25 Aralık 2024 05:13

Suriye Savaşı: Kaybeden halklar, kazanan sermaye

Burjuva sınıfının kendi çıkarlarını toplumun ortak çıkarı gibi göstermesine karşı işçi sınıfının uluslararası birliğinin sağlaması gereklidir.

Suriye Savaşı: Kaybeden halklar, kazanan sermaye

Fotoğraf: Emin Sansar/AA

Cem Bilgin POLAT

Yenimahalle/Ankara

Geçtiğimiz günlerde uzun süredir Suriye’de geniş bir bölgeyi zalimce yöneten Esad yönetimi sonlandı. HTŞ’nin Şam’a girişi, her yerde olduğu gibi Yenimahalle’de de konuşuldu. Birçok arkadaşımız “Suriyeliler evine dönecek” diye sevindi. Bazılarıysa “Suriyeliler hak etti; ülkeleri için savaşmadılar” dedi. Hatta “Güzel oldu, biz de Suriye’den pay alırız; topraklarımız genişler” diyenler bile oldu. Bu yorumların gerçeklik payı ve halkın çıkarına olup olmadığı meselelerini bu yazıda tartışmayı hedefliyorum.

İlk olarak, Suriyelilerin vatanlarına dönmelerinden bahsedelim. Aslında HTŞ’nin kendisini Esad’a göre daha özgürlükçü gösterdiği bir durum var, ama esasında Esad’dan farksızdır. Hiçbir İslamcı örgütün özgürlükçü ya da demokratik olmadığını ve olamayacağını biliyoruz. Keza El Kaide uzantısı olan bu örgütün hem bizzat uyguladığı uygulamalar hem kökenindekiler, Suriye’yi önümüzdeki dönem nelerin beklediği konusunda hiç iç açıcı değil. Demokrasi iddiasının gerçek olabilmesinin yegâne yolu, oradaki halkların emperyalist tahakküm durumundan kurtulması ve nasıl yaşamak istediklerine yalnızca kendilerinin özgürce karar verebilmesinden geçiyor. Bu; İsrail’e gidecek ticaret gemilerinin Fransız liman işçilerinin grevi sayesinde gitmemesi, İsrail’in katliamlarını protesto için dünyanın dört bir yanındaki halkların savaş karşıtı yürüyüşlerde bir araya gelmesi örneklerinde görüldüğü gibi, ancak uluslararası bir dayanışmayla mümkün olabilir.

İkinci olarak, “Suriyeliler hak etti” diyenlere gelelim. Tahmin edilebileceği üzere, savaş çok pis ve korkunç bir ortamdır. Kesinlikle bir insanı savaşa katılmadığı, savaştan korktuğu ya da savaşmak istemediği için suçlayamayız. Aksine burada suçlu olan, sonu gelmeyen kâr ve pazar arayışında olan burjuvazi ve onların temsilcisi olan hükûmetlerdir. Savaşta sermayedar her zaman kazanır, halklar her zaman kaybeder. Emekçilerin ve mazlum halkların evi yıkılır, burjuva yeni ev yapar ve pazarlar.

SAVAŞ POLİTİKALARI KİMİN ÇIKARINA?

Üçüncü olarak, “Biz de pay alırız” diyenlere bakalım. Savaşta Türkiye’nin ele geçireceği toprakların halka hiçbir faydası dokunmaz ve dokunmamıştır. Türkiye’nin SMO aracılığıyla Suriye’de gerçekleştirdiği sözde muhalif ve “özgürlükçü operasyonları”, bu emperyalist paylaşım savaşında yalnızca kendi çıkarı için rol kapmaya çalışmasından farklı değerlendirmemek gerekir. Türkiye burjuvazisi, bu savaşlar sonucunda Suriye’de yeni pazar yerleri elde ederek egemenliğini güçlendirmek ve yaymanın peşinde. Savaş için ayrılan ve harcanan bütçe, bugün Türkiyeli işçi ve emekçilerin sırtından karşılanmakta ve gençlik de bu durumdan payına düşeni almaktadır. 2025 yılı için açıklanan bütçe rakamlarına baktığımızda eğitime ayrılan bütçenin giderek küçüldüğünü, gençlerin sıkıştırıldığı bu cendere içerisinde daha da zor koşullara mahkûm bırakıldığını görüyoruz. Burjuva sınıfının kendi çıkarlarını toplumun ortak çıkarı gibi göstermesine karşı işçi sınıfının uluslararası birliğinin sağlaması gereklidir. Aksi takdirde, bu sonsuz kâr hırsının altında ezilip gideceğiz.

Peki, bunların yaşanmaması için biz ne yapabiliriz? Öncelikle, bulunduğumuz her yerde savaşa karşı çıkmalı ve sesimizi yükseltmeliyiz. Uluslararası bir işçi sınıfı birlikteliği sağlamalı ve sınıfın çıkarlarını savunmalıyız. Halkların kendi kaderlerini tayin hakkını savunmalıyız. Bunu da ancak savaşın kaynağı emperyalizme karşı antiemperyalist bir safta ve bizi sıkıştırdıkları sınırlardan taşan bir perspektifle, enternasyonal dayanışmayla aşabiliriz.

Evrensel'i Takip Et