"BU MEKANİZMALARA KARŞI BİR ŞEY YAPMALIYIZ"
Fotoğraf: Evrensel
İlk olarak söz alan Prof. Dr. Cenk Saraçoğlu mülteci nüfusunun işçileşmiş bir nüfus olduğunu söyleyerek sözlerine başladı. Türkiye'deki mülteci işçilerin büyük bir kısmının kayıt dışı ve büyük sömürü şartlarında emek sürecine katılmış olduğunu belirten Saraçoğlu, "Bu durumun üç aşaması var. Birinci aşama oluşum aşaması. Yani mültecilerin emeklerini satmak zorunda olduğu bir süreç. İkinci aşama üretim düzeyi. Üçüncüsü ise yeniden üretim düzeyi. Yani mülteci işçilerin mevcut iş koşulları çalışma düzeylerini yeniden üreten mekanizmalar" dedi. Mültecilerin emek gücünü satmak zorunda kaldığını belirten Saraçoğlu, buna zorlayan sebeplerin savaş sonrasında kişilerin mülksüzleşmesinin en büyük sebeplerinden biri olduğunu ekledi. Kayıt dışı çalışmanın Türkiye'de çok geniş bir yer kapladığına değinen Saraçoğlu, özellikle iyi denetimler yapılmadığı için bu sorunun olduğunu vurguladı. Suriyeli mültecilerin 10 yıldır toplumsal bir harekete dahil olmadığını ifade eden Saraçoğlu, "Suriyeli mülteciler toplumsal bir harekete katılmamakla birlikte Türkiye'deki işçilerle de bir araya gelip kendi sorunları üzerinden hareket etmiyor. Türkiye toplumunda yaygın mülteci göçmen karşıtlığı var. Suriyeli mülteciler kentin gündelik hayatında disipline edildiği için herhangi bir harekete katılmıyor. Bu konuda devletin de bir baskısı var. Bu baskı sınır dışı etme tehdidi" diye konuştu. Son olarak bu mekanizmaların sadece mültecilere değil herkese işlediğini söyleyen Saraçoğlu, bu mekanizmaya karşı bir şeylerin yapılması gerektiğini söyledi.
"YENİ BİR YÖNETİMİN İNŞAA EDİLMESİ GEREKİYOR"
Ardından sözü Dr. Öğr. Üyesi Çiğdem Şahin aldı. "Göç, tarihte insan koşullarını iyileştirmek üzerine olan bir olguyken şu anda baktığımızda insanların yaşama güdüsüyle yaptığı bir hale geldi" diyerek sözlerine başlayan Şahin, göç olgusunun böyle değişmesinde emperyalist çıkarların olduğunu belirtti.
Günümüzde de en ucuz emeğin bazı kontrol mekanizmaları tarafından göçmenlere işlemekte olduğunu söyleyen Şahin, "İşçi sınıfının önemli bir bölümünü oluşturan mülteciler en fazla sömürülen emek kategorisini oluşturmaktadır" ifadelerini kullandı. Kadın ve çocuk mülteci emeğinin de istismarının çok olduğunu vurgulayan Şahin, "Türkiye'de kayıtsız ve sigortasız çalıştırma çok yaygın. Özellikle çocuk ve kadınlar kayıtsız çalışmak zorunda kalıyor" dedi. "Emperyalizmin emek yatırımları bizim gibi ülkelerde olduğu için bugün iktidarın uyguladığı göç politikası emperyalistlerin politikalarıdır" diyen Şahin son olarak "Türkiye'de sadece göçmenlerin değil genel olarak işçi sınıfının çalışma şartlarının düzenlenmesi gerekiyor. Bütünüyle her anlamda baskılanmış bir durumdan çıkmam için yeni bir yönetimin inşaa edilmesi temel yaklaşım olmalıdır" diye konuştu.
"MÜLTECİLERİN HAK ARAYIŞI ETKİSİZLEŞTİRİLİYOR"
Son olarak söz alan Avukat Mehtap Erdem çalışma izninden bahsederek sözlerine başladı. Türkiye'de çalışma izninin alınmasının çok zor olduğunu söyleyen Erdem, "Çalışma iznine başvurma koşulları ağır. Çalışma iznine başvurusu için geçici koruma kimliği veya uluslararası koruma başvuru sahibi kimliğinin olması lazım. Buna sahip olunsa bile çalışma izni Türkiye'de mutlak kalış hakkı sağlamıyor. Bu izin süreçlerinin zorluğundan kaynaklı Türkiye'de kayıt dışı çalışan mülteci sayısı çok fazla" dedi. Sayısal verilere ulaşımın zor olduğunu söyleyen Erdem, "Bakan Ali Yerlikaya adres tahkikatlarından sonra, geçici koruma altındaki Suriyelilerin sayısının 2 milyon 935 bin 742'ye düştüğünü söyledi. Bakan Yerlikaya, ülkemizde bulunan yabancı sayının 1 milyon 32 bin 379 ikamet izinli ve 206 bin 585 uluslararası koruma altındakilerle birlikte toplamda 4 milyon 174 bin 706 olduğunu açıkladı" ifadelerini kullandı. Ardından hak arayışlarının etkisizleştirilmesine değinen Erdem, "Hak aramanın etkisizleştirilmesinde bir çok madde var. Bunlar yasal çerçeve ve sorunlar, yasama yolu, yürütme yolu, yargı yolu, sosyal ve ekonomik boyut ve zorla 'gönüllü' geri dönüşler. Bütün bu maddeler mülteciler üzerinde baskılar oluşturuyor ve bu baskılar sonucunda mülteciler hak arayışında etkisizleştiriliyor" diye konuştu. Son olarak çözüm önerilerini sunan Erdem, "Çalışma izni süreçlerinin kolaylaştırılması, mültecilere yönelik daha fazla mesleki eğitim programları verilmesi ve kayıt dışı çalıştıran işverenlere yönelik denetimlerin ve yaptırımların arttırılması gerekiyor" dedi.
