Yeni yılda birbirimize ne hediye edeceğiz?
2025’in ilk günlerinde yeni yılın getirecekleri ve bizim ona götüreceklerimizi hayal ederken içine mücadele koyalım, birbirimize umudu hediye edelim.
Kaynak: Max Pixel
Baktığımız her yerde rengarenk ışıklar, vitrinlerde kırmızı yeşil kıyafetler ve birbirinden göz alıcı süsler görüyoruz yıl sonuna yaklaşırken. Bazıları ya evine ya da cebine uygun boy çam ağacı alıp süslüyor, bazıları ellerinde Kokina çiçekleriyle sokaklarda dolaşıyor. Kafeler sıcak çikolatalarla, dükkanlar yılbaşı temalı dekorasyonlarla dolup taşıyor. Zencefilli kurabiye evleri, marşmelovlu sıcak çikolata bombaları ve ışıltılı hediye arayışları…Yılın en beklenen vakti görkemli bir şekilde sokaklarda, AVM’lerde boy gösteriyor.
Yılın bu döneminde herkes bu cümbüşün arasında bir telaş içinde. Ama bu telaşın ardında büyük bir tüketim mekanizması var. Yılbaşı temalı biletli parklar, partiler, kutlama paketleri derken tüketmek beklentisi çığ gibi büyüyor. Gelelim ki KYK bursunun 3000 TL, genç başına düşen yıl bütçesinin ise 579 TL olduğu bir ülkede bu beklentileri karşılamak mümkün değil. Çoğumuz için bu lüks ürünlere ulaşmak, bir hayalden ibaret. Tüketemiyoruz ve tüketemedikçe de eksik hissediyoruz.
Yılbaşının ticarileşmesi yalnızca ekonomik bir sorun değil; bu durumun kültürel boyutları da var. Türkiye’de yılbaşı kutlamaları, bazılarının gözünde “bizim kültürümüze ait olmayan” bir alışkanlık olarak görülüyor. Bu argümanla üniversitelerde ağaç süslemeleri engelleniyor, MEB okullarda yılbaşı kutlamalarını yasaklayan kararnameler yolluyor. Ancak bu yasakların arkasında, milliyetçi ve gerici fikirlerin birleştiği bir anlayış yatıyor. Burada çelişkili bir durum var: Türkiye’nin ekonomik sistemi zaten dışa bağımlı. İthal ürünler, yabancı sermaye ve global şirketler ekonominin temelini oluşturuyor. Tek adam iktidarı ise dışa bağımlılığı değil, yılbaşını yok etmenin derdinde. Oturduğumuz binalardan yediğimiz yiyeceklere kadar hayatımızın her alanında yabancı sermaye varken, yalnızca yılbaşı kutlamalarını “yabancı bir gelenek” olarak hedef alan, adeta yılbaşını gençlerden çalan iktidarın hedefi açık: çeşitli suni gündemler üzerinden halkı, gençleri kutuplaştırmak.
Yılbaşının bir diğer önemli geleneği hediyeleşme. Sevdiklerimize aldığımız hediyeler genelde bir iki kereden fazla giymeyeceğimiz kazaklar, bir kenara bırakılıp unutulacak dekoratif eşyalardan oluşuyor. Peki bu hediyelerin ötesinde, daha anlamlı bir şeyler bulmak mümkün mü?
Belki de bu yıl sevdiklerimize mücadele umudu hediye etmeliyiz. Baktıkça daha iyi bir dünya uğruna savaşmayı, beraber her şeyi değiştirebileceğimizi hatırlasınlar. Peki daha iyi bir dünya nasıl olurdu? Birbirimize hediye edeceğimiz kadar önemliyse mücadele, ne uğruna mücadele edeceğiz?
BARIŞIN HAKİM OLDUĞU BİR DÜNYA
Bize ait bir dünyayı düşlerken ilk akla gelen barbarlığın, vahşetin en üst düzeyi olan savaşların son bulması oluyor. Türkiye dünyada en fazla savaşın yaşandığı bölgenin dibinde konumlanıyor. Ortadoğu bir kazan gibi kaynarken, buradaki savaşlar milyonlarca insanı etkilerken ve hayatını elinden alırken, çatışmaların sonuçları Türkiye’yi de ilgilendiriyor. Ortadoğu’nun kaynamasıyla birileri sıcaklığı artırarak herkesi tehlikeye sokuyor, emperyalistler bu çatışmalardan çıkar sağlıyor. Bugün Suriye’ye baktığımızda bazı kesimler açısından savaşın kahramanı, kurtarıcı olarak görülen HTŞ ise yaslandığı emperyalist devletlerin çıkarlarıyla hareket ediyor, savaş teçhizatını onlarla sağlıyor, askerlerini bu devletlerle eğitiyor. Türkiye ise bu savaşta çıkarlarına göre ittifaklar kuruyor, bir gün “terörist” ilan ettiği gruplarla ertesi gün iş birliği yapabiliyor.
