İstanbul Üniversitesinde bir dönemin özeti
Birer ticarethane ve reklam panosuna dönüşen üniversiteler, neoliberal pusulanın gösterdiği istikametten şaşmayan tek adam iktidarının tahayyülüne denk düşüyor.
Fotoğraf: Evrensel
Malik ASLAN
İstanbul Üniversitesi
İstanbul Üniversitesinde dönemin ilk yarıyılının sonuna yaklaşıyoruz. Bu dönem de, diğer tüm üniversitelerde olduğu gibi, OVP kapsamında uygulanan kamuda tasarruf tedbirleri gerekçesiyle öğrencilerin en temel haklarının gasbedildiği; yan yana gelebilecekleri mekanizmalara yönelik saldırılar, atanmış yönetimler, üniversite tarafından iş birlikçi sermaye çevrelerine ve yandaş gruplara seferber edilen olanaklarla hafızalarda yerini aldı. Farklı motivasyonlarla yan yana gelen öğrenciler olarak gerek kitlesel eylemler gerekse fakülte forumları ve dilekçe kampanyaları örgütleyerek kolektif tepkimizi yükselttik, ortak acil sorunlarımızı tartıştık, kendi taleplerimizi gerçekleştirmenin imkanlarını aradık. Bu süreçler içerisinde kısmi kazanımla sonuçlanan da oldu mücadele belleğine sadece birer tecrübe olarak yazılan da. Hepsinin ortak noktasıysa daha özgür, özerk ve demokratik bir üniversiteyi inşa etme çabasıydı.
REKTÖRLÜK “İCRAATLERİNE” OKUL AÇILMADAN BAŞLADI
Üniversite kapılarının henüz öğrencilere açılmadığı yaz döneminde 50’den fazla kulübün ve yüzlerce öğrencinin bir seneden uzun bir sürece yayılmış mücadelesinin somut çıktısı niteliğindeki güvenli kampüs talebi doğrultusunda oluşturulan CİTÖK Yönergesi, haziran ayında üniversite bileşenlerine danışılmadan rektörlük tarafından alınan bir kararla değiştirildi. Temmuzdaysa yemekhane ücretleri %67 oranındaki zamla 25 TL’ye yükseltilmişti. Söz konusu değişikliklerle birlikte öğrenciler, hâlihazırda etkin işletilmeyen bir mekanizmanın artık tamamen işlevsiz kılındığı ve KYK kredilerinin en az 3/4’ünü yemekhaneye harcamak zorunda kalacakları yeni bir döneme başladılar.
Filistin’e yönelik saldırıların yıldönümünde, İsrail’in bölgesel savaş tehdidi ve Türkiye’nin iş birlikçi tutumuna karşı Filistin ve Lübnan halklarıyla dayanışma eylemleri gerçekleşti. Aynı tarihlerde Ayşenur Halil ve İkbal Uzuner cinayetlerinin ardından tüm diğer üniversite, lise ve semtlerde olduğu gibi İstanbul Üniversitesinde de Kadın Çalışmaları Komisyonu’nun öncülüğünde oldukça kitlesel bir yürüyüş örgütlendi. Binlerce öğrencinin kadın cinayetleri ve iktidarın yeniden ürettiği cezasızlık iklimine karşı yan yana gelip öfkelerini haykırdığı 7 Ekim günü, güvenli kampüs ve etkin CİTÖK taleplerinin yükseltilmesi için de bir alan oldu. Sonraki süreçte fakültelerde kadın dayanışmasının güçlenerek ilerlemesini sağlayacak SBF’li (Siyasal Bilgiler Fakültesi), İktisatlı, Edebiyatlı ve İLEF’li (İletişim Fakültesi) Kadınlar gibi yerel kadın birlikleri kuruldu veya güçlendirildi.
Ekim ayı, yeni hayvan yasası kapsamında ana kampüsteki köpeklerin toplatılması ve tanıtım haftasında AK Gençlik stantlarının açılması üzerine şekillenen tartışmalara sahne oldu. Yandaş kulüpler eliyle iktidarın İsrail’e yönelik hamasi söylemlerini pekiştirmek amacıyla düzenlenen, Doğu Perinçek ve eski AKP Milletvekili Metin Külünk’ün katıldığı söyleşi için Siyasal Bilgiler Fakültesinde bir dersin iptal edilmesi; Diyanet’in, “millî ve dinî değerlerine bağlı genç kuşaklar” projesi doğrultusunda “ortak faaliyet” yürütmek maksadıyla İÜ’nün başını çektiği 25 üniversite yönetiminden öğrenci kulüp ve topluluklarının isim ve sayısal bilgilerini talep etmesi de aynı ay içerisinde gerçekleşti.
Kasımda Merkez Kütüphanesi’nin hafta içi çalışma saatleri 21.00’la sınırlandırıldı, hafta sonu ise faaliyet göstermeyeceği ilan edildi. Erken kapatılmaya başlanan, bazı fakültelerde tamamen kapanacağı söylentileri yayılan ve ürünleri zamlanan kantinler için gerekli sayıda personel istihdam etmek yerine “ek kısmi zamanlı çalışma programı” adıyla öğrencileri ucuz iş gücü olarak sömürmek tercih edildi. Benzer gerekçelerle aralık ayında İletişim Fakültesi bünyesindeki kulüplerin tüm faaliyetlerini ders saatleri ile sınırlayan karar, hiçbir kulüp bileşenine danışılmayan bir süreçle alındı ve duyuruldu. Kulüpleri tamamen işlevsizleştirmeyi amaçlayan söz konusu kararın ardından fakülte kulüpleri yan yana gelerek bu durumun kabul edilemez olduğunu ve fakültelerinde ısrarcı olacaklarını gösterdiler. Yine geçtiğimiz günlerde Girişimci İş Adamları Vakfı tarafından düzenlenen “Türkiye Girişimci Buluşması” etkinliği için üniversitenin kapıları bir kez daha yandaş sermaye gruplarına ve TÜGVA gibi vakıflara açıldı.
KAZANIMLARA GİDEN YOL: DEMOKRATİK ÖTK
Bütçenin eğitime ayrılması ve kendimize dair alınan kararlarda söz hakkı sahibi olabilmemiz adına dönemin başından beri ÖTK mekanizmasını işlevsel kılmak ve demokratik seçimlerini yaptırmak için kampanya yürütüyoruz. Şimdiye kadar İletişim, Siyasal Bilgiler başta olmak üzere birçok fakültede yan yana gelip sürecin imkanlarını tartıştık, forumlar örgütledik. Üniversite yönetimine mevzubahis talebi yansıtan yüzlerce dilekçe iletmiş durumdayız. Bugün birkaç yerde fiili bir ÖTK gibi işleme potansiyeli bulunan mekanizmaların ihtimalini müzakere ediyoruz.
İktidar, üniversiteleri birer ticarethane veya kendi ajandalarının reklam panosu; öğrencileriyse müşteri, ucuz iş gücü veya sömürülecek beyin gücü olarak görüyor. Atanmış üniversite yönetimlerinin; parasız, bilimsel ve nitelikli eğitim hakkına ve öğrencilerin yan yana gelebileceği alanlara yönelik saldırılarının yeni dönemde de devam edeceği aşikâr. Toplumsal yaşamın her alanını olduğu gibi üniversiteleri de sermayenin ihtiyaçları doğrultusunda dizayn etme hedefindeki bu saldırılar, neoliberal pusulanın gösterdiği istikametten şaşmayan tek adam iktidarının üniversite tahayyülüne denk düşüyor. Üniversitelerimize yönelik bu “hayal”i boşa çıkarmaksa biz öğrencilerin 2025’te daha da önemle ele alması gereken bir mesele olarak öne çıkıyor. Bize dayatılanın yerine kendi hayallerimizdeki özgür, özerk ve demokratik üniversiteleri koymanın yolu, örgütlü mücadelemizi büyütmekten geçiyor. Yeni dönemde daha kitlesel bir mücadele örmenin farklı yollarını aramamız, taleplerimizi gerçekleştirecek araçları kurmanın ve güçlendirmenin koşullarını yaratmamız gerekiyor. Unutmamalıyız ki tarihsel sorumluluğunun bilincini kuşanmış kitlelerin mücadeleyi büyütmek için her zaman sayısız olanağı vardır.