29 Aralık 2024 07:46

Almanak 2024 | Bölgesel gelişmeler ve Kürt sorununda ‘ön alma’ politikası

HTŞ’nin Suriye’de geçici yönetim oluşturmasının Türkiye’nin Kürt sorunundaki ön alma politikasına alan açtı. Ama HTŞ’ye yapılan yatırımın fazlasıyla riskler barındırdığını belirtmek gerekiyor.

Fotoğraf: Harun Özalp/AA

Paylaş

Yusuf KARADAŞ

Kürt sorunu bakımından 2024 yılını, ülkedeki iktidarın bölgedeki (Ortadoğu) gelişmelerle bağlantılı olası risklere karşı ‘ön alma’ politikalarını uygulamaya çalıştığı bir yıl olarak özetleyebiliriz. Sonuçları daha belli olmasa da bu ‘ön alma’ politikası, Erdoğan’ın Suriye’nin Devrik Lideri Esad ile görüşme girişiminden Bahçeli’nin Öcalan çağrısına ve en son HTŞ (Heyet Tahrir el Şam) ve SMO (Suriye Milli Ordusu) kartlarının sahaya sürülmesine kadar farklı evrelerden geçerek bugüne geldi. ‘Ön alma’, adından da anlaşılacağı gibi sorunu çözmeyi değil; kontrol altında tutmayı ve iktidarın politikalarına alan açmayı amaçlıyor. Önümüzdeki yılın bu ‘ön alma’ siyasetinin Suriye sahasında Esad rejiminin devrilmesi sonrasındaki gelişmeler ve bu gelişmelerin içeriye yansımaları üzerinden sınanacağı bir yıl olacağını şimdiden söyleyebiliriz.

Bilindiği gibi Erdoğan’ın Esad ile görüşme ve Suriye ile ‘normalleşme’ girişimleri ağustos 2022’de Soçi’de Putin ile yaptığı görüşmeden sonra başlamıştı. Mayıs 2023’teki genel seçimler öncesinde elini güçlendirmek isteyen Erdoğan, Suriye Kürtlerine (Suriye Demokratik Güçleri-SDG) karşı operasyon için Putin’in kapısını çalmış ve Putin de adres olarak Esad’ı göstermişti. Esad’ın Suriye’deki işgale son verme ve cihatçılara desteği kesme koşullarını öne sürmesi nedeniyle de bu görüşme gerçekleşmemişti.

Ancak İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırı ve işgalinin İran’ın başını çektiği “direniş ekseni”nin diğer halkalarını da hedefe koyup bölgeyi dizayn etmenin aracına dönüşmesi, Türkiye’deki iktidarı bölgesel pozisyonu konusunda kaygıya düşürmüş ve Suriye ile ‘normalleşme’ ısrarının devam etmesine neden olmuştu. Çünkü ‘normalleşme’ derken aslında istenen Kürt sorununda içeride de sürdürülen politikayla bağlantılı bir ‘tehdit’ olarak görülen Suriye Kürtlerinin iki taraflı müdahaleyle kontrol altında tutulması ve Türk burjuvazisinin bölgedeki yayılmacı emellerine alan açılmasıydı. 22 Ekim’de Rusya’da yapılan BRICS zirvesinde Putin ile görüşen Erdoğan’ın “Sayın Putin’e, Beşar Esad’ın bizim çağrımıza vereceği cevabın temini noktasında bir adım atması çağrımız oldu” sözleri bu konudaki beklentilerin HTŞ’nin Suriye’de iktidarı almak için harekete geçtiği/geçirildiği sürece kadar devam ettiğini ortaya koyuyordu.

ABD, İSRAİL’İN SIRTINI SIVAZLADI

Bu dönemin bir diğer önemli gelişmesi de bölgede ABD emperyalizminin İsrail üzerinden sürdürdüğü emperyalist yeniden dizaynın yaratması muhtemel riskleri ortadan kaldırmak ve bu süreci Türk burjuvazisi için bir fırsata dönüştürmek amacıyla iktidar ortağı Bahçeli’nin Kürt sorununda adı konulmamış bir ‘süreç’ başlatması oldu. 1 Ekim’de TBMM’nin yeni yasama yılının açılışında DEM Parti’lilerle tokalaşan Bahçeli, “Dünyada barış isterken kendi ülkemizde barışı sağlamak lazım” diyerek attığı adımın ‘hesaplı’ olduğunu göstermiş ve devamında çokça tartışma konusu olan Öcalan’ın Mecliste DEM Parti gurubuna gelerek örgütü dağıttığını açıklaması ve ‘umut hakkı’ndan yararlandırılması (serbest bırakılması) çağrısını yapmıştı. Bahçeli, iç cepheyi tahkim etmeyi amaçlayan bu adımları, “DEM Parti ve Öcalan arasında bir an önce görüşme yapılması” çağrısıyla sürdürmüştü ki, bu yazı yazıldığında daha bu görüşme gerçekleştirilmemişti.

Bahçeli’nin bu çağrıları yaptığı günlerde CHP’li Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer’in tutuklanıp belediyeye kayyım atanmasını DEM Parti’li Mardin Büyükşehir, Batman, Urfa Halfeti, Dersim ve Ovacık Belediyelerine atanan kayyımlar takip etti. Böylece iktidar, önceki dönemlerde de iç siyaseti dizayn etmenin araçlarından biri olarak kullandığı kayyımları yeniden devreye sokmuş oldu. Özellikle “kent uzlaşısı” (CHP, DEM Parti ve geniş demokrasi güçlerinin desteği) üzerinden seçilen Özer’in hedef olarak seçilmesi, bu siyasal dizaynın Kürt coğrafyasının ötesindeki boyutunu ortaya koyuyordu.

ÖCALAN ISRARININ ARKA PERDESİ

Adı konulmamış sürece dair beklenti içindeki kesimler, kayyım uygulamasının sürecin ruhuna aykırı olduğunu söylese de aslında bu uygulamanın devreye sokulması bu sürecin yol işaretlerinden biriydi. Çünkü Bahçeli’nin bölgedeki gelişmeler ve iktidarın içeride yaşadığı ekonomik ve siyasi sıkışmışlıkla bağlantılı olarak yaptığı açıklamalar üzerine inşa edilmek istenen adı konulmamış bu süreç, yaratılan beklentilerin aksine demokratik bir çözümü değil; tepeden inme hamleler ve darbelerle bir ön almayı, süreci kontrol altında tutmayı amaçlıyordu.

Bu sürece dair tartışma yaratan bir başka nokta da iç cepheyi tahkim etmekten, iç barışı sağlamaktan söz eden Bahçeli’nin neden ısrarla Öcalan’ın devreye girmesini istediğiydi. Çünkü iktidar blokunun derdi Bahçeli’nin dediği gibi iç barışı sağlamaksa işe Kürt siyasetinin önemli aktörlerinden biri konumunda bulunan ve hakkında AİHM (Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi) ile Anayasa Mahkemesinin serbest bırakılması kararları olan Selahattin Demirtaş’la ilgili kararları uygulamaktan başlamak daha kolay olmaz mıydı? İktidar blokunun bu konudaki tutumu da asıl derdinin ülkede barışı sağlamak değil, PKK ve SDG üzerinde etkili (Bu örgütlerin ideolojik önder olarak kabul ettikleri ve alacağı tutumu esas alacaklarını söyledikleri) bir aktörün devreye girmesi ve bu temelde bölgede olası risklere karşı bir ‘ön alma’ siyasetini devreye sokmak olduğunu gösteriyordu. Dert bu olunca da ortada Öcalan’ın rolünü oynayabilecek başka bir aktör bulunmadığı için Bahçeli ısrarla Öcalan’ı işaret ediyordu.

ADAYLIK OYUNLARI

Öte yandan “Terörün kökünün kazınması, enflasyona ağır bir darbe indirilmesi ve Türkiye'nin siyasi ve ekonomik istikrara kavuşması halinde cumhurbaşkanımızın bir kez daha seçilmesi doğal ve doğru bir tercih olmaz mı?​” diyerek ağzındaki baklayı da çıkaran Bahçeli, Öcalan’ın devreye girmesi üzerinden içeride Erdoğan’a yeniden adaylık yolunu açacak bir anayasa değişikliği için Kürt hareketinin (DEM Parti) desteğinin alınması ve iktidarın ömrünün uzatılması hesaplarının yapıldığını da açığa vuruyordu.

‘Ön alma’ sürecinin asıl hedefinin Rojava’daki Kürt özerk yönetimi ve askeri gücü SDG olduğu düşünüldüğünde Suriye’de Esad rejiminin devrilmesiyle oluşan yeni durumun bu süreçte hangi adımların atılacağı ya da atılmayacağı konusunda belirleyici olacağını bugünden öngörebiliriz.

Ukrayna savaşının Rusya için yarattığı yıpratıcı etkinin yanı sıra Lübnan Hizbullah’ı başta Esad rejiminin 2011’de başlayan savaşta ayakta kalmasında belirleyici bir rol oynayan aktörlerin yediği darbeler içerideki yıkım ve yozlaşmayla birlikte bu rejimin 27 Kasım’da HTŞ ve SMO’nun Halep’e yönelik saldırısıyla başlayan süreçte hızla çözülüp yıkılmasıyla sonuçlandı. HTŞ, ilk başlarda Kürtlerle çatışmayacağı yönünde açıklamalar yapsa da Türkiye’nin maaşa bağladığı cihatçı gruplardan kurulan SMO’nun önceliği, Erdoğan iktidarının yönlendirmesiyle Suriye Kürtlerinin elindeki bölgeleri ele geçirmek oldu. Önce Tel Rıfat ve ardından ABD’nin ara buluculuğunda SDG’nin silahlı güçlerini çekmesiyle Menbiç Türkiye-SMO’nun denetimine girdi. Bu güçlerin stratejik önemdeki Kobanê’ye yönelik kuşatması karşısında yine ABD’nin ara buluculuğunda uzlaşma arayışları sürüyor. SDG Genel Komutanı Mazlum Abdi, “Kobanê’de ABD’nin gözetiminde silahtan arındırılmış bölge oluşturulması” teklifinde bulunarak uzlaşmaya hazır olduğunu gösterdi.

ABD-SDG İŞ BİRLİĞİ

Bu gelişmelerin yanı sıra HTŞ’nin de özellikle MİT Başkanı Kalın’ın Şam ziyareti sonrasında ilk dönemki söylemini değiştirerek Suriye’de federe/bölgesel yönetim ya da başka askeri güçlerin varlığını kabul etmeyeceği yönlü açıklamalar yapması da Türkiye’nin Rojava-SDG üzerindeki baskı politikalarına alan açıyor. Abdi, HTŞ’nin bu açıklamaları karşısında bölünme istemedikleri ve Suriye ordusuna katılmaya hazır olduklarını söyleyerek uzlaşmaya yönelik tutumunu sürdüreceğini ortaya koymuş oldu.

Türkiye’nin bu politika ve girişimlerinin hangi sonuçlara yol açacağını görmek için bölgede en etkili aktör pozisyonunu sürdüren ABD emperyalizminin Trump dönemiyle birlikte nasıl bir tutum alacağına da bakmak gerekiyor. Bugünden görülen ABD emperyalizminin Kürtlerle iş birliğini bölgesel dizayn politikası bakımından kullanışlı bulduğu ve bu nedenle bunu sürdürmek istediğidir -ki, Pentagon ve ABD Dışişleri Bakanlığı cephesinden yapılan “IŞİD’e karşı mücadele kapsamında SDG ile iş birliğinin devam edeceği” açıklamaları da buna işaret ediyor.

Ancak ABD emperyalizmi önemli bir NATO ortağı olmanın yanı sıra bölgede Suriye’den Karadeniz ve Kafkasya’ya birçok alanda iş birliği yaptığı/yapmak istediği Türkiye’yi de karşısına almayacağı bir çözüm bulmaya çalışmaktadır. Suriye’de Barzani-KDP çizgisindeki partilerin oluşturduğu ve Türkiye güdümlü Suriye Muhalif ve Devrimci Güçler Koalisyonu (SMDK) içinde yer alan Suriye Kürt Ulusal Konseyinin (ENKS) Rojava’daki sürece dahil edilmesi de bu arayışların bir parçasını oluşturuyor. Bu temelde ENKS ve PYD’nin başını çektiği Ulusal Birlik Partileri (PYNK) arasında ABD ve Fransa’nın ara buluculuğunda ‘birlik’ görüşmeleri yapılıyor.

MÜCADELE HATTI BELİRLEYİCİ

Bu gelişmelerin toplamına baktığımızda Dışişleri Bakanı Fidan’ın uzunca bir süredir iş birliği yapıldığını açıkladığı HTŞ’nin geçici yönetimi oluşturmasının Türkiye’ye Kürt sorunundaki ön alma politikası ve Suriye başta bölgedeki yayılmacı emeller için alan açtığı görülüyor. Ancak ABD emperyalizminden AB’ye ve Körfez’deki Arap rejimlerine kadar birçok aktörün sahada daha etkin bir pozisyon (paylaşım mücadelesinden daha büyük pay) alma peşinde koştuğu düşünüldüğünde HTŞ’ye yapılan yatırımın ve sürdürülmeye çalışılan politikanın fazlasıyla belirsizlikler ve riskler barındırdığını da belirtmek gerekiyor. Sonuçta bu politika ülke ve bölge haklarının çıkarlarını savunmaya değil, tekelci burjuva gericiliğin yayılmacı emellerine ve kader birliği yaptığı iktidarın ömrünü uzatmaya hizmet ediyor. Öyleyse bu ‘ön alma’ politikasının sınırlarını görmek bakımından sadece bölgesel gelişmelerin değil; aynı zamanda ülkedeki emek, barış ve demokrasi güçlerinin bu politikaya karşı alacağı tutumun ve sürdüreceği mücadelenin de belirleyici olacağını söyleyebiliriz.

ÖNCEKİ HABER

Almanak 2024 | AKP’nin dış politika panoraması: ABD ile dost İsrail ile uzlaşmacı

SONRAKİ HABER

Diyarbakır Barosu Nevzat Bahtiyar’a verilen cezaya itiraz edecek

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa