Patronlara kâr ve yedek ordu, kadınlara yoksulluk ve esaret
Türkiye’de nüfus başına bir kadının dünyaya getirdiği ortalama çocuk sayısı olan toplam doğurganlık hızı 2000-2023 seneleri arasında 2.53’ten 1.51’e düştü. Dünya genelinde de durum benzer.
Midjourney | Fırat Turgut | Evrensel
Nisa Sude DEMİREL
İstanbul
Türkiye’de nüfus başına bir kadının dünyaya getirdiği ortalama çocuk sayısı olan toplam doğurganlık hızı 2000-2023 seneleri arasında 2.53’ten 1.51’e düştü. TÜİK’in nüfus projeksiyonuna göre nüfus 2040’lı yıllardan itibaren düşecek. Nüfusun yenilenmesi için gerekli olduğu kabul edilen doğurganlık hızı 2.1 olarak kabul ediliyor. Dünya genelindeki nüfus seyri de Türkiye’dekine benzer seyrediyor.
İktidarlar nüfustaki artış-azalış hızına göre pronatalist (doğum yanlısı) ya da antinatalist (doğum karşıtı) politikalar geliştiriyor. Doğurganlık hızının düşme eğilimde olduğu bu dönemde pek çok iktidar başta ihtiyaç duyulan genç ve ucuz iş gücünü yenilemek, emek gücünün azalmasını önlemek amacıyla muhafazakar soslarla pronatalist politikaları propaganda ediyor. Bugün doğum kontrol yöntemlerine erişimin zorlaştırılması, gebelik önleyici uygulamaların ‘küresel ilaç pazarının oyunu’ olarak ilan edilmesi, kürtajın yasaklanması işçi nüfusun azalmasına dair duyulan kaygının üstündeki muhafazakar soslardan.
Bu ve benzer propagandanın bir süredir yaygın şekilde işlendiği ülkemizde AKP iktidarı son olarak Nüfus Politikaları Kurulu oluşturdu, Aile Enstitüsü kurdu, 2025’i ‘aile yılı’ ilan etti ve bu vesileyle Cumhurbaşkanı Erdoğan 3 çocuk tavsiyesini yineledi. Üç çocuklu bir çalışanın alacağı teşvik(!) tutarı aylık 358 lira 55 kuruşa çıkacakmış. Doğurganlığı artırmayı hedefleyen bu politikalar bir yandan kadınların ev içi yükünü artırıyor; öte yandan tek ücretle geçinmek imkansız hale gelirken kadın emeğini güvencesiz, esnek alanlara itiyor. Kreş sayılarının yetersizliği, çocuk yoksulluğuna karşı sosyal politikaların yetersizliği de cabası… Araştırmacı-Yazar Ecehan Balta, gazetemizin iktidarın nüfus politikalarına ilişkin sorularını yanıtladı.
"TÜRKİYE ACELECİ"
Türkiye’de doğum oranlarının düşmesinin nedenlerini nasıl sıralayabiliriz?
Dünyada doğurganlık hızı sürekli bir düşüş halinde. Ama Türkiye’yi Avrupa ülkeleriyle kıyasladığımızda, bu yolda biraz ‘aceleci’ olduğumuzu söyleyebiliriz. Avrupa’da yüzyıl boyunca devam eden süreç Türkiye’de birkaç on yıl içinde belirgin hale geldi.
Doğurganlık hızındaki düşüşün altında farklı etmenler yatıyor. Kadınların farklı nedenlerle daha az çocuk yapmak istemesinin, ‘modern’ doğum kontrol yöntemlerinin gelişmiş olmasının ve bunların kadınlar için gittikçe daha erişilebilir hale gelmesinin önemini yadsıyamayız.
Geniş sosyal refah politikaları; ücretsiz kreşler, ücretli doğum izni, çocuk yardımları, kadınların doğurganlık hızını artırabilir ya da düşüşü yavaşlatabilir.
Bu dönemlerde devletler genellikle antinatalist yani doğurganlık karşıtı politikalar izler. Çünkü daha çok çocuk kamu bütçesine daha çok masraf demektir. Örneğin, ABD’de İkinci Dünya Savaşı sonrası 1973 krizine kadar olan dönem “baby boom” (bebek patlaması) dönemidir. Şimdi bu dönem kapandı, doğurganlık yanlısı bir döneme geçiş yaptık.
