12 Ocak 2025 04:52

Seçimler yaklaştıkça göçmen düşmanlığı artıyor

Avrupa'nın Gündemi'nde bu hafta seçimlere hazırlanan Almanya'da partilerin göç politikaları, İngiltere'yi karıştıran ABD'li milyarder Elon Musk ve Fransa'da artan otoriter uygulamalar var.

Fotoğraf: unsplash

Paylaş

Almanya’da 23 Şubat’ta yapılacak erken seçimlerde göç ve göçmen politikası önemli bir rol oynuyor. Irkçı Almanya İçin Alternatif’in (AfD) engellenmesi istenirken neredeyse tüm partiler giderek AfD’ninkilere benzeyerek sertleşen göç ve sığınma politikası öneriyor.

Almanya’dan sonra İngiltere de Amerikalı milyarder Elon Musk’ın hedefinde. Counterfire’dan çevirdiğimiz yazıda Elon Musk’ın İngiltere siyasetindeki etkisi ve Başbakan Keir Starmer’ın yaşadığı siyasi kriz ele alınıyor. Musk, aşırı sağcı figürlerle olan ilişkisini kullanarak İşçi Partisini iktidardan düşürmeye çalışıyor, Almanya’da AfD’ye verdiği desteği İngiltere’deki Reform Partisine de veriyor ve partiye büyük bağışlar yapacak gibi görünüyor.

Charlie Hebdo’ya yönelik 7 Ocak 2015’teki terör saldırısı, Fransa’nın tarihindeki en travmatik olaylardan biri olarak kayıtlara geçti. Fransız mizah dergisinin Paris ofisine yapılan saldırıda radikal İslamcı iki saldırgan 12 kişiyi öldürdü. Saldırı Fransa’da özgürlük, güvenlik ve insan hakları alanlarında geniş çaplı değişimlerin gerekçesi yapıldı. Fransa basınından seçtiğimiz makalede “İşçi hareketleri, hükümetle iş birliği yapmayı reddederek, demokratik özgürlükler için mücadelede ön safta yer almalıdır” uyarısı yapılıyor.

SEÇİM KAMPANYASINDA GÖÇ VE GÖÇMENLER: PARTİLER ASLINDA NE TALEP EDİYOR?

Claudia WANGER
Telepolis

Sığınma yasalarının sertleştirilmesi ve mülteci ve göçmenlerin toplumsal izolasyonu sadece Almanya İçin Alternatif AfD’nin seçim programında yer alan özellikler değil. AfD göç politikasında dönüşüm istiyor. Bununla daha fazla izolasyonu kastediyor. Koalisyon hükümeti döneminde de bu yönde belirgin bir eğilim vardı. Göç ve sığınmacı politikası birçok parti tarafından seçim kampanyalarının en önemli konularından biri olarak değerlendiriliyor.

Hristiyan Birlik partileri CSU ve CDU, göç politikasında “köklü bir değişim”, AfD ise “geri gönderme” çağrısında bulunuyor. İkincisi var olan politikanın tersine dönmesi anlamına gelmiyor, aksine mevcut eğilimin hızlanması anlamına geliyor, zira sosyal demokrat SPD, Yeşiller ve Hür Demokrat FDP de koalisyon hükümeti sırasında sığınmacı yasasını sertleştirmeye karar vermişlerdi. AfD ve Birlik partileri el ele olmasa da yeni adımlar atmayı planlıyor.

Ekim 2023’te Federal Şansölye Olaf Scholz (SPD) Der Spiegel’e şunları söyledi: “Sonunda büyük ölçekte (mülteciyi) sınır dışı etmeliyiz.” Koalisyonun “geri gönderme paketi” diğer şeylerin yanı sıra, tutuklanmayı bekleyen azami gözaltı süresini sınır dışının iyi hazırlanabilmesi için uzattı. Süre 10 günden 28 güne çıkarıldı.

Koalisyon partilerinin bu yılın ağustos ayında üzerinde anlaştığı “güvenlik paketi”, yalnızca yabancı uyruklu suçluların sınır dışı edilmesini kolaylaştırmakla kalmıyor, aynı zamanda “Dublin Sözleşmesi”nin öngördüğü bir başka Avrupa ülkesinde olan sığınmacılar için sosyal yardımların iptalini de içeriyor.

