Kâtip Bartleby: Kapitalizmin çarklarının arasındaki sessiz çığlık
Melville’in çizdiği karanlık tablo, aslında daha parlak bir geleceğin zorunluluğunu hatırlatır. Bartleby, dayanışma ve eşitliğe dayalı bir sistemin ne kadar elzem olduğunu gösterir.
Fotoğraf: Pixabay
Emircan ÇİL
İstanbul Üniversitesi
Herman Melville’in klasik eseri Kâtip Bartleby, sadece edebiyat dünyasında iz bırakan bir hikâye olmakla kalmaz, aynı zamanda kapitalizme dair keskin ve çarpıcı bir eleştiriyi de içinde barındırır. Bartleby’nin o meşhur ve simge haline gelmiş sözü, “Yapmamayı tercih ederim” (I would prefer not to), kapitalizmin çarkları arasında sıkışmış bireyin sessiz ama derin bir direnişini temsil eder. Ancak bu hikâye, sadece bir direnişin öyküsü değildir; aynı zamanda kapitalist sistemin bireyleri fiziksel ve ruhsal olarak nasıl tükettiğini, onları yalnızca iş gücü olarak gören bir sistemde nasıl kaybolmaya mahkûm ettiğini de derinlemesine işler.
BARTELBY NEDEN YAPMAMAYI TERCİH EDER?
Hikâyenin merkezi olan hukuk bürosu, aslında kapitalist düzenin mikrokozmosudur. Burada çalışanlar, gün boyunca belgeleri kopyalamak gibi tamamen mekanik bir iş yapar; yaratıcılığa, düşünmeye ya da bireysel ifade alanına yer yoktur. Nippers, her sabah agresif ve huzursuzdur; Turkey ise öğleden sonra alkolün etkisiyle iş yapamaz hale gelir. Bu çalışanlar, kapitalist sistemin bireyler üzerindeki fiziksel ve zihinsel etkilerinin birer temsili gibidir. Ancak Bartleby, bu monoton düzeni pasif bir şekilde reddederek sistemin mekanik doğasına meydan okur. Onun bu sessiz direnişi hem işvereni hem de çevresindekileri şaşkına çevirir, çünkü kapitalizm bu tarz bir bireyselliğe yer vermez.
Bartleby’nin pasif direnişi, şu basit ama derin sözün etrafında döner: “Yapmamayı tercih ederim.” Bu cümle, herhangi bir agresiflik ya da şiddet barındırmadan, düzenin doğru kabul edilen normlarının altını oyar. Bartleby’nin tavrı, kapitalist sistemin birey üzerindeki sınırsız baskısını ve insanı yalnızca üretim aracı olarak gören yapısını sorgulatır.
Patron, Bartleby’nin bu pasif direnişi karşısında çaresiz kalır. Başlangıçta Bartleby’yi anlamaya çalışır; ona yeni işler teklif eder, hatta ona yardım eli uzatmaya çalışır. Ancak Bartleby’nin her seferinde aynı cevabı vermesi patronun empati kurma çabalarını boşa çıkarır. Kapitalist sistemin mantığında bireyler arası empati ve dayanışma değil, yalnızca üretim verimliliği önemlidir. İş yerlerinde ya da ofislerde görebileceğiniz “Ben işime bakarım, gerisi beni ilgilendirmez” bakış açısı da kapitalizmin, insanları bireyselleşmeye zorlayan ve toplumla olan ilişkisini kesmesine yol açan aletidir. Bartleby de bundan sonunda kendine düşen payı alacaktır.
Bartleby, çalışmayı tamamen bırakır. Ofisten ayrılması istendiğinde bile, bunu reddeder. Patron, sonunda onu kendi haline bırakmaya karar verir. Ancak Bartleby, toplumsal hayatın dışına itilmiş, tam anlamıyla yalnızlaşmış bir birey olarak sistemin çarkları arasında kaybolur. Tutuklanıp hapse atıldığında ise bu trajedi daha da derinleşir. Hapiste yemek yemeyi bile reddeden Bartleby, çaresizlik ve izolasyon içinde hayatını kaybeder. Bu trajik son, kapitalizmin bireyi fiziksel olarak sömürmekle kalmayıp ruhsal olarak da nasıl tükettiğinin bir kanıtıdır.
Kapitalizm, insanı bir çarkın dişlisi haline getirir. Bireyin duyguları, hayalleri ve insanî özellikleri, sırf sistemin çıkarlarına hizmet etmiyor diye önemsenmez. Bartleby’nin hikâyesinde bu gerçek, korkutucu bir çıplaklıkla ortaya konur. İşlevini yerine getirmeyen birey, sistemin gözünde hiçbir şeydir ve Bartleby’nin durumu, bu acımasız doğruyu yüzlere çarpar.
ÇARKLARIN ARASINDA KALMANIN ALTERNATİFİ NE?
Bu noktada, sosyalizmin sunduğu alternatif öne çıkar. Sosyalizm, bireyin yalnızca emeğine değil; varoluşuna, hayallerine ve duygularına da değer veren bir sistemdir. Bartleby’nin trajedisinin temelinde yatan sorun, bireyin salt bir üretim aracı olarak değerlendirilmesidir. Oysa sosyalist bir düzen, bireyin emeğini insanca yaşam koşulları için düzenler; dayanışma, eşitlik ve insanı merkeze alan bir yapı inşa eder.
Melville’in eserinde dile getirilen karanlık tablo, aslında daha parlak bir geleceğin zorunluluğunu hatırlatır. Bartleby’nin trajik sonu, dayanışma ve eşitliğe dayalı bir sistemin ne kadar elzem olduğunu da gözler önüne serer. Bartleby’nin hikâyesi, sessiz bir çağrıdır: Daha adil, insanca ve yaşanabilir bir dünyanın mücadelesini vermemiz için bize ilham olur.
Son sahnede Bartleby'nin ölüm haberini alan avukatın “Ah Bartleby! Ah insanlık!” feryadı, aslında birçok insanın kalbindeki çığlığı dile getirir. Kapitalizmin dişlediği insanlar, bu sistemin şiddetinden kaçış yolunu kendi dayanışma ve kolektif gücüyle bulabilir. Bartleby’nin sessiz ama unutulmaz isyanı, bu adalet mücadelesinin haklılığını bir kez daha hatırlatır.