Lübnan’a Amerikan-Suud ayarı: Arap basınında neler yazıldı?
Körfez medyası Lübnan'da Aun’un cumhurbaşkanı seçilmesini İran ve Hizbullah’a karşı zafer olarak gördü. Direniş Ekseni’ne yakın olanlar ise Emel Hareketi ve Hizbullah'tan da oy aldığına dikkat çekti.
Fotoğraf: Houssam Shbaro/AA
Yusuf ERTAŞ
Lübnan’da, yaklaşık iki buçuk yıldır boş olan cumhurbaşkanlığı koltuğuna Genelkurmay Başkanı Joseph Aun seçildi. Seçimin ABD-Fransa-Suudi Arabistan müdahalesi sonucu oluşan “ulusal uzlaşı” ile gerçekleştiğine işaret ediliyor. Körfez medyası Aun’un seçilmesini İran ve Hizbullah’a karşı bir “zafer” olarak gördü. Direniş Ekseni’ne yakın Arap basını ise Aun’un Emel Hareketi ve Hizbullah oylarıyla seçildiğine dikkat çekti.
LÜBNAN’DAKİ MEZHEPÇİ YAPI
Lübnan’daki mezhepçi yapı nedeniyle cumhurbaşkanlığı koltuğu uzun süre boş kalabiliyor. Bu durum bu döneme özgü değil. Nitekim, 25 Mayıs 2014 yılında görev süresi sona eren Cumhurbaşkanı Mişel Süleyman’ın ardından, cumhurbaşkanlığı seçimi çeşitli sebeplerle ertelenmiş ve Lübnan yine yaklaşık iki buçuk yıl boyunca yeni bir cumhurbaşkanı seçememişti. Mişel Aun ise 31 Ekim 2016 yılında seçilerek 31 Ekim 2022’ye kadar cumhurbaşkanlığı koltuğunda oturdu. Aun’dan sonra da 12 meclis oturumuna rağmen yeni isim seçilemedi. 9 Ocak perşembe günü parlamentoda yapılan ilk oturumda ise 128 üyeli meclisten 71 oy alan Joseph Aun (Soyadlarına rağmen Mişel Aun ile bir yakınlığı bulunmamakta), ikinci oturumda 28 oyu Emel Hareketi ve Hizbullah’tan olmak üzere toplam 99 oy alarak iki yıl dört ay 10 günlük boşluktan sonra cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturdu.
HİZBULLAH’A YÖNELİK BİR TEHDİT
Joseph Aun yemin konuşmasında birçok vaatte bulundu ancak “Silahlar ordunun tekelinde olacak” yönündeki vaadi öne çıktı. Bu sözler Hizbullah’a yönelik bir tehdit olarak değerlendirildi. Direniş Ekseni’ne karşı olan tutumuyla bilinen Faruk Yusuf, Middle East Online Haber sitesinde yer alan yazısında “Eğer Hizbullah’ın gücü yok edilmemiş ve İran’ın varlığı ortadan kaldırılmamış olsaydı, Lübnan Cumhuriyeti’nin bir cumhurbaşkanı olmayacaktı” diye yazdı. Bu cenahtan yazarlar Hizbullah’ın silahsızlandırılması işinin tıkır tıkır işleyeceği görüşünde birleşiyor. Ancak Rai Al Youm Yazarı Abdulbari Atwan “Bu vaadin, yalnızca direnişin gönüllü olarak silahlarını teslim etmesi ya da askeri bir karşı duruşla gerçekleştirilebileceğine” işaret ederek “Bu durum, Lübnan için bir kriz anlamına geliyor” uyarısında bulunuyor.
COLANİ: SÖZLERİ Mİ, İCRAATLARI MI?
Öte yandan Suriye de Arap basınında gündemdeki yerini koruyor. Heyet Tahrir el Şam (HTŞ) Lideri Ebu Muhammed Colani (Artık Ahmed Şara adını kullanıyor) ve yönetimi ile ilgili yapılan değerlendirmelerde iki karşıt tutum dikkat çekiyor. Bir eğilim Colani’nin söylemlerini ve davranışlarını temel alarak ona “Bir şans verilmesi gerektiğini” söylüyor. Diğer eğilim ise onun cihatçı geçmişine, kilit görevlere yaptığı atamalara ve icraatlarına bakarak değerlendirme yapıyor ve Suriye’de daha tehlikeli gidişe işaret ediyor.