Almanya, 2024 baharında, diğer hususların yanı sıra AB’nin dış sınırlarında iltica prosedürlerini düzenleyen daha sıkı AB iltica kurallarını da kabul etti. SPD milletvekilleri de bu konuda görüş bildirdi.

SPD, şubat 2025’teki federal seçimlerden sonraki döneme ilişkin taslak hükümet programında son üç yıldır uygulanan sığınmacı politikasını yalnızca kısmen destekliyor. Şöyle diyor: Geri göndermelerin insani ve istikrarlı bir şekilde gerçekleştirilmesi gerekiyor. Biz gönüllü ayrılışları tercih ediyoruz çünkü bu daha insani. Eğer bu reddedilirse, özellikle suçlular söz konusu olduğunda, hızlı ve tutarlı sınır dışı etmelere güveniyoruz.

Yeşiller, 2025 federal seçimleri için hazırladıkları seçim bildirgesinde, Almanya’nın bir göç ülkesi olduğunu ve olmaya devam edeceğini vurguluyor. “Önceliğimiz gönüllü dönüş. Ülkeyi terk etmek zorunda kalan ve ağır suçlar işleyen kişilere, cezalarını çektikten sonra geri gönderilmelerinde öncelik tanınmalıdır” diyor.

FDP, “Göçte yeni bir gerçekçi politika” başlığı altında, ikamet hakkı olmayan kişilerin “derhal” ülkeden ayrılmasını, sınır dışı etme politikasının merkezileştirilmesini talep ediyor ve sığınma prosedürlerinin üçüncü ülkelerde de gerçekleştirilmesi gerektiğini savunuyor. FDP, ilke olarak yoksulluk nedeniyle göçü reddediyor, ancak tam eğitimli ve vasıflı iş gücünün Almanya’ya göçünü destekliyor.

İkincisi, “Almanya sınırlarında ret” savunuculuğu yapan Birlik partilerinin (CDU- CSU) talepleriyle büyük ölçüde uyumlu. Birlik fraksiyonu, sonbaharda “Üçüncü ülke vatandaşlarının Almanya’ya yasa dışı girişini sınırlamak” için uygun bir yasa tasarısı sundu, ancak bu yasa tasarısı şimdilik hükümet krizi nedeniyle tartışılmadı veya oylanmadı.

Sahra Wagenknecht İttifakı (BSW) göç politikasını ve mültecilere yaklaşımı halkı bölme politikalarının bir aracı olarak görüyor ayrıca “güvenli üçüncü ülkelerden” insanların kabul edilmesini reddediyor ve ikamet hakkı olmayan kişilere yönelik sosyal yardımları geri çekmeyi planlıyor.

Sol Parti, sığınma yasalarındaki tüm sertleştirmelerin geri alınmasını istiyor. Solun seçim beyannamesi taslağında “Kimse gönüllü kaçmaz” başlığı altında şunlar ifade ediliyor: “AB’ye yasal ve güvenli giriş imkanı istiyoruz. Bu durum insan kaçakçılarının ticari faaliyetlerinin kısıtlanmasına neden oluyor. Cenevre Mülteci Sözleşmesi, BM Çocuk Hakları Sözleşmesi ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne uyulmalıdır. (...) Sığınma hakkı bir insan hakkıdır. Daha önce sığınma hukukunda yapılan tüm sıkılaştırmaları reddediyoruz. AB’nin dış sınırlarında sığınmacıların sığınma prosedürlerine bireysel erişimi ve hukuki koruma sağlanması gerekmektedir. Hızlandırılmış prosedürleri ve koruma arayanların gözaltına alınmasını (İster sözde geri dönüş, ister transit, ister kontrollü merkezler isterse “sıcak noktalar” olsun) reddediyoruz.”

AfD, “göç politikasında dönüşüm” ile tamamen farklı bir şey kastediyor. Bu slogan altında, sonbaharda federal hükümete, federal sınırı kendi sınır çitleri aracılığıyla kontrol edilebilir hale getirmesi ve “Buradan girmek isteyen herkesi” reddetmesi çağrısında bulundu.

