7 Ocak 2025 21:38

Oyun oynama yaşımız geçti mi?

Dizi, kültürel fenomeniyle sömürü, eşitsizlik, yolsuzluk, yoksulluk karşısında ve adalet, dayanışma gibi kavramların arasında bireysel kurtuluş safsatasını gözler önüne seriyor.

Oyun oynama yaşımız geçti mi?

Netflix Türkiye YouTube kanalında yayımlanan 'Squid Game | Resmi Fragman | Netflix' adlı videodan alınmıştır

Settar Umur UYAR

Galatasaray Üniversitesi

İzlenme rekorları kıran, yalnızca medyada değil market reyonlarında bile karşımıza çıkan Squid Game 2. sezonuyla geri döndü! İçine düştükleri büyük borç batağından bir çıkış yolu gözükmeyen 456 oyuncunun büyük bir para ödülü için yarıştığı gizli bir oyun çevresinde gelişen dizi; heyecan dolu hikâyesiyle popüler kültürü uzun bir süre hakimiyeti altına almıştı. Dizi yalnızca bir hayatta kalma mücadelesi değil aynı zamanda modern toplumun karanlık köşelerine tutulmuş bir ayna çünkü hayatlarını kurtarabilecek büyük para ödülü için oynadıkları oyunlar, kapitalizmin çarkları arasında sıkışıp kalanların sistemde yeniden başlayabilmeleri için bir şans aslında. Yarışmacılar arasında kripto para ticaretiyle büyük borca girmiş bir genç, oğlunun borcunu ödemeye çalışan yaşlı bir anne, trans kadın olduğunu açıkladığı zaman işini kaybeden eski bir asker gibi farklı sistemin farklı öykülerden aynı zora sürüklediği karakterler var.

Bu insanlar, vahşet dolu yarışmaları eğlence amaçlı izleyen ve kim olduğu muallakta bırakılan, en azından yarışmacılar gibi yoksul, çaresiz olmadıklarından emin olduğumuz bir grubun gözünde birer çöpten farksız, düştükleri durumların sebebiyse oyunu düzenleyenlerin gözünde tamamen kendi suçları, beceriksizlikleri, “aptallıkları”dır. Çocuk oyunlarıyla kurgulanmış olsa da ölümcül bir mücadeledir platform. Yarışmacılar her elenen, öldürülen, oyuncuyla artan ödül için mücadele ederken birbirleriyle yüzleşmek zorunda kalır.

Bu yüzleşmelere ilk sezonun kısa bir özetini vererek başlayabiliriz. Şoför Gi-hun, metroda tanıştığı gizemli bir adamla oynadığı “ahtapot oyunu”yla aldığı kart sayesinde yarışmaya davet edilir. Farklı şekilde polis memuru Hwang Jun-ho, yarışmaya kayıp kardeşini bulmak için pembe üniformalı görevlilerden birisi olarak sızar ve oyunun ardındaki karanlık gerçekleri ortaya çıkarmaya çalışır. Herkesin sempati duyduğu 001 numaralı yarışmacının aslında oyunun düzenleyicilerinden biri olduğu ortaya çıkar. Yarışmanın düzenlenme amacınınsa zenginlerin eğlencesi olduğunu öğreniriz. Polis memuru da kovalamaca içerisinde abisinin de düzenleyicilerden birisi olduğunu öğrenir ve onun tarafından vurularak uçurumdan okyanusa düşer. Baş karakterimizse oyunu kazanmıştır kazanmasına ama mutluluğu parayla satın alamaz, katledilen yarışmacıların kanıyla. Amerika’da çocuğuyla yeni bir hayata başlamak için havaalanına gitse de uçağa binmekten vazgeçer ve ikinci sezona zemin hazırlayacak şekilde organizasyonu bitirmek için harekete geçer.

İKİNCİ SEZONDA DEĞİŞEN NE VAR?

İlk sezonun başarısıyla büyük beklentilerin ağırlığı altında yönetmen Hwang Dong-hyuk, ikinci sezonda katmanlı bir intikam öyküsüyle izleyicilere ulaşmaya çalışmış. Şok etkisi ilk sezona göre daha az hissedilse de karşılaştığımız birkaç ters köşe bizi şaşırtmayı başarıyor.

Oyunlara bir son verme gayesi ile hareket eden Gi-hun’un hikâyesi üzerinden şekillenen sezon, Gi-hun’un oyunların arkasındaki organizasyonu bulup oyunları durdurmak için çabaları ile başlıyor ve gerilim dolu, hızlı ilerleyen bir akış yerine daha yavaş gelişen olaylarla bir izleme deneyimi sunuyor. Gi-hun yarışmayı çökertmek için kurduğu detaylı organizasyonla uğraşırken kendini yeniden oyunda buluyor. Dizi yarışmacıların ahlaki çatışmalarını ve iç dünyalarını bu kez pembe üniformalıların perspektifini de katarak genişliyor. İlerleyen sezonlarda da görevlilerin içerisinde bulunduğu organ kaçakçılığı ve ahlaksal ikilemlerini içeren anlatının ağırlığını arttıracağını düşünmek yanlış olmaz.

