Ahmet Özer: Kayyım siyaseti birliğimizi parçalamaya hizmet ediyor
Yerine kayyım atanan ve Silivri Cezaevinde tutuklu bulunan Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer, avukatları aracılığıyla Evrensel’in sorularını yanıtladı.
Fotoğraf: Ahmet Özer’in X hesabından alınmıştır
Şerif KARATAŞ
İstanbul
Kent uzlaşısı ile Esenyurt Belediye Başkanı olarak seçilen Ahmet Özer, 30 Ekim’de sabaha karşı evine yapılan baskınla gözaltına alınıp tutuklandı, Ahmet Özer’in yerine Can Aksoy atandı. Beyoğlu Kaymakamı olan Aksoy, aynı gün içerisinde önce İstanbul Vali Yardımcısı görevine getirilirken sonrasında Esenyurt Belediye Başkan Vekili olarak Esenyurt Belediyesine atandı. Silivri Cezaevinde tutuklu bulunan Ahmet Özer, avukatları aracılığıyla Evrensel’in sorularını yanıtladı.
Türkiye’nin nüfus olarak en büyük ilçesi olan Esenyurt’a belediye başkanı seçilmenizin üzerinden 7 ay geçmemişken gizli tanık ifadeleriyle gözaltına alınıp tutuklandınız. Henüz bir iddianame de hazırlanmadı... Esenyurt’un ve sizin “özel bir hedef” haline getirildiğinize dair yaygın yorumlar var. Bu süreçte yaşananlar için neler söylemek istersiniz?
Haksız ve hukuksuz tutukluluğumun üzerinden iki ayı aşkın bir süre geçti. Olgulara değil, algılara göre yürütülen gayrihukuki bir sürecin parçası haline getirildim. Düşman ceza hukuku uygulamasına örnek gösterilecek bir soruşturmanın öznesi halindeyim. Gözaltına alınırken bana “yakıştırılacak” bir örgüt bulamadıkları için sonradan TDÖ kısaltmalı, hayatımda daha önce hiç duymadığım, bir yapının/örgütün üyesiymişim gibi lanse edildim. Avukatlarım deneyimli ceza hukukçuları. Onlarla konuştuğumda “Siyasi davalarda hukuk güvenliği olmaz” cevabını veriyorlar. “Türkiye Cumhuriyeti’nde yaşayan herkesin hukuk güvenliği var, hakkını, menfaatini koruyacak hakimler var” diye düşünürken, bir komplonun ortasındaymışım gibi hissediyorum. Kendim için değil, vatandaşlarımızın hukukunu koruyacak, hukuk adamlarının bana ve Esenyurt halkına reva gördükleri bu duruma isyan ediyorum. Tutuklu olduğum soruşturmanın, halkın önemli bir kesiminde karşılığı yok. Esenyurt’un seçilmiş belediye başkanına yönelik siyasi bir operasyon olduğuna inandıklarını da biliyorum. Bana gönderdikleri destek mesajlarından, bu konuya tepkilerinden ve duyarlılıklarından bu rahatlıkla anlaşılabiliyor. İçlerinde AK Partili isimlerin olduğunu da ifade edeyim. Halk iradesinin, gayrihukuki yollarla gasbını, yakıştırmalarla hakkımda soruşturma yürütülmesini içime sindiremiyorum. Sadece ben değil “demokrasiye” inanan hiç kimsenin sindiremediğine de eminim. Esenyurt’ta yapılan bir araştırma halkın yüzde 81’inin kayyım uygulamasına karşı olduğunu gösteriyor. Diğer bir deyişle bize yapılan haksızlığı kabul etmiyor.
“TOPLUMSAL FARKINDALIK ARTTIKÇA ÇIKIŞ YOLU BULUNACAK”
Kayyım siyasetinin üçüncü dönemini yaşıyoruz. Üçüncü dönemdir seçilmiş yerel yöneticiler yerine merkezi idare tarafından atanan görevliler işbaşına getiriliyor ve tepkilere rağmen bu uygulamaya geri adım attırılamıyor. Buna karşı partiniz CHP ve genel olarak muhalefetin izleyebileceği başka yollar var mıdır sizce?