Dolayısıyla, CDU/CSU parlamento grubu da “Almanya sınırlarında ret” uygulamasını fiilen hayata geçirmek istiyorsa, böyle bir sınır politikasını talep etmek zorunda kalacak. Ancak AfD ile her türlü iş birliğini hâlâ resmen reddediyor.

Çeviren: Semra Çelik

ELON MUSK, KIER STARMER VE BRİTANYA SİYASETİNİN KRİZİ

Lindsay GERMAN
Counterfire

Donald Trump’ın yakın danışmanı, ABD merkezli milyarder Elon Musk, geçen hafta içinde Kral Charles’a parlamentoyu feshedip sadece altı ay önce yapılan seçimlerin ardından yeni bir seçim yapması çağrısında bulundu. İşçi Partisi Bakanı Jess Philips’in “Hapse atılması gerektiğini” ve Oldham’daki çocuk cinsel istismarı soruşturmasını reddettiği için “tecavüz soykırımı savunucusu” olduğunu söyledi. Hapsedilen faşist Tommy Robinson’ı övdü, onun bir “siyasi mahkum” olduğunu ve serbest bırakılması gerektiğini iddia etti.

Rusya’dan geldiği iddia edilen siyasi müdahale hakkında çok şey konuşulurken, Musk’ın taciz edici ve kışkırtıcı söylemlerine karşı şaşırtıcı bir hoşgörü gösteriliyor.

(Irkçı Reform Partisi Lideri) Nigel Farage, partisi için, Elon Musk’tan büyük bağışlar almayı beklerken, Musk’ı, X (Twitter) platformunda ifade özgürlüğüne izin verdiği için “kahraman” olarak nitelendirdi. Ancak bu ona pek fayda sağlamadı, çünkü Elon Musk’a yönelik en hafif muhalefet bile Musk’ın Reform’un yeni bir lidere ihtiyacı olduğunu söylemesine yol açtı.

Saldırılar doğrudan Başbakan Keir Starmer’ı hedef almasına rağmen, Elon Musk hakkında sessiz kalıyor. Bakanları, bu durumun aşırı sağın çıkarlarını ilerletmek ve hükümete saldırmak için tecavüz ve cinsel istismara duyulan tiksintiyi kullanma girişimi olduğunu bilmelerine rağmen, temkinli ve yatıştırıcı davranıyorlar.

Kendisi Britanya vatandaşı olmamasına rağmen Musk, bir İngiliz şirketi aracılığıyla Reform partisine bağışlar yapabilir. Yasada yapılacak bir değişiklikle kolayca bu durdurulabilir, ancak İşçi Partisi bakanları, sağcı bir tepki korkusuyla bunu yapmaktan çekiniyor.

Bu bir nevi korkaklık. Milli egemenlik kartını oynamak ve Musk’ın Britanya işlerinden uzak durması gerektiğini söylemek yeterince kolay olabilir (Trump’ın tereddüt etmeden yapacağı bir şey), ancak Starmer Trump’ı karşısına almaktan çekiniyor. Bu aynı zamanda büyük bir çoğunluğa sahip bir hükümetin, işçilerin yaşamlarında en temel iyileştirmeleri bile gerçekleştirememesiyle de ilgili. Cinsel istismarın çoğunluğunun Müslümanlardan gelmediği ve yaygınlığının ırk fark etmeksizin büyük bir toplumsal sorun olduğu gerçeği hakkında çok az şey söyleniyor. Keir Starmer, sorunu kendinde aramalı. Milliyetçiliği, savaş kışkırtıcılığı, orduya desteği ve işçilerden uzak söylemler onu bu noktaya getirdi.

Bu kadar düşük bir seçmen katılımıyla ve de büyük bir çoğunlukla seçilen bir hükümet hiç olmamıştı. Altı ay gibi kısa bir sürede popülerliğini kaybeden bir hükümet de olmamıştı. Şu an büyük bir çoğunluk olmasına rağmen kısa süre içinde iktidarda olmayabilir. Keir Starmer’ın önümüzdeki yılı atlatıp atlatamayacağı konusunda yaygın tartışmalar var.

Nigel Farage ve Reform, bu koşullarda büyüyebileceklerinden çok eminler ve haklılar. Ancak Elon Musk’ın müdahaleleri, sağcıların önceliklerinin tam olarak nerede olduğunu gösteriyor: Süper zenginlere bağlı ve en kötü nefret ve bölünme biçimlerini oynuyorlar.

Şu anda Farage, saygın görünmek istediği için aşırı sağcı Tommy Robinson gibi kişilerden uzak duruyor ve Muhafazakarları hedef alıyor. Essex seçim bölgesinde mevcut Muhafazakar Lideri Kemi Badenoch ile seçim yarışına girmeye hazırlanıyor. Destek kazanmak için ırkçılığı kullanacak, cinsel istismar gibi konulara vurgu yaparak siyaset yapacak. Reform partisi iktidara gelirse, öğrenci harçlarını kaldıracağını ve de kış yakıt ödeneğini geri getireceklerini söyleyerek işçi sınıfının taleplerini dile getirecek.

Bu nedenle Britanya siyasi bir krizle karşı karşıya. Kenarda bekleyen aşırı sağ var ve felaketle sonuçlanan bir İşçi Partisi hükümeti. Parlamentonun dışındaki güçler zorlamadıkça siyasi durum sola itilebileceğine dair hiçbir işaret yok.

İlk öncelikle, sağcı milyardere karşı durmalıyız. Ayrıca, BBC’nin aşırı sağ figürlere bu kadar geniş platformlar sunmasına da itiraz etmeliyiz, çünkü bu sadece onların görüşlerini normalleştirmeye yardımcı oluyor. Ayrıca bir sol çekim merkezine ihtiyacımız var. Yeni bir sol parti hakkında çok şey konuşuluyor, ancak bunu beklememeliyiz. Aşırı sağı durdurmak, bizim ne yapacağımıza bakıyor.

Çeviren: Çınar Altun

CHARLIE HEBDO: DEHŞET VERİCİ SALDIRIDAN SONRA 10 YILLIK OTORİTER TIRMANIŞ VE ÖZGÜRLÜK KARŞITI SALDIRILAR

Patrick NONPAT
Revolution Permanente

Charlie Hebdo’ya yönelik vahsi saldırının ardından devlet, halkın duygusal tepkisini kullanarak güvenlik önlemleri adı altında bugün hâlâ devam eden geniş kapsamlı bir saldırı başlattı. Bu yazıda, otoriter tırmanış ve özgürlük karşıtı 10 yıllık saldırılara göz atıyoruz.

10 yıl önce, 7 Ocak 2015’te, Kouachi kardeşler Charlie Hebdo’nun yazı işleri ofisinde korkunç bir katliam gerçekleştirdi. Ertesi gün, onların suç ortaklarından biri olan Amedy Coulibaly, Vincennes’deki bir Yahudi marketinde insanları rehin aldı ve dört kişiyi öldürdü. Bu olayları takip eden günler, ülke genelinde kitlesel gösterilere sahne oldu ve bu durum kısa sürede François Hollande ve Manuel Valls Hükümeti tarafından, hiç sona ermeyen otoriter bir saldırıyı başlatmak için fırsata dönüştürüldü. Son günlerdeki ikiyüzlü anmalarda ise bu durum göz ardı ediliyor ve ifade özgürlüğü kutlanıyor, oysa devlet baskısı giderek artıyor.

(Dönemin Cumhurbaşkanı) François Hollande, 12 Ocak 2015’te “Sentinelle operasyonu’nu” başlattı. Bu operasyon hâlâ devam etmekte ve ülke genelinde askerler, saldırı tüfekleriyle devriye gezmektedir. Şubat 2015 itibarıyla, 10 binden fazla asker görevlendirilmişti. Kamu alanlarındaki militarizasyon, günlük olarak bir milyon avroya mal olmaktadır. Bu operasyonun gerekçesi güvenlik olarak sunuldu ve ordunun göçmenlerin denetimlerinde ve toplumsal patlamaların bastırılmasında daha aktif rol almasına halkı ikna için bir araç olarak kullanıldı. Macron dönemiyle birlikte bu uygulama, özellikle Sarı Yelekliler hareketi sırasında daha da yoğunlaştı.