İlk sezonda alıştığımız karakterlerin çoğunun ölmüş olmasıyla karşımıza neredeyse tamamen yeni bir kadro çıkıyor. Bu kadrodaki yeni karakterler genel olarak baktığımızda izleyiciye kendisini benimsetmekte başarısız kalmış gibi, çünkü kimi ölümlerin izleyicide bıraktığı duygusal etkiyi bu sezonda yaşayamıyoruz. Bu noktada dizinin tepki toplayan oyuncu tercihlerinin gerek hüküm giymiş gerek uyuşturucu skandallarında yer almış oyuncuların diziye dahil edilmeye devam ettiğini hatırlatalım. Fazla spoiler vermemeye çalışarak yeni sezondan biraz daha bahsetmek gerekirse her şeyin ortasında bittiğini ve izleyiciyi merak içerisinde bıraktığını söyleyebiliriz. Bu sene yayınlanacak üçüncü ve final sezonu için bir geçiş sezonu olarak gözüken bu sezon kimi izleyiciler tarafından aceleye geldiği gibi eleştirilere maruz kalıyor.

KAFAMIZI ÇEVİRDİĞİMİZ HER YERDE

Squid Game’in etkisini sadece ekran başında değil, metro istasyonlarında bile hissetmek mümkün. Pembe üniformalıların İstanbul’da bir metroda yaptığı gösteriyle “Darbe mi oluyor?​” paniği yaşatan reklamlardan tutun da oturduğumuz kafenin dizi tasarımlarına kadar günlük yaşantıda sürekli karşımıza çıkıyor bu tanıtımlar.

Bu dizilerin artık sadece boş vaktimizi “öldürmek” için, keyifli zaman geçirmek için, evden işten döndüğümüzde yemek yerken takip etmek için açtığımız birer yapım olmaktan çıkıp farklı boyutlara eriştiğini söyleyebiliriz. Birer hikâye anlatma aracı, bazen de sanat değil, çoğunlukla yapıldığı şirketlerin ürünlerini pazarlamak, abonelik satmak ve tüketimi artırmak için kullanılan bir araç hâline geldiğini görebiliyoruz. Dizilerin, filmlerin pazarlama taktiklerinin veya nereye baksak karşımıza çıkıyor oluşunun onları “sanatsallıktan” koparıp koparmadığı veya artık hizmet ettiği amacın ne olduğuysa (estetik, toplum, sanat…) ayrı bir tartışma konusu. Netflix’in izleme rekorları kıran bir ürünü yenilemesinin ve bu denli yaygınlaştırma çabasınınsa daha çok nereye denk düştüğü aşikâr: sermaye.

Squid Game’in pazarlama dünyasındaki etkisi bu açıdan dizinin alegoriyle sunduğu kapitalizm ve tüketim kültürüne dair olan yönüyle ters düğümle bağlantılı gibi gözüküyor, endüstriyel medya ve içerik üretiminin kaçınılmaz bir sonucu olarak eleştirilen sistemin parçası hâline geliyor dizi. Bunun bir çelişki olup olmadığı tartışılır ama açık bir şekilde konusundaki toplumsal eleştirilerini gerçek yaşamda derin bir şekilde değerlendirme fırsatı sunduğunu söyleyebiliriz.

DİZİ BİZE NE HATIRLATIYOR?

Kültürel fenomeniyle konuşulmaya devam edilecek olan dizi; sömürü, eşitsizlik, sınıf farklarını, yolsuzluk, yoksulluk karşısında ve adalet, dayanışma gibi kavramların arasında bireysel kurtuluş safsatasını gözler önüne seriyor günün sonunda. Hayatta kalabilmek için dayanışan ve birbirleriyle duygusal bağ kuran oyuncularla, ölen oyuncu başına artan ödülle şeytanlaşarak oyunun devam etmesi için oy verenler çıkıyor karşımıza. İşte bu kavramları sorgulatan bir etmen de her oyun sonrası yapılan oylama, oyunu bitirme veya devam etme konusunda bir seçim hakkı veriliyor ve çoğunlukta olan taraf kazanıyor. Oylamalarda çıkan tartışmalar ise bu insanın kendi yaşamını ne kadar değersiz görebileceğini gösteriyor.

Bu açıdan modern toplumun sistemde hırsla, rekabetle insanlıktan uzaklaşabildiklerini gösteriyor. Zenginlerin bir “reality show” olarak sunulurken insanların da birer tüketim nesnesi olduğunu ortaya koyuyor. Oyuncuların yanı sıra bu sistemin içinde çalışan görevlilerin olduğunu ve onların da sistemin sürekliliği adına katliam uyguladıklarını, kimi zaman kendi zayıflıklarıyla karar vericiler tarafından kullanıldığını unutmamak gerek. Sınıf farklarının uçuruma dönüştüğü bir dünya karşımızda çünkü.

Sonuç olarak, Squid Game gerek toplumsal gerekse bireysel açıdan sorular sordurmayı başarıyor. İzlerken de şu soruyu sormaktan alıkoyamıyoruz kendimizi: bu yapımları, “oyunları”, hakikaten ilgimizi çektiği için mi izliyoruz yoksa o kadar fazla maruz kalıyoruz ki izlemekten geri mi kalamıyoruz? Yoksa bize geçmişimizden kimi şeyler hatırlatıyor ve çocuk gibi oyun oynamak mı istiyoruz?

Evrensel'i Takip Et