Mühendisler emeğin saflarında olmalıdır!
Neoliberalizmin hızlandırdığı özelleşme furyasıyla beraber mühendisliğin, kamu çıkarı ya da toplumsal faydadan uzaklaşarak kâr odaklı bir biçime büründüğünü görüyoruz.
Fotoğraf: Freepik
Dağlar TEKŞEN
Boğaziçi Üniversitesi
“Burjuvazi onca zamandır onurlu sayılan ve önünde huşuyla eğilinen her faaliyeti çevreleyen haleyi söküp atmıştır. Hekimi de hukukçuyu da rahibi de şairi de bilim adamını da kendi ücretli işçisi yapıp çıkmıştır.”
- Komünist Manifesto
Doktorluk, öğretmenlik, mühendislik, avukatlık, mimarlık gibi meslekler ayrıcalıklı ve dolgun maaşlı meslekler olarak öne çıkıyor. Gençlere bu bölümleri okurlarsa iş bulma garantisi olduğu, ama bir yandan ipleri gevşek tutmayıp kendilerini durmadan geliştirmeleri salık veriliyor. Üniversitelere gelen “meslek erbapları”, kariyer zirvelerinde görünen CEO’lar oturduğumuz sıralardan geçtiğini yineleyip duruyor. Eğer alanlarımıza yeterince gömülürsek yolun sonundaki ışık söylendiği kadar yakın mı acaba?
MÜHENDİSLİĞİN TARİHİNE KISA BİR BAKIŞ
Öncelikle biraz zaman yolculuğu yapalım. Bu mesleklerin geçmişinde neler olduğuna bakalım. Osmanlı’da saray eşrafında gelişen ulema sınıfından bilim insanları; hanedandan beslenen, padişah ve çevresindeki yönetici kadronun ilgi alanları ve ihtiyaçları doğrultusunda işleri belirlenen kimselerdi. Bir şehzadenin sancağına bir kale kondurulacaksa, yeni tahta oturan padişah namına bir saray inşa edilecekse, savaşlarda rakipleri alt etmek için büyük toplar dökülmesi gerekiyorsa bu işler mimarlara ve mühendislere düşüyordu. Bu meslekler, zaten ulema sınıfından olan ailelerden gelen çocukların yetiştirilmesi ve büyüdüklerinde de ayrıcalıklı yaşamlarına devam etmesinin bir aracıydı.
Toplumsal tabakalar arası geçişin daha sınırlı olduğu bu düzende dar bir grup olarak var olan bilim insanı ve mühendis grubu, erken cumhuriyette farklı bir mahiyete büründü. Erken cumhuriyet döneminde bu mesleklere mensup, okumuş ve aydın insanların ülkesi için fedakarlıkta bulunması gerektiği söyleniyordu. Bu mesleklere insan yetiştirilmesi, Kemalist ideolojinin en büyük amaçlarından ve gerçekleştirdikçe de övünçlerinden biri haline geldi. Doğuya görevlendirilen öğretmenler, fabrikaları ve yerleşim yerlerini inşa eden mühendisler, salgınlara anında yerinde müdahale eden doktorlar; herkesin üstüne düşen işi yaptığı, sınıfsız ve kaynaşmış bir toplum fikrinin fedakâr neferleriydi. Erken cumhuriyet rejimi; mühendisleri bilim, teknoloji, milli kalkınma ve aydınlanmanın temsilcisi olarak görmüştü. Ulusal sermayenin ve sanayi yatırımlarının yeterince palazlanmadığı 1930’lu yıllarda kurulan sınai devlet işletmelerinde çoğunlukla yönetici pozisyonlarda çalışan mühendisler, bu kalkınmacı misyonla şekillendi. 1960’lı ve 1970’li yıllarda sayısı artan ücretli mühendisler; mavi yakalı işçilerin mücadelesi ve kazanımlarıyla ücretli profesyoneller içinde mühendisler de önemli kazanımlar elde etmiş, sendikalar ve mesleki örgütlenmeler güç kazanmıştı. Mesleki düzenlemeler kurumsallaşmış, birçok iş mesleki yeterliliğe tabi kılınmıştı. Kamuda çalışan idealist mühendisin yerini özel şirketlerde çalışan, kâr odaklı, işi dar teknik görevlerle sınırlanmış mühendisler aldı. Hem işçileşen hem de bunun etkisiyle yönetici statüsüyle ayrıcalıklı pozisyonunu kaybeden mühendisler; işgücü piyasasındaki diğer meslekleriny karşılaştığı işsizlik, düşük ücret, özerkliğin kaybı ve yoğunlaşan sömürü gibi sorunları daha fazla yaşamaya başladı.