Bu süreçte mahkemeler, terörist eylemlere destek verdiği düşünülen kişileri hızla cezalandırmaya başladı. Çocukların veya gençlerin yaptığı basit, çocukça bazen de aptalca yorumlar gözaltına alınmalarına yol açtı. Sosyal medya paylaşımları veya konuşmalar nedeniyle insanlar hapis cezasına çarptırıldı. İçişleri Bakanı Bernard Cazeneuve, kasım 2014’te terörizmi övme suçunu, bir basın suçu olmaktan çıkararak, genel toplumu ilgilendiren bir ceza suçuna dönüştürdü.

2015 yazında, İstihbarat Yasası sessizce yürürlüğe girdi. Bu yasa, geniş çaplı gözetimi ve veri toplamayı yasallaştırdı, polis yetkilerini artırdı. “Ulusal bağımsızlık”, “bölgesel bütünlük” ve “terörizmin önlenmesi” gibi geniş kavramlar, başbakanın veya istihbarat şeflerinin talebiyle telefon dinlemeyi, gözetimi ve aramaları mümkün kıldı. Bu gerekçeler, sosyal hareketlere, grevlere ve kapitalist düzene yönelik eleştirilere karşı da kullanılabilir hale geldi.

MACRON DÖNEMİNDE ÖZGÜRLÜKLER DAHA DA AZALIYOR

Kasım 2015’teki Paris ve Saint-Denis saldırılarından sonra, François Hollande vatandaşlıktan çıkarma önlemleri üzerinde çalışmadan önce 23 ay süren olağanüstü hal ilan etti. Bu süreçte 4 bin 300 ev arandı, 600 kişi ev hapsine alındı. Ancak bu birlik ruhu ve polis destekçiliği, şiddetli polis baskıları ve hükümetin çalışma yasası reformlarını zorla geçirme girişimleri sırasında sarsıldı.

Macron döneminde, olağanüstü hal hükümleri 2017’de olağan yasalara entegre edildi ve polis yetkilerini artıran yasalar çıkarıldı: Anticasus (Gösteriler sırasında kamu düzeninin güçlendirilmesi ve korunması) Yasası (2019), Küresel Güvenlik Yasası (2021), Ayrılıkçılık Yasası (2021), LOPMI (İçişleri Bakanlığının Yönlendirme ve Programlama Yasası: Güvenlik için kaynaklar ve personel sayısını güçlendirmeyi, aynı zamanda merkezileştirmeyi ve modernleştirmeyi hedefleyen bir yasa) ve Olimpiyatlar için istisnai yasalar… Macron, ırkçılığı ve İslamofobiyi kışkırtarak, aşırı sağın söylemlerini benimseyerek siyasi desteğini artırmaya çalıştı. “İslamcı canavar” ve “ayrılıkçılık” söylemleriyle, Müslüman örgütler ve sol hareketler hedef alındı.

FİLİSTİN VE OTORİTER POLİTİKANIN HIZLANIŞI

Filistin’e destek hareketine karşı yoğun bir baskı başladı. Terörizmi övme suçlamasıyla sendikacılar ve aktivistler yargılandı. Bu yaklaşım, Kanak halkının kendi kaderini tayin mücadelesine ve işçi haklarına karşı yargısal baskıların artırılmasıyla genişletildi.

2015’te ifade özgürlüğü adına ölüm tehditlerine meydan okuyan ifadeler öne çıkarken, bugün polis, istihbarat ve hükümetin sınırsız gücüne boyun eğmek neredeyse zorunlu hale geldi. 10 yıllık güvenlik politikaları ve İslamofobik propaganda sonucunda, aşırı sağ güçlenmiş durumda ve İsrail’in sömürgeci politikalarını savunan bir “Cumhuriyetçi ittifak”ın bir parçası haline geldi. Kamu toplantıları ve protestolar yasaklanıyor, örgütler dağıtılıyor ve 49.3 (Hükümete meclisi baypas ederek yasa geçirme yetkisi veren anayasa maddesi) standart bir yönetim aracı haline geliyor.

İşçi hareketleri, hükümetle iş birliği yapmayı reddederek, demokratik özgürlükler için mücadelede ön safta yer almalıdır.

Çeviren: Ali Rıza Yıldırım

ÖNCEKİ HABER

ABD, Maduro için koyduğu ödül miktarını 25 milyon dolara yükseltti

SONRAKİ HABER

Kocaeli'de kadın cinayeti

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa