Şimşek “programı”nda sona doğru (mu?)
"Şimşek’in emek karşıtı bu net ve açık hedefine karşı muhalefetten de işçi sendikalarından da aynı netlikte bir karşı koyuş gerçekleşmemiş olması, Şimşek’in elini kolaylaştırdı."
Fotoğraflar: AA&Evrensel
Özgür ORHANGAZİ
Ekonomi yönetiminin başına Şimşek’i getirdiğinden bu yana yüksek faizin enflasyonun sebebi olduğu yönündeki tezini dillendirmeyen Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 2024 sona ermek üzereyken yaptığı “faizi kesinlikle indireceğiz. 2025 bunun işaret yılı olacaktır. Faiz inecek ki enflasyon da insin. Bu, bizim olmazsa olmazımızdır” açıklaması bazılarına göre “program”a gölge düşürdü. Zaten genel kanaat Şimşek politikalarının ömrünün Erdoğan’ın tercihlerine bağlı olduğu yönündeydi. Peki Şimşek “programı”nda sona yaklaşıyor muyuz? Bu soruyu yanıtlamaya geçmeden önce Şimşek “programı”nın ne olup ne olmadığını hatırlamakta fayda var.
ORTODOKS İSTİKRAR PROGRAMLARI
Daha önce çokça vurguladığım gibi, ortada doğru düzgün, somut, araçları, hedefleri, mekanizmaları ve yol haritası belli herhangi bir enflasyonla mücadele programı yok. Program olarak tanımlanabilecek tek şey faiz oranını enflasyon oranının üzerinde, TL’nin değer kaybını ise enflasyonun oranının altında tutmaktan ibaret. Bu, bir yandan uluslararası finansal sermayeye yüksek getiri sunarak kısa vadeli dış yatırımları çekmeyi, bir yandan da TL’nin reel olarak bir miktar değerlenmesini sağlıyor. Dış sermaye çekilebildiği müddetçe kur üzerindeki baskı azalıyor. Kurdaki yükselişin kontrollü ve yavaş olması sayesinde de ithal girdi fiyatlarının artışının sınırlı kalması ve bunun da enflasyonu aşağı çekmesi umuluyordu.
Ancak, faiz oranı>enflasyon oranı>kur artış oranı kuralı 2024 boyunca uygulanabilmiş olsa da yıllık enflasyon sene başında açıklanan hedeflerin oldukça üzerinde gerçekleşecek. 2024’ün ikinci ve üçüncü çeyreklerinde ekonomide yaşanan daralmanın dördüncü çeyrekte de devam ettiğine dair işaretler mevcut. Dolayısıyla “program” ekonomiyi daraltmaya başlamasına rağmen dezenflasyon açısından bakıldığında açıkça başarısız.
Ortodoks dezenflasyon ve istikrar politikalarının üç ayağı mevcuttur. En başta yapılan sert bir devalüasyon, yüksek faiz oranları ve kamu harcamalarında büyük kesintiler. Bunların sonucunda genellikle yatırımlar durma noktasına gelir, toplam talep azalır, üretim düşer, zayıf şirketlerin bir kısmı batar ve işsizlik artar. Bu programların zaman zaman “acı reçete” olarak nitelendirilmesinin ardında da bu yüksek maliyet yatmaktadır.
2023 ortasında göreve gelen Şimşek, kurdaki kontrolü gevşeterek kurun bir miktar yukarı gitmesine izin vermiş, sonrasında da faizler yukarı çekilmeye başlanmıştır. Standart programlarla kıyaslandığında hem kurdaki yükselişin hem de faizlerdeki artışın yetersiz olduğu düşünülebilir. Tüm retoriğe rağmen standart programların düşük kamu harcamaları ayağının hayata geçirilmemiş olması ise Şimşek’e destek sunan ekonomistlerin eleştirdiği en önemli nokta oldu.
Öte yandan bu programlar, maliyetleri göz önünde tutulduğunda, çok fazla sürdürülemezler. Özellikle ilk 12 ila 18 ay içerisinde istenen sonuçlar elde edilemezse hükümetler genellikle programın uygulanmasından vazgeçer. Bu programların ana unsurlarından olan dış sermaye girişlerinin yeterli miktarda gerçekleşmediği durumlarda ise uygulanan programların bir krizle sonuçlandığı da çokça görülmüştür. Örneğin, Türkiye’nin 2000’de uyguladığı istikrar programı, önce 11. ayında yaşanan dış sermaye çıkışları ile çökme eşiğine gelmiş, IMF’nin desteğiyle bir süre daha devam ettirilse de 14. ayında büyük bir krizle çökmüştü.