Bu savaş politikalarına karşı durmak, gençliğin omuzlarındaki en büyük sorumluluklardan biri. Savaşsız bir dünya hayalini gerçekleştirmek, yalnızca barış iradesine sahip çıkmakla mümkün olabilir çünkü tarih, bize barış mücadelesinin ne kadar güçlü olabileceğini gösteriyor. 1968’de Vietnam Savaşı’na karşı çıkan gençlik hareketleri, emperyalist planları nasıl alt üst ettiyse, bugün de aynı cesarete ihtiyacımız var. Gençlerin bütçenin savaşa değil ihtiyaçlara harcanmasını, silah üretiminin durdurulmasını, emperyalistlerin savaş bölgelerinden çekilmesi talepleri bize bugün önümüze koyacağız mücadelenin rotasını çiziyor. Dünyanın en büyük silah tekellerine, bugün Türkiye’de kariyer basamaklarını savunma sanayide tırmanma çağrısı yapanlara karşı silahlar satıldığı sürece savaşlar bitmez demenin önemini gösteriyor.
EMEĞİN ÖZGÜR OLDUĞU BİR DÜNYA
Savaşların yanı sıra, içeride de büyük bir mücadele sürüyor: sermaye ve emeğin çatışması. Türkiye’de işçi sınıfı, yıllardır grev yasakları ve baskılarla karşı karşıya. Geçtiğimiz haftalarda metal işçilerinin grevi, “milli güvenliği tehdit ettiği” gerekçesiyle yasaklandı. Ancak işçiler, tüm baskılara rağmen direnişe devam ediyor. Ücretlerin düşüklüğü, iş koşullarının gittikçe kötüleşmesine karşı kendi taleplerini örgütleyen metal işçilerinin grevi tıpkı 2015 Metal Fırtınası’nda olduğu gibi toplumsal muhalefetin yüzünü dönmesi gereken bir direniş ortaya koyuyor.
Metal sektörü; önceliği ve diğer iş kollarında yaratabileceği grev dalgaları sebebiyle ayrı bir öneme sahip olsa da tüm grevler bugün gençleri oldukça yakından ilgilendiriyor. Çünkü Türkiye kapitalizmi Suriye politikalarında izlediği yolda emperyalist devletlerin ona sağladığı oyun alanında kendi emperyal çıkarlarının peşinde. İçeride de kendi iktidarının otoritesini sağlamlaştırmak bir tarafa, başta grevsiz bir Türkiye sözünü verdiği için bu ülkeye yatırım yapan yabancı sermayedarların fabrikalarının bekçiliğini yapmak zorunda kalıyor.
Dolayısıyla bugün tutarlı bir mücadele kapitalizmin küçükten büyüğe insanları savaşa, açlığa, sefalete sürükleyen tüm aygıtlarını içeride ve dışarıda ortadan kaldırmaktan geçiyor. Metal işçilerinin grevi de bu yıkımın yolunda cesurca bir adım ve bugün gençliğin görevi, bu adımları işçi sınıfıyla yan yana atmak. Fabrikalardan başlayarak büyüyen bu direnişi gençlik sahiplendiğinde, o cesurca adım hepimiz için umut verici bir toplumsal direnişe dönüşebiliyor. İşçi sınıfının kazanımı, gençliğin kazanımı oluyor.
Öyleyse, savaşsız sömürüsüz olacaksa bizim dünyamız, içinde ne olabilir? Dayanışmanın, birlik ve beraberliğin gücüyle yıkabildiği ve inşa edebildikleri olabilir. Sosyalist bir ülkede, komünist bir dünyada yılbaşları da böylece daha fazla tüketmenin, daha fazla yiyip bitirmenin değil, geleceğe umutla bakmanın, inşa edeceğimiz yeniliklerin hayalini kurma anlamına gelirdi.
Biz yine de bu hayale bugünden başlayalım. 2025’in getirecekleri ve bizim onu götüreceklerimizi hayal ederken içine mücadele koyalım. Birbirimize umudu hediye edelim.