Gerçek bir muhalefet nasıl olmalı?
Bilmemiz gerekiyor ki adım atılmadığı, kaygıların bir kenara bırakılıp üniversite çapında bir mücadeleye destek olunmadığı sürece topluluklar gittikçe daha da baskılanacaktır.
Fotoğraf: Evrensel
Deniz GÖKMEN
Dokuz Eylül Üniversitesi
DEÜ’de geçtiğimiz hafta bir öğretim görevlisinin kadın öğrencileri taciz etmesi olayının ardından Kadın Çalışmaları Topluluğu ve iki diğer topluluk, bu olayı protesto etmek ve okul yönetimin yaptırım uygulamaya davet etmek çağrısıyla bir basın açıklaması düzenlendi. Bu süreç içerisinde iki topluluk, çağrıcısı ve örgütleyicisi olduğu açıklamadan, rektörlük tarafından toplulukları kapatmaya varan tehditlerle çağrılarını geri çekti. Bir süredir okul genelinde süren CİTÖB imza kampanyası ve toplulukların üniversiteler içerisindeki durumunu, işlevini ve bütün bu sorunlar için ne yapılması gerektiğini tartışmak gerekli oldu diyebiliriz.
MUHALİF OLMAK ŞİKÂYET ETMEKLE ÖZDEŞLEŞİYOR
Sıra arkadaşlarımızın çok büyük bir çoğunluğu, ülkenin ekonomik ve siyasal atmosferinden, gidişatından mutsuz ve değişmesi gerektiğini dile getiriyor. Esas tartışmamız gereken konulardan birisi sadece lafta “muhalif” olmak, onaylamamak, desteklememekle sınırlı kalan tutumlar, “ben de böyle olmasını istemiyorum, ama...” ile devam eden cümleler ve onların sonuçları. Her birimizin yaşadığımız ülke, okuduğumuz okul, çalıştığımız işe dair çeşitli fikirleri ve eleştirileri mevcut. Esas takıldığımız nokta “siyasette özne olmak” oluyor diyebiliriz. Yani karşı durduğumuz politik ve ekonomik meseleler, talep ettiğimiz şeyler adına bir adım atmak, bir şeyin parçası, bir organizasyonun/kampanyanın vs. örgütleyicisi olmak. Egemen siyaset anlayışının gençlik için biçtiği fikir belirtmek ve oy vermek ile sınırlı kalan çerçeveden çıkmak, değiştirici olduğunu, eyleme geçerek belirli kazanımlara ulaştığını görmek gerekiyor.
Gençlik içerisinde, muhalif ancak hareket etmekte en uygun ve müsait anı bekleyen bir tutum hâkim diyebiliriz. Ancak çeşitli itirazlarımızı ve taleplerimizi özne halinde ortaya koymadan bir şeyleri kazanabilmemizin ve hatta koruyabilmemizin mümkün olmuyor. En basit örneklerden birisi olarak, okulumuzda yaşanan son taciz olayını ele alalım. Tek tek verilen dilekçelerinin üzerinden 11 ay geçmesine rağmen hiçbir açıklama yapmayan yönetim; öğrencilerin röportajlar, kamuoyu oluşturma çabaları ve basın açıklaması örgütlemesinin ardından buraya dair somut adım attığını açıklamak zorunda kaldı.
Buradan hareketle, yukarıda bahsettiğimiz tutumlar doğal olarak tüm birlikteliklerimize yansıyor diyebiliriz. Bir süredir süren CİTÖB kampanyası sürecinde, bu kampanyayı doğru bulduklarını ve kişisel olarak desteklediklerini hemen her topluluk yöneticisi söylüyor. Ancak bunun yanında imzacı olan ama açık etmemeye çalışan veya imzacı olmaya çekinen toplulukların esas kaygılarını; rektörlük tarafından kapatılmak, yönetimin feshedilmesi gibi şeyler oluşturuyor. Elbette bu kaygıyı paylaşıyoruz, ancak esas tartışacağımız konu bu kaygıların atılacak her adımda neden belirleyici olduğu olmalıdır.
ÜNİVERSİTENİN ÖZ ÖRGÜTÜ VE ESAS BİLEŞENİ: TOPLULUK
Üniversitelerin rektörlükleri, ülkenin her tarafına atanan isimlerde görüldüğü gibi, iktidarın siyasi programı dışında bir şeyin örgütlenmemesi için çaba sarf ediyor. Rektörlük de izin verip vermeyeceği her etkinlik, buluşma, seminere bu programın hedeflerine göre karar veriyor. Üniversite içerisinde AKP’ye yakın şirketlerin, sermayedarların ya da onların sponsorluğunda gerçekleşen “kariyer odaklı” etkinlikler için bütün olanaklarını seferber ediyor. Ancak örneğin kültür-sanat topluluklarının kampüs içerisinde etkinliklerini, çalışmalarını sürdürebileceği alan ve diğer gerekliliklere dair neredeyse hiçbir olanak sunmuyor.
Topluluğun kapatılması kaygısı sebebiyle adım atmamak ile bu durumdan rahatsız olduğunu dile getirmek, aşılması gereken bir çelişki. Bilmemiz gerekiyor ki adım atılmadığı, bu kaygı bir kenara bırakılıp üniversite çapında bir mücadeleye destek olunmadığı sürece topluluklar gittikçe daha da baskılanacak, etkinlikleri iptal edilecektir. Topluluklar, bir araya getirdiği üye bileşimiyle ve kitlesiyle üniversitenin öz örgütleri ve kitlesel mevzileridir. Atacağı adımın etkisinin zemini, onların birliktelik ve kitlesellikleridir.
Üniversitemizin demokratik olması, öğrenci topluluklarının rahat hareket edebilmesinin önünün açılması isteniyorsa, adım atmalı ve şikâyet etmekten bir adım öteye gitmeliyiz. Bu ülkenin dört bir yanını anti demokratik uygulamalar sarmışken, bulunduğumuz alanlardan başlayarak bu süreci değiştirecek özne olmamız gerekmektedir. Oturduğumuz sıralarda beklemek, izlemek sorunların çözülmesine değil tam aksine istedikleri gibi sorunların derinleşmesine vesile oluyor. Bütün bunların karşısında, toplulukların yan yana durarak öğrencinin taleplerini savunacağı ve birbirlerinden güç alacağı bir birlik veya konsey, adı ne olursa olsun, bir alana ihtiyacı açık biçimde ortadadır.