07 Ocak 2025 23:55

Ne yıldı ama! Kaptan, daha 2025’in başındayız…

Tek adam ekonominin büyüdüğünü söylüyor. Ancak pantolon belimize olsun diye sıktığımız kemer, delik açmaktan delik deşik hale geldi.

Kaynak: Max Pixel

Paylaş

2025’e girerken hem asgari ücreti açıklayan hem de politika faizini düşüren tek adam iktidarı, “Çalışanlarımızı enflasyona ezdirmeme sözümüze bir kez daha sadık kaldık.” diyerek, ek zam talebini de göz ardı ettiklerini göstermiş oldu. Ürünlere zam üstüne zam gelirken ücretlerin yerlerde gezmesi ve alım gücünün gittikçe azalması bizim hali hazırda yaşadığımız, farkında olduğumuz bir durumken tek adam ve onun sözcüleri her ağzını açtığında “Ben başka bir ülkede miyim?​” diye düşünmeden de edemiyor insan. Hitler faşizminde “Büyük Yalan” taktiğini uygulayan ünlü manipülatör Goebbels “Yeterince büyük bir yalan söyler ve onu tekrar etmeye devam ederseniz, insanlar sonunda ona inanmaya başlayacaklardır.” diyordu. Fakat tek adamın yalanları o kadar boyunu aştı ki gerçeklik insanın yüzüne her gün tokat gibi çarparken sabır da taşıyor. Aralık ayında ücretleri için greve çıkan metal işçileri de bunun bir örneği.

Tek adam, konuşmasında daha fazla maaş alınmasını engellemediklerini de ifade etmiş. Büyükşehirlerde 50 bin TL’ye çalışan insanlar bile varmış (!) 2024’te bile yoksulluk sınırı 72 bin lirayken 50 bin TL ile geçinmek lüks addediliyor. O sırada biz, lüks olanı tüm çıplaklığıyla görüyoruz: Beştepe sarayının aylık harcaması bile 1 trilyon 798 milyon 969 bin TL! Şimdi 12 taksitle kulaklık alan, fast food zincirlerinde patates hediyesi alabilmek için telefondan oyun oynayan gençlerin öyle ya da böyle geçinebiliyormuş hissine kapılması için bu yalanlardan daha fazlası gerekli. Genel seçimlerden önce dağıtılan krediler, kredi kartı faizinin düşürülmesi gibi. Bugün görüyoruz ki politika faizini işçi ve emekçilere sürpriz diye duyururken artık kredilerle bile sahte refah hissi yaratılamayacağını bilerek, asıl kendi çevresinde konuşlanan sermayedarlara sürprizini yaptı. O sermaye grupları da şimdi bankalara KOBİ’ler için kredi desteği ve faiz indirimi çağrısında bulunuyor. Herkes pastadan payını götürürken işçiler, gençler duvara tosluyor. Genel seçim öncesi borçlanarak bir şekilde hayatımızı sürdürürken şimdi Erdoğan-Şimşek programıyla kemer sıkma dönemindeyiz. Yalnız şöyle bir gerçek var ki işçi ve emekçiler için her zaman ‘Kemer sıkma zamanı’. Kemeri sıkarken belimize olsun diye delik açmaktan delik deşik olan kemerlerimiz daha ne kadar belimizde durabilecekse artık.

ÇOK ÇALIŞANA ÇOK ÜCRET Mİ?

Asgari ücretin düşüklüğünün herkes farkında, farkında ama yapacak bir şey yok diyip geçiliyor. Tek adamın birçok politikasına ama belki de en çok asgari ücrete değişmez gözüyle bakılıyor. Belki de ücretlerin neye göre belirlendiğiyle alakalı önyargılara bir göz atarak bu konuyu daha farklı ele alabiliriz. Mesela çoğu zaman daha fazla çalışırsak daha fazla kazabileceğimiz yanılgısına kapılıyoruz. Elbette ki daha fazla çalışarak ya da ‘kendini geliştirerek’ görece daha yüksek ücretler kazanmak mümkün. Ama aynı zamanda Türkiye’de memurlar, beyaz yakalılar yani yaygın kanıya göre kendini işçi sınıfının bir parçası olarak görmeyen kesimler asgari ücretin biraz üstü maaşlarla geçiniyor, gittikçe proleterleşiyor. Çalışma saatleri uzuyor, molalar kısalıyor, esnek çalışma ile iş saati kavramı ortadan kaldırılırken her saat iş saatine dönüştürülüyor. Bu şekilde daha fazla emek vermenin kattığı değer de gittikçe azalıyor.