Biz bir Ortadoğu ülkesi değiliz. Sınırlarımız cetvelle değil, kan ve gözyaşı ile çizildi. Bu ülkede yaşayanlar bir kader birliği içinde, ortak yaşama arzusuyla hareket ediyorlar. Kayyım siyasetinin bu birlik ve beraberliği parçalamaya hizmet ettiğini düşünüyorum. Bu ülkedeki kazanımlar, belli bedeller ödenerek elde edildi. Demokrasi, insan hakları, kadın hakları, hukuk devleti ve sosyal devlet kavramları 1800’lerden günümüze devam eden anayasallaşma ve demokrasi mücadelesinin bir sonucudur. Bu kavramların kökleri yüzyıllar öncesine dayanıyor.
Bizim ideal bir demokrasi uygulamamız olmasa da partim CHP, demokratik tepki mekanizmalarını işletmeye devam ediyor. Yaşadığım hukuksuzluk ve genel olarak kayyım uygulamaları konusunda, en sağdan en sola tüm siyasi partilerin uzlaşı içinde olması, demokrasimiz adına umut verici bir durum. Bu farkındalığı artırmalı, demokrasiyi güçlendirmek için kayyım gibi haksız uygulamalara son verilmesi için çaba sarf etmeliyiz. Halkın iradesinden güçlü başka hiçbir şey yoktur. Ben Esenyurt’un seçilmiş belediye başkanıyım. Bu gerçeği hiçbir şey değiştiremez. İçinde bulunduğum gayrihukuki durumun sonlandırılması için gerekli politikaları CHP Genel Merkezi yürütüyor. Her gün tepki için Esenyurt Belediyesi önünde toplanılıyor. Sonra Esenyurt Meydanı’nda “Demokrasi Nöbeti” tutuluyor. Bu demokratik tepki eylemine milletvekilleri, belediye başkanları, il ve ilçe örgütlerinin yanı sıra halk da katılıyor. Esnaf ve halk ziyaret edilerek toplumsal farkındalık yaratıldığı haberlerini de alıyorum. Bir cenderenin içinde olsak da toplumsal farkındalık arttıkça çıkış yolu bulunacağına eminim.
Sizin tutuklanmanız, muhalefetin tabanda birleşme eğilimine yönelik bir müdahale olarak da değerlendiriliyor. Özellikle Türk ve Kürt halkının birlikte mücadele etmesinin, birlikte yönetme iradesinin hedef alındığı düşünülüyor. Bu görüşlere katılır mısınız?
Ben genel başkanımızın ifadesiyle “esir alınmış” bir belediye başkanıyım. Buna karşın Esenyurt’un seçilmiş belediye başkanıyım ve Esenyurt halkını temsil ediyorum. Ancak sadece CHP ya da DEM Parti tabanından oy almadım. Bana AK Partiden de ciddi oranda oy verildi, diğer partilerden de. Bu tespitim 2019 ile 2024 seçimleri oy oranları üzerinden yapılmış bir analize dayanıyor. Esenyurtlu hemşehrilerimin üzerimde uzlaşması hem akademik titrimden hem de barışçıl ve uzlaşmacı kimliğimden kaynaklanıyor. Çatışmaya değil, müzakereye inanan bir insanım. Sorunların böyle çözüleceğine, toplumsal barışın bu şekilde sağlanacağını savundum hayatım boyunca. Bugüne kadar yazdığım tüm kitap ve makalelerde hep barışçıl düşünceler işlenmiştir. Bugün benden sözde bir “terörist” yaratma çabası içindeler. Yakıştırmalar ve algı siyaseti ile bunu yapmak istiyorlar. Bu yakıştırmanın bende tutmayacağını yeni yeni anlamaya başladılar. Ancak ifade etmeliyim ki bu yaklaşım, toplumsal barışa hizmet etmez. Aksine ayrışmayı körükler. Zira demokrasi içindedir her şeyin çözümü. Dayatmacı, baskıcı, otoriter ve ötekileştirici politikalar halkın yöneticilere yabancılaşmasına hizmet eder. Bu bağlamda evet, kayyım siyasetinin demokrasimize zarar verdiği görüşüne iştirak ediyorum.