"BİRLİKTE YAŞAYABİLİR MİYİZ?"
Konferansın 3. oturumu, "Bir Arada Yaşamak: Her Şeye Rağmen Birlikte Yaşayabilir miyiz" başlığı ile gerçekleştirildi.
Volkan Pekal'ın moderatörlüğünü yaptığı oturuma Halkların Köprüsü Derneği Genel Sekreteri Yusuf Ak, İzmir Suriyeli Mültecilerle Dayanışma Derneği Yönetim Kurulu Üyesi Emine Afare ve BİRTEK-SEN Genel Başkanı Mehmet Türkmen katıldı.
Yusuf Ak, engellilerin ve mültecilerin toplumdaki yerleri bakımından birbirine benzediğini ifade ederek, "Mahallemize sıkıştırılmış durumdayız.
Halkların Köprüsü'nde gözlemlediğim, üniversitelerden geliyorlar sürekli engelliler ve mülteciler ile ilgili. Sürekli araştırma öznesi olmak istemiyorum ben açıkçası" dedi. Halkların Köprüsü Derneği olarak mültecilere, mültecilik statüsünün verilmesini istediklerini belirten Ak,
köylerinden zorla sürülen Kürtler olarak kendilerinin de mültecilerle aynı sorunları yaşadıklarını belirtti. Birlikte yaşama dair neler yapabileceklerini düşündüklerinde brail alfabesi ile "Mültecilik suç değildir" başlıklı basın açıklaması yaptıklarını, engelli mültecilere yönelik etkinlik düzenlediklerini dile getiren Ak, "Birlikte yaşayabilmek için öncelikle bunu talep etmek gerekiyor. Eşit koşullarda yaşayabilmek için mücadele gerekiyor" dedi.
Fotoğraf: Evrensel
"SEÇİM DÖNEMLERİNDE AYRIMCILIK DAHA DA ARTIYOR"
Emine Afare savaşların ve göçün en büyük mağdurlarının kadınlar ve çocuklar olduğunu ifade ederek, erkeğe ekonomik destekçi konumunda olan kadınların en zayıf halka olmaya devam ettiğini dile getirdi. Gelenek ve göreneklerin, yetişme tarzının farklılıkları yarattığını dile getiren Afare, ayrımcılık ve nefretin, istismarın özellikle Türkiye'de seçim dönemlerinde daha çok hissedildiğini ifade etti. Afare, "Geri dönüş konusunda eğitim ve sağlık kurumları dahil olmak üzere alt yapı ve üst yapı kurumlarının var olması gerekiyor" dedi. Afare, Esadsız Suriye'den memnuniyetini de ifade etti.
"ÖNYARGILAR SINIF MÜCADELESİ İÇİNDE KIRILABİLİYOR"
BİRTEK-SEN Genel Başkanı Mehmet Türkmen Esad rejiminin düştüğü Suriye'yi kaotik bir sürecin beklediğini belirterek, ülkede tam olarak istikrar sağlansa dahi burada hayat kuran çok sayıda Suriyelinin geri dönmeyeceklerini düşündüğünü dile getirdi. Türkmen, "Burada önemli olan birlikte barış içinde yaşanacak mı yoksa birbirine düşman olmuş halklar olarak mı yaşanacak" diye sordu.
Ülkenin geri kabul anlaşması ile bir göçmen deposu haline getirilmiş olmasına ve kontrolsüz geçişlere karşı çıkmak gerektiğini dile getiren Türkmen, "Savaş politikalarına, savaş tezkelerine karşı çıkmadan onun sonucu olan mültecilere karşı çıkmak başka bir ikiyüzlülük" dedi.
Sorunun sınıfsal ve siyasal olduğunu dile getiren Türkmen, "Dolayısı ile sınıf mücadelesinin ve siyasi mücadelenin konusu olmalı. Meseleyi sadece insani bir görev olarak anlamak mücadeleyi de sınırlayan bir şey. Sokağa çıkanların çoğu işçi yoksul ve genç insanlar. Potansiyel bir muhalif kesim de var. Irkçılık da var. Ama bu insanlar ikna edilmiş durumda yaşadıkları sorunların kaynağında mülteciler olduğuna... Göçmen meselesi ile mücadele sınıfsal temelde ele alındığında sorunun çözüleceğine ilişkin örnekler de var ülkede aslında. Kendi sınıfımızı örgütlemek işçi sınıfı enternasyonelini güçlendirmekten başka çare yok görünüyor. Göçmen düşmanlığının olduğu bir yerde diğer özgürlük alanlarında bir ilerlemeden bahsedemeyiz. Toplumun diğer kesimleri için de bir özgürlükten bahsedemeyiz. Ancak sınıf mücadelesi içinde ön yargılar kolay şekilde kırılabiliyor. TEKEL direnişi bunun bir örneği" dedi.
En son Antep Başpınar'da Suriyeli ve yerli işçilerin birlikte grev örgütlemesi örneğini veren Türkmen, "En çok kendimiz için olduğunu bilerek mücadele etmeliyiz" dedi. (İzmir/EVRENSEL)
Evrensel'i Takip Et