Birkaç on yıldır doğurganlık yanlısı politikalara geçişi nasıl yorumlayabiliriz?
Doğurganlık hızındaki genel azalma neoliberal iktisat politikaları ile birebir alakalı. 2008’den beri ekonomik çalkantısı bitmeyen dünyada kadınlar çalışma hayatına daha fazla dahil olmak zorunda. Çalışma koşulları gittikçe ağırlaşıyor, özellikle kadınların ağırlıklı olarak bulunduğu kayıt dışı sektörde çalışma süreleri haftalık 45 saatin çok üzerine çıkabiliyor. Anneler için verilen doğum izni 16 hafta, kreşler ateş pahası, okullar da hakeza.
Kentsel-izole yaşamla birlikte toplumsal dayanışma formlarının çözülmeye başlamasıyla akraba-komşu desteği de hızla ortadan kalktı. Kamunun kendi koyduğu yasanın çok altında kreş olması çocuk bakımını 24 saatlik bir iş haline getiriyor. Elbette işin en önemli bölümü, çocuk bakımının sadece kadınların sorumluluğu olarak görülmesi... İşçilere verilen 5 günlük babalık izni ancak çocuğa nüfus cüzdanı çıkarmaya yetiyor. Zaten erkekler de böyle bir göreve talip değiller.
"PRONATALİZM KÂRLARIN ARTIRILMASINDA DA ROL OYNUYOR"
Öncelikle AKP iktidarı süresince, ama genel olarak kapitalist üretim ilişkileri nüfus politikalarını nasıl etkiliyor?
Kadının yeniden üretim için aileye hapsedilmesi özellikle kriz dönemlerinde iş gücünün dayanma gücünü artırır; kadının toplumsal yeniden üretim emeği yaşam maliyetlerini düşürür, kriz kadınları esnek çalışmaya zorlayarak iş gücü piyasasını rahatlatır ve ‘ek gelir’ sağlar.
Kadınlar kapitalist üretim ilişkileri içinde, bir yandan bakım yükünü üstlenmek, diğer yandan ise merdiven altı atölyelerde, parça başına ya da tarımsal-mevsimlik iş gücü olarak çalışmak zorunda bırakılıyor. Özel olarak pronatalizm sadece yeni-genç iş gücünün doğurulması anlamında değil, aynı zamanda kadının karşılıksız emeğinin sosyal maliyetleri düşürerek kârı artırması anlamında da önemli bir işlev görüyor.
Anneliğin kutsallaştırılması ve çocuk bakımının kadının görevi olarak yeniden tanımlanmasında en uygun pelerini muhafazakarlar taşıyor. Doğum kontrol yöntemlerinin yasaklanması, erişimin zorlaştırılması gibi uygulamalar ilerici gibi görünen hükümetlerin atmaya kolaylıkla cesaret edebileceği adımlar değil. Bu, dünyada hem sağın yükselişine neden oluyor hem de bu yükselişten besleniyor. Bu bağlamda; kadınların hem etinden hem sütünden faydalanan, kapitalizmin neoliberal birikim rejimi dönemine çok uygun bir neoliberal otoriter muhafazakarlıkla karşı karşıya olduğumuzu söyleyebiliriz.
Aileyi öne çıkaran her söylem, kadınlara “Daha çok çalış, daha çok sömürül” der. AKP’nin “en az üç çocuk” söylemi, “Aile Enstitüleri” kadınların yeniden üretimi ev içinde sürdürmesini teşvik eden yapılardır. Doğum kontrol yöntemlerine erişim zorlaştırılıyor, çocuk bakımı kamusal desteklerle karşılanmıyor, kürtaj hakkı bekar kadınlar için fiilen ortadan kaldırılıyor, evli kadınlarda koca iznine bağlanıyor.
Bu durum, kadınların toplumsal dayanışma mekanizmalarını yeniden inşa etmesini zorunlu kılıyor. Çünkü kapitalist sistemin aileyi ve kadın emeğini merkeze alan bu düzeni, kadınların dayanışması ve mücadelesi olmadan dönüşemez.
"KADIN EMEĞİ İLE DOĞUM POLİTİKALARI DİREKT İLİŞKİLİ"
Peki, bugün yürütülen esnek çalışma tartışmalarının nüfus politikalarıyla ilişkisi nedir?