Oğuz Esen’in İktisat ve Toplum dergisinin 170. sayısında ayrıntılı bir biçimde sunduğu üzere “uluslararası ekonomi politikası mezarlığı yarıda bırakılan istikrar programları ile tıka basa dolu. Ortodoks dezenflasyon programlarının ömrü genellikle 12 ila 36 aydır. Buna göre 1980-2015 yılları arasında dünyada uygulanan 763 istikrar programının 512’si tamamlanmadan program uygulamasından vazgeçilmiştir (1). Yine aynı yazıdan devam edersek, Şimşek “programı”nın “en kritik dönemi, 18 ay, geride kalmış, beklentileri etkileyecek ne bir araç ne de programın kredibilitesini artıracak hamle imkanı kalmamıştır. Ekonomi yönetimi için programdan çıkışı belirleyecek olan enflasyon oranı değil, dış kaynak girişinde sağlanan artışın göreli istikrarıdır”(s. 11).
2001 VE BUGÜN
2001 krizinin ardından Mayıs 2001’de uygulamaya konulan “Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı” da benzer bir biçimde yüksek faizler ve reel olarak değerlenen TL’ye dayanıyordu. Bugün Şimşek “programı”ndan ümitli olan ekonomistlerin çoğu da zaten bu döneme bir dönüş beklentisi içerisindeydi. O zaman, program uygulanmaya başladıktan sonra Ocak 2022’de yüzde 72 civarında zirveyi gören enflasyon hızla gerilemiş, iki sene sonra da tek haneye düşmüştü.
Ancak 2001’le bugün arasında oldukça önemli farklar var. 2001 programı Türkiye ekonomisinin yaşadığı en sert krizlerden birisinin ardından uygulamaya sokulmuştu. TL’deki sert devalüasyon ve kriz ile birlikte Türkiye’deki birçok işletme ve varlık, döviz cinsinden oldukça ucuz hale gelmiş ve dış sermaye bu ucuzlayan varlık ve işletmeleri satın almak için Türkiye’ye yönelmişti. Hız verilen özelleştirmeler de dış sermayeye yeni bir alan açmaktaydı. Öte yandan, dış borcu halen düşük seviyelerde olan özel sektör ise hızla dışarıdan borçlanmaya başlamıştı. Daha önemlisi, bu program büyük bir küresel likidite genişlemesinin ilk aşamasına denk gelmiş, sadece Türkiye’ye yönelik değil benzer “gelişmekte olan” yahut “yükselen piyasalar” olarak nitelendirilen ekonomilere yoğun bir sermaye akışı gerçekleşmişti.
Şimşek “programı”ndan farklı olarak IMF’nin açık ve tam desteğine sahip olan bu program, aslında 24 Ocak 1980 kararlarıyla başlayan ve 1989’da sermaye hareketlerinin serbestleştirilmesiyle yeni bir evreye giren dönüşümün nihai adımıydı. Türkiye ekonomisinin üretim, ticaret ve finans alanları tam olarak neoliberal prensiplerle uyumlu hale getiriliyor ve dünya ekonomisiyle bu şekilde bir tam entegrasyon hedefleniyordu.
Dolayısıyla bugün uygulanan politikalarla bu program arasında yapılan benzetmelere fazla anlam yüklememek lazım. Ayrıca, Türkiye ekonomisinin son 6-7 senede yaşadığı birçok sorunun temelinde de 2001’den itibaren uygulanan bu politikaların yattığını akılda tutmakta fayda var (2).
ŞİMŞEK “PROGRAMI” BAŞARISIZ MI?
Enflasyon hedefleri açısından baktığımızda Şimşek “programı”nın başarısız olduğu açık. Ancak, enflasyonla mücadele söyleminin ötesine geçip uygulamaya baktığımızda Şimşek “programı”nın iki ana hedefi olduğunu görüyoruz:
- “Yüksek faizler ve düşük bütçe açıklarından oluşan ortodoks bir ekonomi politikasıyla mümkün olduğunca dış sermaye çekmek ve böylelikle ekonominin müzmin döviz açığı sorununu ve bir ödemeler dengesi krizi riskini bir süre daha ötelemek.”
- “Son yıllarda yaşanan bölüşüm şokunun sonuçlarını, yani ücretler, emekli aylıkları, kıdem tazminatı gibi alanlarda Nebati programı sayesinde yaşanan reel gerilemeyi kalıcı kılmak”.
Bu hedefler doğrultusunda bakıldığında Şimşek “programı”nın şu ana kadar başarılı olduğu açık. Enflasyonun üzerinde faiz oranları ve enflasyonun altında kur artışları ile Şimşek’in uluslararası finansal çevrelerdeki kredibilitesi de kullanılarak bir yandan döviz girişi sağlandı, bir yandan da içerideki dolarizasyon bir miktar geriledi. Merkez Bankası’nın net döviz rezervleri -50 ila -60 milyar dolar seviyelerinden artı 40 milyar dolara yaklaştı. Kısacası, ödemeler dengesi krizinin eşiğindeki bir ekonomide döviz dengesi yeniden tesis edildi.