Bir yandan da ekonomiyi suçlu buluyoruz. Tek adamın kendisi 17 çeyrektir ekonominin büyüdüğünü, enflasyonun düştüğünü, yabancı yatırımın ve sıcak paranın ülkeye geldiğini söylüyor. Elbette hedef enflasyonun tutturulamadığı ve sanayi üretiminin 2 çeyrektir daraldığı bir gerçek fakat bunun yanında karları rekorlar kıran patronlar, sermayesini büyüten tekel grupları da var. Üstelik şu an Türkiye kapitalizmi Suriye müdahalesiyle ele geçen yeni rant alanlarına sahip. İnşaat şirketlerinin gözlerini dolarlar bürürken çimento hisseleri yükseldi. Bunun yanında daha uzun süredir İdlip’te yapılan MÜSİAD köyü gibi çeşitli başka rant alanları da mevcut. Peki bunların hiçbiri asgari ücrete yansıdı mı? Ya da pandemi döneminde binlerce insan işten çıkarılırken şirketlerin yüzde yüzün üzerindeki karları halkın refahına yansımış mıydı? Hayır, çünkü Türkiye kapitalizmi kendi doğası gereği sermaye birikimi yarışında kendini öne atmaya, tekelleri büyütmeye ve dünya pazarına girmeye odaklı.

NASIL ARTAR BU ASGARİ ÜCRET?

Peki o zaman ne daha fazla emek vermek ne de ekonominin büyümesi ücretleri artırmıyorsa asgari ücret nasıl artabilir? Cevap: İşçi ve emekçilerin mücadelesi. Ücretlerin düşüklüğü için bir sürü sebep sayılabilir belki ama bu sebepler içerisinde en belirgin olan işçi ve emekçi hareketinin zayıflığı. Aynı şekilde bunu değiştirebilecek, akışı tersine çevirebilecek olan da yine o hareketin yüksekliği. Patronlar işsizliği, açlığı işçiler üzerinde bir tehdit olarak kullanır ve bu şekilde ücretleri baskılar. Ama işçilerin mücadelesi ve bunun en somut örneklerinden biri olan grevler üretimin durdurulması yoluyla patronları karlarından zarara uğratarak okları tersine çevirir. İşçiler mücadeleleriyle kendilerini tehdit edenleri tehdit edecek güce kavuşur. Dolayısıyla bugün asgari ücretin insanca yaşayacak bir düzeye yükseltilmesi, ek zamların yapılması da yine bu mücadeleyi büyütecek adımlara bağlı.

Asgari ücretin mücadeleyle doğru orantılı olduğunu çözdük, şimdi bu tartışmanın neden bir gençlik dergisinde yer aldığına gelelim. Öncelikle bir kısmımız zaten eğitim hayatına ya da sadece yaşamaya devam edebilmek için çalışmak zorunda. Saatlik, aylık ücretlerimizse asgari ücrete göre belirleniyor. Yani gençliğin önemli bir kısmı işçi sınıfının parçası olarak ücretli emeğiyle geçiniyor. Bir kısmımızsa işçi ve emekçi ailelerin çocukları olarak harçlığımızı bu asgari ücretten alıyoruz. Bütün bunların yanında iktidarın işçileri biçtiği asgari yaşam neyse biz gençlere ve halkın geneline biçtiği asgari yaşamın da bununla ilişkili olduğunu görüyoruz. Örneğin; işçi sınıfının yaşam koşullarının daha iyi olduğu ülkelerde bu yaşam koşullarını kapsayan kamu harcamalarının da yüksek olduğunu görüyoruz. Eğitimin her kademesinde bütçenin artması ve öğrencilerin ihtiyaçlarına kullanılması, sosyal olanakların geliştirilmesi de dolaysıyla bu yaşamın olanaklarının kazanılmasına bağlı. Unutmamalıyız ki bir ülkede işçi sınıfının mücadelesi ne kadar yüksekse ve gençlik bu mücadelenin ne kadar parçasıysa mücadelenin getirdiği kazanımlar da o kadar büyük ve kalıcı oluyor.

HAYALLERİMİZİ GERÇEKLEŞTİRMEK BİR ADIMLA BAŞLAR

2025’e girerken aşk, para, huzur dileklerini “vision boardlara” yansıtmak, masa altında üzümleri birer birer yemek, daha iyi bir yaşamı “manifestlemek” yeni yılda bizlere neler getirecek göreceğiz. Biliyoruz ki her mücadelenin başlangıcı hayal kurmaktır. Ama kurduğumuz hayallerin yaşam içerisindeki ‘enerjiyle’ bize doğru ‘akacağına’ inanmak Noel babanın hediyelerle geleceğine, diş perisinin yastığımız altına para bırakacağına inanmaya benziyor. Hayatta sahip olduğumuz her şeyi kazanmamız gerekiyorsa bu yaşamı güzelleştirmek için de geçerli olmalı. 2025’e dair hayallerimizi gerçekleştirmenin ilk adımının umudun masaların altında değil, sıra arkadaşlarımızda, işçi sınıfında olduğunu unutmamak ve mücadeleyi büyütmek dileğiyle!

ÖNCEKİ HABER

Akademi sistemiyle iktidar neyi amaçlıyor?

SONRAKİ HABER

Türkiye Kupası’nda ilk maçlar oynandı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa