Barış hareketi savaş makinesine karşı
Avrupa'nın Gündemi'nde bu hafta İsrail'in Gazze saldırılarının destekçilerinden İngiltere'de barış hareketine yönelik tartışmalar, Almanya'da konut sorunu ve Fransa'da yeni yardım yasası öne çıkıyor.
Fotoğraf: Evrensel
Yılın sonuna doğru yaklaşırken geçtiğimiz yılı değerlendiren yazılar arttı. İngiltere’de Morning Star gazetesine yazan Lindsey German, İşçi Partisi hükümetinin savaş çığırtkanlığı yapan politikasını eleştirdi. Yeni yılda, barış hareketinin “ister Pasifik’te, ister Doğu Avrupa’da ya da Ortadoğu’da olsun, savaşa karşı geniş bir muhalefet yaratmak için Filistin dayanışması etrafında kitlesel seferberliği geliştirmesi” gerektiğine dikkat çekti. Barış hareketinin “emperyalizm karşıtı” olması gerektiğinin de altını çizdi.
Almanya’da yoksulların sayısının artmasında konut kiralarının yüksekliği önemli bir rol oynuyor. Sosyal konutların özelleştirilmesi, konut firmalarının aşırı kâr hırsı, kiraları el yakar hale getiriyor. Buna çözüm olarak konutların kamulaştırılması, kira freni ve kira tavan fiyatı uygulamasına geçilmesi gösteriliyor.
Fransa’da ise yeni hükümet 6 Ocak’taki ilk toplantısını yapacak. Ülkede 4 milyondan fazla insanın asgari yaşam yardımı almaya devam edebilmesi için yeni koşullar ise 1 Ocak’ta yürürlüğe girecek. Mediapart’tan seçtiğimiz makale yeni koşulların yardım alan insanların onurunu zedeleyeceğine ve birçoğunu olduğundan daha da zor durumda bırakacağına işaret ediyor.
STARMER SAVAŞ MAKİNESİNE KARŞI
Lindsey GERMAN
Morning Star
Geleneksel Noel mesajı olan yeryüzünde barış, önümüzdeki yıl İngiliz hükümeti ve müttefikleri tarafından pek dikkate alınmayacak gibi görünüyor.
Başbakan Keir Starmer ve Dışişleri Bakanı David Lammy’nin açıklamalarına bakılırsa, savaş kışkırtıcılığının devam ettiğini, silah harcamalarının arttığını ve barış çağrılarını ihanetle eş değer gören militarizmin militan bir biçimini göreceğiz.
Muhafazakar Partinin 14 yıllık iktidarının savaşçılığından kurtulmayı bekleyen herkes, özellikle de dış politikada hayal kırıklığına uğrayacaktır. Starmer’ın Gazze konusundaki karnesi muhalefetteyken korkunçtu ve İsrail’in kendini savunma hakkı olduğunu söylemeye devam ettiği için İşçi Partisine binlerce oy kaybettirdi. Hükümetteyken ise tüm dünyada parya ilan edilen bir hükümete defalarca destek verdi.
İsrail Başbakanı Netanyahu Gazze’deki soykırımdan sorumludur, savaş suçlusu olarak hakkında tutuklama emri vardır, Uluslararası Af Örgütünün yakın tarihli bir raporunda aşağılanmıştır ve Gazze, Batı Şeria ve Kudüs’te Filistinlilere karşı etnik temizlik uygulamaktadır. Ölü sayısı 45 binin üzerinde ve bu muhafazakar bir tahmin.
Yakın tarihli bir Airwars raporu, İsrail’in ilk aylarda Gazze’ye yönelik soykırım bombardımanının benzersiz yoğunluğunu ortaya koyuyor. İsrail 15 ay boyunca tam bir dokunulmazlıkla hareket ettikten sonra şimdi Suriye’yi işgal etti ve Lübnan’da yaptığı gibi defalarca bombalıyor.
İsrail’i silahlandırmayı durdurmayı ya da savaş suçlularına ve müttefiklerine herhangi bir yaptırım uygulamayı reddeden İşçi Partisi hükümeti bunların hiçbirine karşı hafif bir azarlamadan ötesine geçmedi. Starmer İşçi Partisinin İsrail dostları etkinliklerinde konuşuyor ve Filistinlilerle dayanışma gösteren herkese saldıran İsrail destekçilerini kınamak için hiçbir şey yapmıyor.