Ancak tabii ki yapısal hiçbir sorun çözülmedi, Türkiye halen çift paralı (dolarize) bir ekonomi, ithal girdi kullanımına bağımlı bir üretim modeli var ve cari açık vermeden büyüyemiyor. Ama zaten Şimşek “programı”nın amacı bu yapısal sorunları çözmek değil döviz dengesini yeniden tesis etmekti.
Şimşek "programı"nın ikinci hedefi ise bir önceki dönemde iyiden iyiye eritilen reel ücretlerin daha fazla bastırılmasıydı. Nitekim Nebati’nin enflasyonla erittiği reel ücretlerin, enflasyonla mücadele bahanesiyle bastırılmasında Şimşek önemli bir rol oynadı. Temmuz 2024’te asgari ücretin artırılmaması, diğer ücret artışlarının da kısıtlı tutulmasına destek oldu ve emeğin üretilen toplam gelirden aldığı pay yılın ikinci yarısında hızla geriledi. 2025’te İstanbul Ticaret Odası verilerine göre yüzde 50’nin üzerinde eriyen asgari ücrete sadece yüzde 30 artış yapılması, emekli aylıkları ile kıdem tazminatlarının reel olarak erimeye devam etmesi Şimşek “programı”nın bu hedefinde de başarılı olduğunu gösteriyor.
Şimşek’in emek karşıtı bu net ve açık hedefine karşı muhalefetten de işçi sendikalarından da aynı netlikte bir karşı koyuş gerçekleşmemiş olması, Şimşek’in elini kolaylaştırdı. Ortodoks iktisat politikalarına destek veren ekonomistler de bunun toplumsal meşruiyetinin sağlanmasına açık ya da örtülü olarak katkıda bulundular. Örneğin, ücret artışlarının gelecek yıla hazırlık olarak değil geçmiş yıldaki enflasyon kaynaklı kaybın telafisi için yapıldığı gerçeğinin saptırılmasında, ücret artışlarının hedeflenen enflasyon gözetilerek yapılmasında açık destek verdiler.
ŞİMŞEK “PROGRAMI”NDA SONA DOĞRU MU?
Şimşek’in yüksek faiz, değerli TL politikası enflasyon hızlı bir biçimde düşürülebilseydi bir süre tolere edilebilecek bir “program”dı. Ancak 2024 enflasyonu sene başında açıklanan hedefin oldukça üzerinde gerçekleşecek. 2025 için Orta Vadeli Program’daki yüzde 17.50 hedefinin de Merkez Bankası’nın yüzde 16-26 arasındaki hedefinin de gerçekleşeceğine inanan kimse yok. Son anketler, reel sektörün 2025 için enflasyon beklentisinin halen yüzde 40’ın üzerinde olduğunu gösteriyor.
Söylem, bu başarısızlığı piyasadaki enflasyon beklentilerinin katılığına yıkmakta. Ancak zaten gerçek bir dezenflasyon programı, hele ki Türkiye gibi bir ekonomide, bu katı beklentileri zaten başından hesaba katmak zorundaydı. Daha önemlisi ise Şimşek “programı” şirketlerin piyasa güçlerinden gelen fiyatlama davranışlarını değiştirmek için herhangi bir unsur içermiyordu.
Bu politikaların ne kadar devam edeceğini iç ve dış gelişmeler belirleyecek. İçeride ekonomik daralmanın boyutları, yüksek faizler ile güçlü TL’nin birçok işletme için yarattığı maliyetle birlikte iktidarın ve sermayenin bu “program”a en fazla bir iki çeyrek daha devam edecekleri düşünülebilir. Herhangi bir referandum ya da seçim takviminin ortaya çıkması, ekonomi politikaları takvimini doğrudan etkileyecektir.
Hem Fed’in hem de Avrupa Merkez Bankası’nın faiz indirim süreçlerinde olmaları Şimşek için bir avantaj. Ancak Fed’in faiz indirimlerinde çok aceleci olmayacağının ortaya çıkması, dış borçlanma maliyetlerinin fazla hızlı düşmeyeceğini gösteriyor. Türkiye’nin en önemli ihracat pazarı olan AB ekonomisinin yavaşlıyor olması da önemli bir risk. Trump göreve başladığında söz verdiği gibi Çin’e karşı gümrük vergilerini artırırsa Çin’in ABD’de kaybettiği piyasaları başka yerlerde kazanmak için girişeceği hamlelerin de küresel ekonomideki gidişata önemli etkileri olacak.
(1) Oğuz Esen, “Hoşçakal İstikrar, Merhaba Kronik Enflasyon” İktisat ve Toplum sayı 170, Aralık 2024, s. 8-13.
(2) Bkz. Ö. Orhangazi. 2024. Türkiye Ekonomisinin Yapısı, Ankara: İmge.
⁎ Bu yazı Özgür Orhangazi'nin bloğuyla eş zamanlı yayımlanmıştır.