Öldürme Eylemi üzerine
“Sen bunun yalnızca bir film olduğunu biliyordun. Onlarsa öldürüldüklerinin farkındaydılar.”
Kaynak: Wikimedia Commons
Reyzan TAŞ
İTÜ
Başkan Suharto’nun din, askeriye ve komünizm arasında yürütmeye çalıştığı denge politikası, Nasakom, bir grup militan tarafından ele geçirilip öldürülen Endonezya’nın üst düzey 6 generaliyle beraber sona erdi. Sukarno kendisinin taraftarı olduğunu iddia eden bu grubun hareketlerini desteklemediğini belirtse de olayların karmaşası altında kontrolü ele geçiren General Suharto’nun, yaşananları ulusal çapta bir komplo olarak halkın önüne sürüp, ülke geneline yayılacak olan katliamlara bahane olarak kullanılmasına engel olamadı.
BELGESELE DAİR
The Act of Killing ya da orjinal ismiyle Jagal (Kasap), 1965-1966 yıllarında komünist olduğu iddia edilen Endonezyalılara karşı yapılan soykırımı incelemek üzere Kuzey Sumatra’nın Medan şehrine gelen Joshua Oppenheimer’ın aklına; katliamlara katılan bazı gangsterlere, yaptıklarını yeniden canlandırmaları fikri gelmesiyle şekil alır. Joshua bu gangsterleri, yaşadıklarını film yapmaları için ikna eder. Anwar Congo ve arkadaşı Herman Kato bu gangsterlerden yalnızca ikisidir.
Karaborsada sinema bileti satan Anwar ve Herman, komünizmin yaygınlaşmasıyla beraber, Amerikan filmlerine karşı çıkan yasaklardan ötürü kazançlarını kaybetmelerinin ardından ölüm mangaları için çalışmaya karar verirler.
Güneş ışığı altında parlayan sarı elbiseleriyle 6 kadın,
Devasa bir Japon balığının ağzından yavaşça çıkarken,
Kuş sesleri ve şarkı mırıltıları eşliğinde dans etmektedirler.
Gökyüzü kırmızıya boyanmış gibidir.
-Barış! Mutluluk! Tebessüm!
-Kameranın sizi, kötü görünürken yakalamasına izin vermeyin!
-Ve doğal güzellik! Sahte değil!
-Pekâlâ, Barış! Barış! Barış!
Anwar’a göre gangster özgür adam demekti. Çok sevdiği Amerikan filmlerinden çıktıktan hemen sonra, kendilerini bekleyen “komünistlerin” üzerinde filmlerden gördüğü çeşitli öldürme metotlarını denerdi. Hatta kendisi de yeni bir metot keşfetmişti. Kansız bir metot. Böylece kanı temizlemekle ya da kanın pis kokusuyla uğraşmak zorunda kalmayacaktı.
Gururla anlatırdı bulduğu bu metotu: Uzun bir tel parçasının bir ucunu sıkıca bir direğe bağladıktan sonra, öteki ucunu ufak bir sopaya bağlardı. Ardından teli öldürmek istediği kişinin boynuna dolayıp sopayı tüm gücüyle çekerek teli gerdirir, sopayla direğin arasında gerilen telden nefes alamayan kurbanını boğarak öldürürdü. Bunu büyük bir keyifle yaptığını söylerdi. Ancak Anwar’ın çok büyük bir sorunu vardı: Kâbusları. 40 yıldır peşini bırakmamış olan kâbusları… Güneşin parlak ışıkları altında öldürüp terk ettiği o insanlar, gecenin karanlığında ona geri dönüyordu.
Devasa balığın önünde, dans hareketlerinin pratiğini yapan kadınların az ilerisinde,
Pespembe elbisesiyle Herman Kato oturmaktadır.
Birden şarkı söylemeye başlar:
Bir cumartesi gecesi,
Sinemaya gittim.
Film izledim,
Yalnız başıma, kız arkadaşımla.
Biletlerin hepsi satılmıştı,
Ben de salonun gangsterlerinden bilet aldım
Ahh, ne kadar da güzel…
Anwar ve arkadaşları kendi hikayelerini anlatmak için Joshua’nın önerisi üzerine film çekmeye başladılar. Anwar, eski arkadaşlarından Adi Zulkadry’i tam da bu nedenle hava limanında karşıladı. Adi’nin kendisi de tıpkı Anwar gibi eski katillerdendi. Selamlaşma faslının ardından, geçmişi yad etmeye başladılar.
1966’daki “Çinlileri ezip geç” kampanyasını hatırladı, Adi. Çinlilerin yerleşiminin fazla olduğu bir cadde boyunca gördüğü her kişiyi bıçaklamıştı o kampanya sırasında. En sondaysa kız arkadaşının babasını görmüş ve onu da bıçaklayıp bir çukura atmıştı.
Adi’ye göre öldürmek suçların en büyüğüydü. Tam da bu nedenden suçlu hissetmemek için elinden gelen her şeyi yapmalıydı insan. Anwar’ın aksine Adi, rahat uyuyabildiğini söylüyordu, suçlu hissetmediğini.
Yine de filmin çekilmesiyle ilgili bazı tereddütleri vardı tabi. Arkadaşlarına eğer bu film başarılı olursa bütün dünyanın, acımasız olanların kendileri olduğunu öğreneceğini söyledi.
