Almanak 2024 | Dış cephenin rüzgarı, iç cephede delikler
Erdoğan 30 Ağustos’ta “İç cepheyi sağlam tutma” çağrısında bulundu. New York ziyaretinde de yatırımcılardan beklediği desteği bulamadı. Bahçeli Meclis’te DEM Parti’lilerle selamlaştı.
Fotoğraf: CHP Basın
Birkan BULUT
2024 yılında Türkiye’nin siyasi tablosunu sarsan 31 Mart yerel seçimleri ezber bozan bir rol üstlendi. Ucuz emek ve ihracata dayalı ekonomik modelle gittiği 2023 genel seçimlerini ücret artışları, EYT düzenlemesi, işsizliği kontrol altında tutma ve muhalefete baskı politikalarıyla kotaran Erdoğan, yerel seçimde Şimşek Programına karşı öfkeye tosladı. Ezber şekilde ‘kimlik çatışması’ ekseninde değerlendirilen toplum, geçim şartlarına verdiği politik tepkiyle AKP’yi kurulduğundan beri ilk kez ikinci parti yaptı. Üstelik bu tablo seçimden sonra da sürdü: Enflasyonun yanına yükselen işsizlik eklendi; şirket kârları artarken tüm emekçiler ve emekliler açlık ücretine mahkûm edildi.
Yerel seçimde kırmızıya boyanan haritada birinci parti çıkan CHP, Manisa, Afyonkarahisar, Kırıkkale, Kilis, Kütahya, Uşak ve Zonguldak’ı çok partili sisteme geçilmesinden bu yana, Adıyaman’ı 1989 seçimlerinden, Amasya, Bartın, Giresun ve Kastamonu’yu ise 1977 seçimlerinden bu yana ilk kez kazandı. Bu, AKP’nin büyükşehirler ve sanayi merkezlerinin yanı sıra küçük-orta ölçekli üretimin ve sağ siyasi akımların yaygın olduğu bölgeleri de kaybetmeye başladığı anlamına geliyordu.
NORMALLEŞMEDEN YUMUŞAMAYA...
Ancak AKP’nin hezimete uğradığı seçimden sonra CHP, halkın öfkesine yaslanarak muhalefeti yükseltmek yerine “normalleşme” adı altında tansiyonu düşürdü. Oysa halk tek adam yönetiminin kemer sıkma politikalarına karşı daha iyi muhalefet yapması için CHP’ye oy vermişti. Erdoğan uzatılan bu eli fırsat bilerek, muhalefetin “normalleşme”sini, “yumuşamaya” çevirdi. Şöyle söyleyecekti: “Yumuşaması gereken iktidar değil, muhalefet!”
İktidarın bu süreci bir ‘toparlanma’ fırsatı olarak kullanması için pek bir şey yapması da gerekmedi. Erdoğan’ın CHP’ye ziyareti, birkaç bakanın CHP’li “gölge bakan”larla kısa görüşmeler yapması, Cumhurbaşkanının bir süre CHP’ye sert sözlerle yüklenmemesi oyalama süreci için yeterli oldu. TİP Milletvekili Can Atalay, Gezi tutukluları ve Osman Kavala’yla ilgili olarak yaratılan beklentilerin de bu atmosferin bir parçası olduğu kısa sürede görüldü.
Normalleşme/yumuşama sürecinde Şimşek imzalı kemer halkın boğazını daha fazla sıkarken, büyüyen tepkilere CHP yönetiminin yanıtı ise “tematik” mitingler oldu. “Hem müzakere hem mücadele” diye savunulan bu gösterilerin emekçilerin mücadelesinin gelişmesine değil, yatıştırılmasına hizmet ettiği de çok geçmeden anlaşıldı. Mitingler halka yaşadığı sorunların kürsülerden halka tekrar dile getirilmesinin ötesine geçmedi. Eğer kitleler öfkesini dışa vuracaksa, bu, düzen sınırları içerisinde olmalıydı. Bunun en etkin yolu da ekmeği sandıkta aramak, erken seçim istemekti.
Siyasetin nabzı sonbaharda yükseldi. Erdoğan 30 Ağustos’ta ilk kez “İç cepheyi sağlam tutma” çağrısında bulundu. Eylül sonundaki New York ziyaretinde yatırımcılardan beklediği desteği bulamamış, ABD seçimlerine dair “Gelen gideni aratmasın” dediği karamsar bir yorumla ve yeniden “iç cephe” söylemiyle ülkeye dönmüştü.
ADI KONULAMAYAN SÜREÇ
Ekim ayı MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin ‘sürpriz’ hamleleriyle başladı. Meclis açılışında DEM Partililerle selamlaştı, akşamında CHP Genel Başkanı Özgür Özel’e “siyaseten” ağır sözler kullandığını söyleyerek “Birbirimizi kırmıyoruz inşallah” dedi. Aynı gün Erdoğan da İsrail’in Filistin ve Lübnan'dan sonra Türkiye’ye gözünü dikeceğini söyleyerek, iç cephe vurgusunu sürdürdü. Baş döndüren siyasi gelişmeler, Bahçeli’nin PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın Meclise gelerek örgütü lağvettiğini açıklaması ve umut hakkından faydalanabilmesi çağrısıyla devam etti. MHP’nin Öcalan’ı Meclis kürsüsüne davet edecek kadar “pahalı” bir söylemde bulunması, iktidarın iç ve dış cephe söylemlerindeki hesapları konusunda merak uyandırmıştı. Adı konulamayan bir “süreç” başladı. Bir yandan Öcalan’ın çıkmasından ve Kürtlerle kardeşlikten söz ediliyor, diğer yandan belediyelere kayyım atanıyordu. CHP ve DEM Parti’nin kent uzlaşısıyla kazanılan Esenyurt Belediyesine kayyım atanmasıyla, İstanbul da kayyımla tanıştı.
ŞAM’IN RÜZGARI YELKENİ DOLDURUR MU?
Bu “süreç”e dair uzun süre herhangi bir yorum yapmayan Erdoğan ise sonunda baklayı ağzından çıkardı: “Bölgemizde tarihi bir fırsat penceresi açıldı.” Türkiye’nin kontrol altında tutmakla görevlendirildiği İdlib’deki cihatçı örgüt HTŞ, ABD-İsrail-İngiltere’nin açtığı o fırsat kapısından çıkıp 12 günde Şam’a girdi. Esad yönetiminin devrilmesiyle oluşan yeni Suriye’de, Erdoğan yönetimi hamilik ve zafer pozlarıyla sahneye çıktı.
“Dış cephe”de Suriye’deki Kürtlerin kazanımlarının ortadan kaldırılmasını isteyen Erdoğan yönetimi, “iç cephe”de de eşit yurttaşlığa dayanan taleplerinden vazgeçmiş, Suriye Kürtleri ile bağını koparmış ve İmralı üzerinden uzlaşacak bir Kürt siyasi hareketi için “çözüm” dayattı. İktidar ortaklarının “DEM Parti Türkiyelileşmeli” sloganıyla tedavüle soktuğu bu siyaset hem Kürt sorununun inkarına hem de (Esenyurt kayyımında olduğu gibi) ortak mücadele olanaklarının tasfiyesine odaklanıyor.
Son bir yıla bakınca düşük ücret, işsizlik, hayat pahalılığı gibi kemer sıkma politikalarıyla emekçilerin öfkesini toplayan Erdoğan ve partisi, iç ve dış politikadaki manevralarıyla bu sıkışmışlığı aşmaya çalışıyor. İktidarı sürdürmek için bu seçimsiz dönemi ekonomide faturayı emekçilere kesmekten, daha fazla NATO’cu çizgiye sarılarak bölgedeki paylaşıma ortak olmaktan, içeride muhalefeti dizginlemekten başka çareleri yok. Ancak giderek daha fazla zorlaşan geçim şartlarıyla, iktidarın geniş emekçi kesimlerin desteğini alması zorlaşıyor. Erdoğan Şam’ın rüzgarıyla yelkenini doldurmaya çalışsa da AKP’nin gemisi ezdiği halk kesimlerinin açtığı deliklerle dolu.