MÜHENDİSLİK VASIFSIZLAŞTIRILDI VE İTİBARINI YİTİRDİ
Beyaz yakalı meslekler; bir meslek ahlakına sahip, bireysel menfaat değil kamu çıkarı ve mesleki ilkeler tarafından faaliyeti belirlenen, özerk bir yapısı olan, özel bir bilgi birikimi ve beceri seti gerektiren meslekler olup toplum içinde yüksek bir itibar ve dolgun bir ücret ile anılıyor. Savaş sanayiden ekolojik yıkıma, denetim gözetim sistemleri, sansür ve baskı uygulamalarından çocuk işçiliği üzerine kurulu teknoloji sanayinin ağır sömürü koşullarına kadar mühendislerin de ortak olduğu durumlar, ilan edilen meslek ahlakı veya ilkelerinden çok uzakta olsa gerek. Neoliberalizmin hızlandırdığı özelleşme furyasıyla beraber mühendisliğin, kamu çıkarı ya da toplumsal faydadan uzaklaşarak kâr odaklı bir biçime büründüğünü görüyoruz. AKP hükümetinin açtığı çok sayıda vasıfsız üniversite, “ucuz” profesyonel enflasyonuyla iş bölümünü vasıfsızlaştırdı ve yeni mezun mühendisleri daha ağır sömürü koşullarının içine çekti. Meslek örgütlerinin denetimleri adım adım etkisizleştirildi, mesleki koruma ve güvenceler piyasa katılıkları olarak görülüp zayıflatıldı. Kapitalistlerin profesyoneller karşısında elinin güçlenmesi, şirketlerin kapısında insan kaynaklarına yığılan CV’lerle somutlaştı. Güvencesiz çalışma politikalarına rıza göstermekten başka şansı olmayan mühendislerin etik ilkeleri uygulama kapasiteleri ve kamu yararı duyarlılıkları azaldı, hayat koşulları kötüleşti. Ara kademelerdeki teknik eleman açığı mühendislerle kapatılmaya çalışıldı, mühendisler bilgi birikimlerinden daha düşük pozisyonlarda çalışmak zorunda kaldı. Üniversitelerde kurulan teknokentlerle şirketlerin üniversite müfredatlarına müdahalesi mümkün kılındı. İşlerin vasıfsızlaşmasıyla mühendislerin emekleripo değersizleşti ve mesleğin özerk yönünden bahsetmek zorlaştı. Mühendislerin işinin niteliği, “özel” bilgi birikimi sorgulanır hale geldi. Tüm bu gelişmelere mühendislerin kendi meslek hakları ve iş kollarındaki hakları açısından örgütlülük durumunun zayıflığı eklenince ücretlerin düşüşü işten bile değildi.
Bu eşzamanlı ve çok yönlü gelişmelere rağmen mühendislik öğrencileri ve genç mühendisler teknolojinin göz boyayan gelişme seyri doğrultusunda durumu farklı tahlil ediyor. Öncelikle mesleklerinin geldiği konumu, hükümetin hızlandırdığı kapitalizmin güncel bir eğilimi olarak değil hükümetin iş bilmezliğine yoruyorlar. Zaten sorun bundan kaynaklanıyorsa yönetimin değişmesi, mühendislerin ayrıcalıklarının iade edilme koşullarını onlara sağlayacak. Derin yoksullaşma, ekonomik bunalım, ekolojik kriz, savaşlar ve göç de teknoloji tanrısının bir parmak şıklatmasıyla çözülecek sorunlar olarak formüle ediliyor. Ancak üretim tekniklerinin geldiği aşamayla birlikte düşünüldüğünde eskisinden de kötü koşullarda yaşadığımız somut bir gerçek. Teknolojinin sorunları kendiliğinden çözmediği, birçok alanda çelişkileri derinleştirdiği de öyle. Teknolojinin gelişerek arttırdığı üretimin çıktılarının emek ve sermayenin nasıl ve hangi koşullarda pay ettiği asıl nokta. Bunu mümkün kılacak şey mühendislerin ayrıcalıklarının iadesini, diğer emekçilerden üstün toplumsal konumlarını talep etmek değil, işçi sınıfının bir parçası olarak emek mücadelesi açısından üstüne düşeni yapmak. İşçi sınıfının geri kalanı ile dertlerinin ve dermanın ortaklaştığını görmekten geçiyor. Dönemin koşullarının halihazırda dayattığı üzere de mühendislerin kattıkları ve katabilecekleriyle sınıf savaşımında yer almaktan başka çaresi yok. Emeğin birleşik ve örgütlü mücadelesi, emeği iktidara kavuşturabilecek yegâne şey!