Joshua, Adi’ye yaptıklarına savaş dediği için acı çekmediğini söyledi. Oysa Cenevre sözleşmesine göre yaptıkları aslında savaş suçuydu. Adi’yse farklı düşünüyordu. Ona göre kazananlar belirlerdi kuralları ve kazanmıştı. Ama bundan da daha önemli bir şey vardı:
“Bulduğun her şey gerçek olsa bile, bu iyi bir şey değil.” dedi Joshua’ya
“Ama milyonlarca kurbanın aileleri için, eğer gerçekler ortaya çıkarsa, bu iyi bir şeydir.” dedi Joshua. Adi cevap verdi:
“Pekâlâ, o halde ilk cinayetten başla, Habil ve Kabil’den.”
Parlak pembe elbisesi içinde küpesiyle uğraşan Herman’ın yanında,
Deri pantolonu, ceketi ve pembe kovboy şapkasıyla Anwar oturmaktadır.
Arkalarında, masmavi bir su kütlesi sonsuza kadar uzanıyor gibi görünür.
Az ilerlilerinde kadınlar dans etmeye devam ederler.
Anwar çekmeye çalıştıkları filmde, kendi keşfettiği metotla öldürdüğü bir sahneyi yeniden canlandırmak istiyordu. Herman onu bir sandalyeye bağladı ve gözlerine bir bez bağladıktan sonra elindeki teli Anwar’ın boynuna sardı. Ardından önce yavaşça sonra sertçe telin diğer ucunun bağlı olduğu ufak sopayı çekmeye başladı. Gerilen tel Anwar’ı nefessiz bıraktı. Yalnızca birkaç saniye geçmişti ki Anwar eliyle hızlıca dur işareti yapmaya başladı. Herman sopayı çekmeyi bıraktı. Anwar’a yanaştı. Göz bandını çıkarttı ve sordu: “İyi misin?” Anwar panik atak geçiriyordu, sayıklar gibi konuştu: “Bunu bir daha yapamam.”
Adi’ye göre onlara, istedikleri gibi insan öldürmeleri için izin verilmişti. Hatta bunun en büyük kanıtı yaptıklarından ötürü kimsenin onları cezalandırmamış olmasıydı. Ona göre öldürdüğü insanlarla ilgili yapılacak hiçbir şey yoktu. Hiç suçlu hissetmemiş ve hiç kâbus görmemişti.
Güneşin altında ışıldayan turkuaz elbisesiyle Herman ve onun yanındaki siyahlara bürünmüş Anwar kollarını iki yana açmışken, arkalarında bütün heybetiyle bir şelale akmaktadır.
Çevrelerinde ise birkaç kadın yılların dostu bu iki adamla beraber dans etmektedir.
Anwar’ın hemen yanında, yüzleri morluklarla dolu iki adam, boyunlarına dolalı teli çıkartıp yere atarken, içlerinden biri cebinden çıkardığı altın madalyayı Anwar’ın boynuna takıp şunları söyler: “Bu beni katledip cennete gönderdiğin için. Sana binlerce kere teşekkür ediyorum, her şey için.” Anwar, başını kendisine verilen ödülü kabul eder gibi salladıktan sonra kollarını tekrar iki yana açıp dans etmeye devam eder.
Joshua çektiği filmi Anwar’a gösterdi. Anwar filmi çok beğenmişti. “Bu harika, Joshua. Bu kadar harika bir şey yapabileceğimi hiç düşünmemiştim. Özellikle beni bu kadar gururlandıran şey şu şelalenin ne kadar da derin duygular hissettirdiği.” Bir süre sonra ekledi: “Hani benim telle boğulma sahnem vardı ya… onu açabilir misin lütfen?” Joshua bahsettiği sahneyi açtı. Anwar bir süre o sahneyi izledikten sonra sordu: “İşkence yaptığım insanlar, onlar benim burada hissettiğim şekilde mi hissettiler?” “Aslında, senin işkence yaptığın insanlar çok daha kötüsünü hissettiler. Çünkü sen bunun yalnızca bir film olduğunu biliyordun. Onlarsa öldürüldüklerinin farkındaydılar.” Bu sözlerin ardından Anwar gözyaşlarını tutamadı.
SOYKIRIM HALA TABU KONUSU
1965 ile 1966 yılları arasında gerçekleşen katliamlar, yaklaşık 6 ay sürdü. Pek çok kaynağa göre en az 500 bin ile 1 milyon arasında insan öldürüldü. Katliamların çoğu askerler tarafından yapıldı.
Öldürülenlerin arasında PKI (Endonezya Komünist Partisi) üyeleri, PKI sempatizanları, Abangan müslümanları (İslamı senkretik yaşayan kesim), Gerwani (Endonezya Kadın Hareketi) üyeleri, Çinliler ve ateistler vardı.
Özellikle Amerika Birleşik Devletleri ve Birleşik Krallık, katliamların gerçekleşmesinde büyük rol oynadılar. Bu devletlerin Endonezya’nın ordusuna para, silah ve iletişim teçhizatları yardımı yaptığı, bunların yanı sıra PKI üyeleri olduğu iddia edilen kişilerin bilgilerinin toplanmasına ve bu bilgilerin Endonezya ordusuna verilmesine yardım ettikleri, pek çok tarihçi ve ABD’nin gizliliği kaldırılmış dosyaları tarafından kanıtlandı. 2024 itibariyle, ABD henüz bu katliamları ve bu katliamlardaki rolünü tanımadı. Endonezya’daysa tartışmalar hala tabu konusu olarak kalmaya devam ediyor.