Ukrayna konusunda da Starmer, silah gönderme ve “Ne kadar sürerse sürsün” Ukrayna’nın yanında duracağı konusunda ısrar etme konusunda en kavgacılardan biri oldu. Aylardır İngiliz yapımı Storm Shadow füzelerinin Rus topraklarında kullanılmasını teşvik ediyordu ve bu şimdi gerçekleşiyor, tıpkı ABD yapımı ATACMS füzelerinin Rusya’ya karşı kullanılması gibi. Bunlar nükleer silahlı güçlerin başka bir nükleer güce karşı doğrudan müdahaleleri anlamına geliyor ve dolayısıyla nükleer savaş riskini artırıyor.
Geçtiğimiz üç yıl içerisinde İngiltere’nin Ukrayna’ya gönderdiği silah ve teçhizat miktarı artarak bunun NATO ile Rusya arasında bir vekalet savaşı olduğunun altını çizdi. Bu süre zarfında milyonlarca kişi mülteci durumuna düştü, yüz binlerce kişi öldü, çok daha fazlası ciddi şekilde yaralandı ve insan hayatı, çevresel yıkım ve ruhsal ve fiziksel sağlığa yönelik tehditler açısından korkunç bir maliyet ortaya çıktı.
Ukrayna bu kanlı yıpratma savaşını kaybediyor. Ukrayna ordusundan firar edenlerin sayısı hızla artıyor. Savaşın kendisine ve zorunlu askerliğin uzatılmasına karşı muhalefet giderek artıyor. Önümüzdeki yıl bir tür barış görüşmeleri yapılacağı yaygın olarak kabul ediliyor. Ukrayna Devlet Başkanı Zelenskiy bile bunu kabul etti ancak bu arada, başlıca Avrupalı güçler ve ABD kazananı olmayan bir savaşın devam etmesini teşvik ediyor.
Bu arada, Pasifik’teki Batılı müttefiklerin artan silahlanma seviyeleri, yaptırım tehditleri ve yüksek profilli casus skandalları ile Çin ile olan soğuk savaş ısınıyor.
Tüm bunlar, şu anda yılda 2.4 trilyon dolar gibi inanılmaz bir rakama ulaşan uluslararası silahlanma harcamalarının korkunç seviyesine karşı gerçekleşiyor. Starmer, hükümetinin Waspi kadınlarına ve emeklilerin yakıt ödeneğine saldırdığı bir dönemde İngiliz “savunma” harcamalarını yılda GSYİH’nin yüzde 2.5’ine çıkarmayı taahhüt ediyor.
NATO güçleri bu artışın GSYİH’nin yüzde 3’üne çıkarılmasını talep etmeyi planlıyor ve Starmer’ın bu konuda en hevesli olanlardan biri olacağından emin olabiliriz.
İşçi Partisi hükümetinden gelen bu şok edici gelişmeler, yeni yılda büyümesi gereken geniş bir muhalefet yaratıyor. Britanya’daki savaş karşıtı ve barış hareketi, ister Pasifik’te, ister Doğu Avrupa’da ya da Ortadoğu’da olsun, savaşa karşı geniş bir muhalefet yaratmak için Filistin dayanışması etrafında kitlesel seferberliklerini geliştirmelidir.
Savaşlara yol açan ve dünya halklarının çıkarlarına aykırı olarak sürdürülmesine yardımcı olan emperyalist sisteme de karşı çıkmalıyız. Afganistan, Irak, Libya ve Suriye’de “teröre karşı savaş”a karşı çıkmamızın haklılığı olaylarla kanıtlanmıştır: Bu müdahaleler sonucunda barış ve istikrar yerine, koşulların daha da kötüleştiğini, başarısız devletlerin yaratıldığını ve ortadan kaldırılması gereken terörizmin arttığını gördük.
Çoğu siyasetçi ve medyanın bizi durdurmak için gösterdiği tüm çabalara rağmen, Britanya’da Savaşı Durdurun Koalisyonu ile başardıklarımızdan gurur duymalıyız. Ancak 2025 yılının çok tehlikeli ve istikrarsız olacağı açıktır.
Ukrayna ve Gazze’de barış anlaşmaları olsa bile bunlar kırılgan ve değişken olacaktır. Tampon bölgeleri ve sınırları koruyan çok yüksek düzeyde birlikler ve silahlar içereceklerdir. Ve uluslararası hareket onları yenecek kadar güçlenmedikçe yeni çatışmalara yol açacaklardır.
Bu da hükümetlere değil, dünyanın emekçi halklarının savaşın kendi çıkarlarına uygun olmadığını kabul etmelerine ve savaşı durdurmak için örgütlenmelerine bağlı olacaktır.
Çeviren: Sarya Tunç
FAKİRLİĞE ALIŞKIN
Benjamin ROTH
Telepolis
Yardım örgütü Parite 13 Aralık’ta yayımladığı yeni bir araştırmada “Almanya’daki konut yoksulluğuna ilişkin ürkütücü” sonucu duyurdu. Federal İstatistik Dairesinin verilerine dayanan kısa uzman raporu, yoksulluk vakalarını hassas gruplara ve bölgelere ayırıyor ve sosyal politika önlemleri öneriyor.
Araştırmacılar Greta Schabram, Jonas Pieper, Andreas Aust, Katja Kipping ve Joachim Rock, Almanya’da 17.5 milyon kişinin (nüfusun yüzde 21.2’si) etkilendiği bir konut yoksulluğu eşiği belirlediler. Bunlar, insanların “yaşadıkları (AB) üye devletinde kabul edilebilir asgari kabul edilen yaşam biçiminden dışlanmaları” durumunda yoksul sayılacağını öngören göreceli bir yoksulluk kavramına dayanmakta.
Geleneksel yoksulluk oranı ile konut yoksulluk oranı arasındaki fark nasıl açıklanıyor? Geleneksel yoksulluk formülünden farklı olarak konut maliyetleri de hesaba katıldığında, normal hesaplamalara göre 5.4 milyon daha fazla insan dahil ediliyor. Yaşam standardı sadece gelire değil aynı zamanda konuta da bağlıdır. Aynı gelire sahip kişiler, eğer konut maliyetleri farklıysa, farklı yaşam standartlarına sahip olabilirler.
Sosyal konut stokunun azalması, yeni inşaat maliyetlerinin artması, düzenlenmeyen kira piyasası ve yaşam alanı için artan rekabet koşulları altında konut maliyetleri artıyor. Bir kirayı ödemek hızla sosyal bir sıkıntıya dönüşebilir ve iş değişikliğinden sonra bile daire değiştirmek nadiren maddi aşırı yük olmadan yapılabilir. Özellikle düşük gelirli insanlar bu durumdan etkileniyor. Gelirlerinin daha büyük bir kısmını konut masraflarına harcıyorlar, ortalama yüzde 46, normal gelirlilerde ise bu oran yüzde 30 civarında. Bu durum özellikle emeklileri, bekar ebeveynleri, genç emekçileri ve öğrencileri etkilemekte...
Yalnızca kiracılar değil, gençler, yaşlılar ve bekar ebeveynler de özellikle risk altında. Araştırmaya göre nüfusun yüzde 21.2’si yani 17.5 milyon kişi konut yoksulluğundan etkileniyor. Konut yoksulluğu görülme sıklığı bölgesel olarak değişmekle birlikte tüm federal eyaletlerde yüzde 16’nın üzerinde. Bremen’de (yüzde 29.3), Saksonya-Anhalt’ta (yüzde 28.6), Hamburg’da (yüzde 26.8), Kuzey Ren-Vestfalya’da (yüzde 24.2) ve Hessen’de (yüzde 23.7) bu oran özellikle yüksek.
Yaş gruplarında konut yoksulluğu konusunda başı çekenler yüzde 31 ile 18-25 yaş arası genç yetişkinlerden oluşuyor. Onu yüzde 27.1 ile 65 yaş üstü yaşlılar ve yüzde 20.6 ile 18 yaş altı kişiler izliyor.
Medeni duruma göre dağılım da endişe verici. 65 yaş üstü bekarların yüzde 41.7’si, bekar kadınların yüzde 40.4’ü ve bekar erkeklerin yüzde 34.4’ü konut yoksulluğundan etkileniyor. Bekar ebeveynler yüzde 36 oranında etkilenirken, üç veya daha fazla çocuğu olan iki yetişkinli haneler yüzde 30.1 oranında etkileniyor. Çalışan kişilerin yüzde 11.9’u konut yoksulluğundan etkilenirken, emeklilerin yüzde 27’si, işsizlerin yüzde 61.3’ü ve diğer işsizlerin yüzde 37.7’si bu durumdan etkileniyor. Araştırmaya göre mülkiyet, konut yoksulluğuna karşı da koruma sağlamıyor. Kendi evi olanların en az yüzde 13.3’ü konut yoksulluğundan etkilenirken, kiracılarda bu oran ortalama yüzde 28.9.
Araştırmanın yazarları konut yoksulluğunu politik olarak ele almak için önerilerde bulunuyor. Kira artışının frenlenmesi ve kira tavanının genişletilmesi, artan kira maliyetlerini dengeleyebilir.
Kamu konutlarına daha fazla yatırım yapılması, sosyal bağların kalıcı olarak genişletilmesi ve kâr amacı gütmeyen kuruluşlara yönelik yatırım ödenekleri, konut piyasasındaki rekabet baskısını azaltabilir. Buna geçinmeye yetecek bir asgari ücret, çocuklara ilişkin yardımların güçlendirilmesi, yasal emeklilik ve öğrenci bursu eşlik etmelidir.
Her şeyden önce, federal hükümetin yılda 400 bin yeni konut hedefine ulaşması gerekiyor. 2023’te 100 binden fazla inşa edilmemiş konutu kaybettiler; inşaat sektörü birliği 2024 için yalnızca 230 bin yeni konut bekliyor. Sosyal konut stokunun azalması özellikle endişe verici.
Bu sayı 2006’dan bu yana yarı yarıya azalarak 2 milyondan 2023’te 1.07 milyona düştü. Her yıl 41 bin daire geçici sosyal güvenlikten mahrum kalıyor. Alman Kiracıları Koruma Derneğinden Lukas Siebenkotten, “Bu nedenle borç freni gelecekteki yatırımlara da açılmalıdır” diye açıklıyor.
Rosa Luxemburg Vakfının temmuz ayında yaptığı bir araştırma, “Piyasa konut sorununu düzenlemiyor!” diyor. Buna göre, büyük kamu konut stokunun sürdürülebilir, sosyal yönetimi mümkündür ve kuralsızlaştırılmış özel konut sektöründen bile daha uygun maliyetlidir.
Çeviren: Semra Çelik
AKTİF SOSYAL YARDIM GELİRİ (RSA) REFORMU: İNSAN HAKLARINA SALDIRI
Faiza ZEROUALA
Mediapart
Fransa’da 1 Ocak’tan itibaren Aktif Sosyal Yardım Geliri (RSA), haftada en az 15 saatlik, belirsiz sınırlarla tanımlanan bir zorunlu etkinliğe bağlı hale gelecek. RSA, Fransa’da gelirsiz bireylerin maddi destek alabilmesi için sağlanan bir yardımdır. Ulusal İnsan Hakları Danışma Komitesi, reformun iptalini talep ediyor, bu durum dernekler ve sendikaları endişelendiriyor.
İnsan Hakları Ulusal Danışma Komitesi (CNCDH) endişelerini çok sert bir şekilde dile getirdi. RSA almaya hak kazanmak için, haftalık en az on beş saatlik bir aktivitede bulunmalarının gerekmesi ‘insan haklarına saldırı’ olarak değerlendiriliyor.
Cumhurbaşkanı (Macron) tarafından 2022 seçim kampanyasında savunulan ve 1 Ocak 2025’ten itibaren yürürlüğe girmesi beklenen bu yasa, RSA’dan yararlanan 4 milyondan fazla insanın, iş bulma kurumu France Travail’a kayıt olmasını gerektirecek. Şu anda yalnızca yüzde 40’ı kayıtlı. RSA’dan yararlananlar, sosyal ve profesyonel entegrasyon hedeflerini içeren bir ‘katılım sözleşmesi’ imzalamak zorunda kalacaklar.