“ISRARLA AYNI HATAYA DÜŞMEK KASITTIR”
Türkiye’nin yaklaşık 10 yıldır derinleşen bir tutuklu siyasetçiler sorunu var. Sizin tutukluluğunuzun da bir siyasi operasyon kapsamında olduğu yönündeki görüş yaygın. Bir yerel yönetim çerçevesinin dışına çıkarak bakarsak, Türkiye’yi yönetenler bu politikayla hangi sonuçlara varmak istiyor ve bu amaçlarına ne düzeyde varabiliyor sizce?
Uzun süre iktidarda kalan otoriterleşmiş iktidarlarda temel sorun devlet içindeki güç dengesinin bozulması, kuvvetler ayrılığının işlevini yitirmesidir. 15 Temmuz darbe teşebbüsü sonrasında, ihraç kararlarıyla boşalan kamuya çok sayıda alım yapıldı. Bu bir anlamda iktidarın devlet içinde kadrolaşmasını da beraberinde getirdi. Yargının içindeki gruplaşmalar da bunun bir sonucudur. Bunun ilk örneğini 2000’li yılların başında FETÖ oluşturdu. Şimdi ise başka isimler altında gruplaşmaların olduğu ifade ediliyor. Bu durum da ister istemez yargının siyasallaşmasını, yargı kararları ile de siyasetin dizaynını gündeme getiriyor. Türkiye Belediyeler Birliği ve İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun “ahmak davası” da bunun en çarpıcı örneklerinden biridir. Kanımca ben de düşman ceza hukukunun çok ağır uygulandığı, siyasi yargılama süreçlerinden birine muhatabım. İktidarın bu politikalardan sonuç elde edemeyeceğini, geçmişteki Ergenekon gibi siyasi yargılama süreçlerinden anlamış olması gerekiyor. Bir kere yapılan şey hatadır ancak ısrarla aynı hataya düşmek kasıttır. Bu davalar eliyle iktidarda kalmayı amaçlamanın ancak geçici getirileri olur. Halk ise bir süre sonra bunlara prim vermez. Aslolan her zaman sandıkta hukuki ve siyasi meşruiyeti sağlayarak iktidarını korumaktır.
“EŞİT TEMELDE BİR YAŞAM SAĞLANDIĞI TAKTİRDE ÇOK ŞEY DEĞİŞİR”
Akademisyen kimliğinizle Kürt sorununun çözümü konusunda çalışmalar yaptınız. 2013 yılında yürütülen ‘çözüm süreci’nde, Mecliste görüşlerinize başvuruldu. Şimdi de 1 Ekim’de Devlet Bahçeli’nin Mecliste DEM Parti’lilerle “tokalaşması” ile başlayan, hemen herkesin adlandırmakta zorlandığı bir süreç var. Eş zamanlı olarak Suriye’de sarsıcı gelişmeler oldu. Bu gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Gerçekten Kürt sorununu çözmeye yönelikse Bahçeli’nin çağrısını olumlu buluyorum. Bu sorun artık ülkenin önünde “bariyer” olmaktan çıkarılıp bir kaldıraca dönüştürülmelidir. Bunun yolu ise gerçek bir demokrasiden ve yurttaşlık hukukundan geçer. Sorun çözülüp eşit temelde bir arada demokrasi içinde yaşam sağlandığı taktirde çok şey değişir. Türkiye önümüzdeki 5-10 yıl içinde en saygın demokrasilerinden biri haline gelir. Bu noktada samimiyetle işlevlik kazandıracak dört kavram önemli; niyet, empati, barış dili ve bölünme paranoyasından arınma. Suriye’deki gelişmeleri de bu bağlamda okumak gerekir. Türkiye Suriye’deki Kürtleri dışlayıcı değil, kucaklayıcı bir rol oynarsa bu her bakımdan kendi yararına olur.