Milliyetçilik çağında gazeteciliği savunmak
"Gazetecilik öğrencilerinin bu gibi dönemlerde gazetecilerden yana değil de devletten taraf olması, yalnızca onların meslek çıkarlarına zarar verebilir."
Fotoğraf: Pexels
Abbas VURAL
2024’ün son günlerini yaşıyoruz. Geçtiğimiz haftalarda Sınır Tanımayan Gazeteciler, 2024 yılı basın özgürlüğü bilançosunu yayımlamıştı. Bu rapor, 2024’te 54 gazetecinin kamuoyunu bilgilendirme çabası içerisindeyken öldürüldüğünü söylüyordu. Gazze’nin gazeteciler için en tehlikeli bölge olduğu, ekim 2023’ten bu yana İsrail devleti tarafından 145’ten fazla gazetecinin öldürüldüğü belirtiliyordu.
Bu raporu bir gazetecilik öğrencisi olarak kendi sosyal medya hesaplarımda paylaştığımda, birçok sınıf arkadaşım tarafından beğenildiğini, hatta bazı arkadaşlarımın da kendi hesaplarında paylaştığını fark etmiştim ve bu beni oldukça sevindirmişti. Ancak geçtiğimiz gün Suriye’de öldürülen Nazım Daştan ve Cihan Bilgin’i anmak istediğimde aldığım tepkiler, 2025 yılına giderken beni gazetecilik mesleğinin geleceği hakkında düşüncelere soktu.
Tepkiler özetle Nazım ve Cihan’ın gazetecilik maskesi altında “terör propagandası” yapan basın militanları olduğu, bu gazetecilerinin öldürülmesine üzülmemek gerektiği ve bu insanların ölümüne tepki göstermenin de terör sempatizanlığı olduğu üzerineydi. Geleceğin gazetecilerinin bunları söylüyor olması, bugün iktidarın üniversitelere kadar gençliği nasıl bir ideolojik ablukanın içerisine aldığını gösteriyor.
GAZETECİNİN GÖREVİ HALKA HAKİKATİ ULAŞTIRMAKTIR
Birkaç gün önce de Nevşin Mengü’nün Salih Müslim ile yaptığı röportaj yüzünden gözaltına alınması benzer tartışmaları doğurmuştu. Özlem Gürses’in SMO’ya dair sözleri nedeniyle gözaltına alındığını öğrendik. Seyhan Avşar, T24 ve İstanbul Barosu hakkında soruşturma açılması, Şişhane’deki basın açıklamasına katılanlardan 7’si gazeteci 9 kişinin tutuklanması gibi birçok gelişme de yaşandı, yaşanmaya devam edecek gibi de duruyor.
Gazetecilik öğrencilerinin bu gibi dönemlerde gazetecilerden yana değil de devletten taraf olması, yalnızca onların meslek çıkarlarına zarar verebilir. Gazetecinin görevi halka hakikati ulaştırmaktır. Nerede, hangi görüşten olursa olsun bir gazetecinin ölümüne sessiz kalmak; hatta o gazetecilerin ölümüne ses çıkartan arkadaşını hedef göstermek bir gazetecinin değil, olsa olsa bir politikacının işi olabilir.
Lenin, kendi yaşadığı dönemde Rus halkının çeşitli kesimleri tarafından yöneltilen “vatan hainliği” eleştirilerine “Vatanımızı seviyoruz ve onun sefaletinden nefret ediyoruz” diyerek cevap vermişti. Ben de sorgulayan ve hakikati savunmaktan geri durmayan gazetecilerin yetişmeye devam edebilmesi açısından arkadaşlarıma Yaşar Kemal’in şu sözlerini hatırlatarak son vermek istiyorum: “Dünyanın bütün kötülüklerine baş kaldır. Bazen senin iyiliğin başkasının kötülüğüne de olabilir. Kendi iyiliğine de baş kaldır.”