CNCDH, üyeleri başbakan tarafından atanan bir kurum olmasına rağmen, bu uygulamanın yasal boyutuna şüpheyle yaklaşıyor. Kurum tarafından 20 Aralık’ta yapılan oylama sonucuna göre, reform, RSA’dan yararlanan insanların 1946 Anayasası’nın ön sözünde belirtilen ‘uygun yaşam şartları’nı ve Avrupa Sosyal Şartı’nda yer alan ‘Sosyal ve profesyonel entegrasyon, özgürce tercih etme’ haklarını ihlal ediyor. Kurum, sosyal durumu zayıf olan kişileri ‘durumlarından sorumlu’ gösteren politik ve medya söylemlerini kınıyor, ayrıca ‘İnsan haklarının, sosyal politikaların hazırlanması ve uygulanmasında ekonomik önceliklerin arkasında kabul edilemez bir şekilde geriye itilmesi’ni de eleştiriyor.
CNCDH ayrıca, büyük yoksullukla mücadele politikalarının uzun zamana yayılan tek bir eksene, yani yalnızca ‘işe dönüşe’ dayandırılmasını kınıyor. Kurum, sosyal yardımların ve dayanışma ödeneklerinin arttırılmasının ise eşitsizliklerle mücadelede etkili bir araç olduğunu savunuyor.
Tüm bu nedenlerle, kurum, haftalık mecburi aktivitelerle ilgili hükümleri iptal etmeyi öneriyor. Bunun gerekçesi, ilk etapta 18, ardından 47 ilde yapılan deneyimin tam analizinin kamuya açıklanmamış olması.
Kasım ayında Çalışma Bakanlığı, yalnızca sekiz pilot ilde yapılan denemenin nihai değerlendirme raporunu yayımladı. Analizin çoğunluğu, reformun olumlu olduğunu ve ‘görevlilerin rehberliğinin’, RSA’dan yararlanan kişilerin ‘güvenini’ ve ‘eylem kapasitesini’ güçlendirdiğini vurguluyor.
Fakat, raporda başka olumsuz noktalar da dile getirildi. ‘15-20 saatlik hedef, özellikle tembellik şüphesiyle kendini açıklama zorunluluğu hissi yaratarak olumsuz algılar doğurmaktadır’ gerçeği ortaya konulmuştur. Ayrıca, 15-20 saatin denetimini sağlamak için yapılan idari zorunluluklar RSA’dan yararlananların güven ilişkisini zedeleyebileceği, hatta bazı durumlarda RSA’dan vazgeçilmesine neden olabileceği açıklandı.
SAĞIR EDEN SESSİZLİK
Mediapart’a röportaj veren CFDT Sendikal Konfederasyonu Ulusal Sekreteri ve sosyal entegrasyon ile yoksullukla mücadele politikalarından sorumlu Lydie Nicol, CNCDH’nin görüşünü tamamen desteklediğini ve bu görüşün sendikasının savunduğu çizgide olduğunu belirtiyor. “Geçim için uygun imkanlara sahip olmak, en baştan itibaren savunduğumuz bir şey” diyor: “Bu konuda, İşsizlikle Mücadele Yasası’nın başında, önce işe erişim hakkından bahsedilmesi gerektiğini, hayati asgari gereksinimlerin koşul haline getirilmesinin doğru olmadığını söyledik.”
Sophie Rigard, Secours Catholique’te (Katolik Yardım) görevli ve “Aequitaz” ile “ATD Quart Monde” dernekleriyle birlikte ekim ayında yayımlanan, denemelerle ilgili bir raporun ortak yazarıdır. CNCDH’nin bu konuyu gündeme almasını memnuniyetle karşılıyor ve bu yasal uygulamanın yaygınlaştırılmasının “Son derece gürültüsüz bir şekilde, siyasi istikrarsızlık içinde” başlayacağını belirtiyor. Hükümetin yeni atanmış olduğunu da hatırlatıyor. Ona göre, bu reformun “ideolojik dönüşümü” önemli ve kamu tartışmasında yeterince gündem olmamış durumuna dikkat çekiyor.
Çeviren: Ali Rıza Yıldırım