Kadınların hem aile sorumluluklarını hem de işlerini sürdürebilmeleri için esnek çalışma modelleri teşvik ediliyor. Bu modeller genellikle güvencesiz ve düşük ücretli işlere dayanıyor. Türkiye’de kadınların üçte biri çalışıyor. Kayıtlı, formel bir işte çalışan kadınların toplam çalışan kadın sayısına oranı da üçte bir.
Pronatalist politikalar kadınların hane temelli, esnek, çağrı üstüne çalışması anlamına geliyor. Devlet annelik borçlanması, doğum sonrası yarı zamanlı çalışma, ücretsiz izin gibi düzenlemelerle bunu pekiştiriyor.
Bunlar kadınlara birer lütuf gibi sunulurken, çocuk bakımında kadın merkeze alındığından iş gücü piyasasına girişte de bir dezavantaja dönüşebiliyor. Oysa hamilelik sonrası çocuk bakımında annelik izni değil, ebeveynlik izni olmalı, iş yerleri ve mahallelerde kreş gibi asgari yasal zorunluluklar işverenler ve kamu tarafından yerine getirilmeli.
YAŞLANAN NÜFUS TÜSİAD’I TEDİRGİN EDİYOR
Doğurganlık hızındaki düşüş en az iktidar kadar patronları da tedirgin ediyor. Özellikle TÜSİAD duyduğu tedirginliği her fırsatta dile getirerek riskleri önleyecek politikalar geliştirilmesini talep ediyor. Geçtiğimiz yıl 11 Temmuz’da yapılan TÜSİAD Yüksek İstişare Konseyi toplantısının açılışında konuşan TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Orhan Turan “2030’da her altı kişiden biri 60 yaş ve üzerinde olacak. Türkiye nüfusu hızla yaşlanıyor. Türkiye yetiştirdiği nitelikli gençleri başka ülkelere kaptırıyor” diyerek önlem alınmasını istemişti.
Yüksek İstişare Konseyi Başkanı Ömer Aras ise kaygılarını geçtiğimiz ay yapılan TÜSİAD Yüksek İstişare Konseyi toplantısında sarf ettiği “Unutmayalım ki demografik fırsat penceresi hızla kapanıyor. TÜİK 2030 yılını işaret ediyor. Bu tarihten sonra çalışma çağındaki nüfusun toplam nüfus içindeki oranı azalmaya başlayacak. Bu nedenle iş gücünün niteliğini artırmak daha da önemli hale geliyor” ifadeleriyle dile getirmişti.
NÜFUS POLİTİKALARI KURULU İLK KEZ TOPLANDI
Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı bünyesinde kurulan Nüfus Politikaları Yüksek Kurulu dün ilk toplantısını Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz başkanlığında yaptı. Toplantının gündemlerini nüfus ve demografik değişimler, nüfus politikaları ile Aile ve Gençlik Fonu konuları oluşturdu.
Aile ve Gençlik Fonu kişileri evliliğe ve aile kurumuna teşvik etmek için oluşturuldu. Fon ile belirlenen pilot illerde yeni evlenecek kişilere 150 bin lira faizsiz kredi verilmesi öngörülüyor. Kurulda desteğin ülke geneline yaygınlaştırılması üzerine tartışma yürütülüyor. Bu teşvikle kadınların evde anne, sanayide ucuz iş gücü rolünü üstleneceği bir modelin de yaygınlaştırılması hedefleniyor.
Evlilik oranları ve doğurganlık hızındaki düşüşü önlemek amacıyla 24 Aralık’ta oluşturulan kurulun ilk toplantısının açılışında konuşan Yılmaz, “Kurulumuz, sağlıklı bir nüfus yapısı için kısa, orta ve uzun vadeli stratejiler geliştirecek. Doğurganlık oranlarını ve nüfus yenileme seviyesini sürdürülebilir kılmak için eylem planlarımızı ve yol haritamızı oluşturacağız” dedi.
Aile teşviki için genç çiftlere maddi destek, evlilik danışmanlığı ve ilk evini alanları önceliklendiren konut programlarını uygulayacaklarını söyleyen Yılmaz, doğum izinlerinin artırılması, doğum yardımları, esnek ve uzaktan çalışma gibi birçok başlığın da kurulda değerlendirileceğini söyledi.
Yılmaz, ücretsiz veya düşük maliyetli kreş ve çocuk bakım hizmetlerinin de yaygınlaştırılacağını iddia etti.