Birinci eğilimin temsilcilerinden Suudi Arabistan Sermayeli Şarkul Awsat Yazarı Abdurrahman el-Raşid, “Ahmed Şara’nın daha Şam’a girmeden önce bile yaklaşımıyla Bağdadi ve Zerkavi’den farklı bir kişilik sergilediğini” savunarak “Bu yeni yöneticiler, bir fırsatı hak ediyorlar” diye yazıyor.
Mısır merkezli Al Watan Gazetesi Yazarı Amira Hawasak ise “Suriye’de şu anda gerçekleşen intikam operasyonları, Beşar Esad döneminde olanlardan pek farklı değildir. Eğer durum böyle devam ederse, bu hiç de umut verici bir tablo değil. Doğrudur, Suriye bir dönüşüm döneminden geçiyor, ancak bu dönemde sadece aşırı grupların değil, tüm güçlerin dayanışması gereklidir. Ancak şu an görünen, bu cihatçı grupların kendi düzenlerini kurup iktidarı paylaşmaya kararlı olduklarıdır. Bu, şu anki hükümet yapısından ve yetkilerin dağılımından açıkça anlaşılmaktadır. İslamcı gruplar dışındaki tüm güçler süreçten dışlanmış durumda, bu gruplar iktidara el koymuş ve mevcut durumun böyle devam etmesini istemektedir” değerlendirmesini yapıyor.
TRUMP GAZZE’YE ATOM BOMBASI MI ATACAK?
Bu arada Trump, Hamas’ın elindeki rehineler serbest bırakılmazsa, Ortadoğu’da cehennemin kapılarını açacağı ve Gazze’yi cehenneme çevireceği yönündeki tehdidini tekrarladı. Filistin merkezli Al Kuds gazetesi başyazısında, İsrail’in, savaşın başından itibaren Gazze’ye karşı yeryüzünün cehennem kapılarını açtığına işaret ederek, “Gazze’nin şu anda yaşadığı cehennemden daha büyük bir cehennem var mı, yoksa Trump’ın tehdidiyle Gazze, atom bombası ya da nükleer bomba ile mi vurulacak?” diye sordu.
LÜBNAN’DA YENİ CUMHURBAŞKANI VE OLASI SONUÇLARI
Abdulbari ATWAN
Rai Al Youm
General Joseph Aun’un, iki yılı aşkın bir süredir devam eden cumhurbaşkanlığı boşluğunun ardından Lübnan cumhurbaşkanı seçilmesi, Lübnan üzerindeki Amerikan vesayetinin mutlak hakimiyetini, Amerika’nın Arap müttefiklerinin nüfuzunu ve Lübnan’daki bazı siyasi kurumlarda görev yapan rüşvetçi ve yolsuzluk yapanların bu vesayetle iş birliğinin büyüklüğünü teyit etmektedir. Bu durum, Hizbullah’ın temsil ettiği İslami direnişin etkisinin büyük ölçüde zayıflatılması ve direniş mirasından vazgeçerek, diğer Lübnan partilerine benzer şekilde sadece bir siyasi partiye dönüşmesi yönündeki baskıların altını çizmektedir.
Bize bunun demokratik bir seçim olduğunu söylemeyin. Nasıl demokratik bir seçim olabilir ki, tek bir aday var, o da Genelkurmay Başkanı. Demokrasinin en önemli unsuru, özgür rekabet ve dış dayatmalara boyun eğmemektir. Egemenlikten nasıl söz ediyorsunuz ki bugün parlamentoda yapılan oylamada, ABD büyükelçisi başmisafir olarak oturuyor, adeta etkinliğin sahibi gibi davranıyordu ve hâlâ Lübnan’daki fiili yönetici konumunda.
Milyonlarca Lübnanlının “ulusal uzlaşı” başlığı altında kutladığı bugün, ABD-İsrail ortak planının kusursuz bir şekilde ve aşama aşama uygulanmasının sonucudur. Bu plan, Lübnan halkını aç bırakmak, onları helal ekmekten mahrum etmek, halkın itibarını ve ekonomisini yok etmek, paralarını çalmak, ulusal para birimini çökertmek ve Ortadoğu ile dünyada örnek gösterilen bankacılık sistemini sarsmakla başladı.
Şimdi kutlamaları bir kenara bırakalım ve Lübnan’ın yeni Cumhurbaşkanı General Joseph Aun’un zaferini ilan ettikten sonra parlamentoda yaptığı konuşmada yer alan vaatler, tehditler ve geleceğe yönelik planlara odaklanalım. Konuşmasında yer alan her bir noktayı tek tek inceleyelim ve tartışalım.
İlk olarak: Lübnan devletinin silah tekelini savunması, aslında Lübnan’daki İslami direnişin silahlarının teslim edilmesini hedefleyen siyonist Amerikan planının bir adımıdır. Bu taahhüt, yalnızca direnişin gönüllü olarak silahlarını teslim etmesiyle ya da askeri bir karşı duruşla gerçekleştirilebilir. Bu durum, Lübnan için bir kriz anlamına geliyor. Ayrıca önemli bir nokta, yeni Cumhurbaşkanı General Aun’un konuşmasında “direniş” kelimesine yer vermemesi, şehitlere dua etmeyip, Lübnan’ı savunma ve 2006 Temmuz Savaşı’nda elde edilen zaferdeki rolü için direnişe teşekkür etmemesidir. Bu durum, ilerleyen dönemde Lübnan’da büyük tartışmalara yol açabilir.
İkinci olarak: Cumhurbaşkanı Aun’un Filistinli mülteci kamplarındaki silahların toplanması, Lübnan ordusunun güvenliği sağlaması ve Filistinli mültecilerin yerleşmesinin engellenmesi konusundaki kararlılığı, yani geri dönüş hakkının korunması, büyük bir gerilim ve zorluk yaratabilir. Özellikle kamplardaki silahların toplanması, yalnızca güç kullanılarak gerçekleştirilebilir, bu da Lübnan’da istikrarsızlık ve çatışmalara yol açacak bir durum anlamına gelir. Böyle bir adım, bölgedeki hassas dengeyi bozabilir ve gelecekte ciddi bir kriz yaratabilir.
Üçüncü olarak: Lübnan devletinin Lübnan topraklarındaki İsrail işgalini ortadan kaldırmasını sağlayacak entegre bir savunma stratejisinin tartışılması çağrısında bulundu ki bu çağrı büyük bir çelişkiyi ortaya koymaktadır. İsrail’in Lübnan’a yönelik son saldırıları sırasında kendini savunamayan, askerleri öldürülen, yiyecekleri Amerika’dan gelen ve güney köylerinin ya da onlardan geriye kalanların yok edilmesini engelleyemeyen bir Lübnan ordusuyla işgal nasıl ortadan kaldırılabilir? ateşkes anlaşması imzalandıktan sonra bile, o tarihten bu yana İsrail ordusu tarafından 395’ten fazla ihlal gerçekleştirilmiş ve 40 Lübnanlı şehit edilmiştir.
Dördüncü olarak: Lübnan’ın yeni cumhurbaşkanı, kendisini “seçenlerin” çoğunluğu yolsuzluk ve kamu parasını çalma liderleri iken ve bunların büyük bir kısmı Amerika ve Fransa tarafından korunurken, nasıl olur da bir yolsuza ya da suçluya dokunulmazlık vermeyeceğini taahhüt edebilir.
AUN VADETTİKLERİNİ YERİNE GETİREBİLECEK Mİ?
Dr. Saad Naci CEVAD
Rai Al Youm
Seçilen yeni başkan Lübnan halkını çok sevindirdi, hakikaten bu sevinci hak ediyorlar. Ancak, seçim oturumunda Lübnan halkının temsilcileri arasında büyük bölünmeler gözler önüne serildi. Halkın çıkarlarını doğru şekilde savunmaya çalışanlardan çok, ülkeyi bilinmeyen bir geleceğe sürüklemeye kararlı olanlar ortaya çıktı. Seçim sonucu ilan edildiğinde, bunun dışarıdan yapılan baskılar ve uzlaşmalarla elde edildiği açıktı; meclise dış baskı yapan ve müdahale etmeye kararlı ülkelerin temsilcilerinin orada bulunması bunun bir göstergesiydi.
Diğer bir delil ise, yeni cumhurbaşkanı yemin ettikten sonra konuşmasına başladığında, bu konuşma büyük umutlar ve vaatler taşıyor olmasına rağmen, milletvekillerinin tepkileri içsel bölünmelerin derinliğini ortaya koydu. Örneğin, başkan seçilen Joseph Aun, devletin silahı tek elde tutması gerektiğinden bahsettiğinde, bir grup milletvekili bir dakikadan fazla süre boyunca ayakta alkışladı. Buna karşın, İsrail’in saldırıları ve ihlallerine karşı güçlü bir ordu kurma konusundan söz ettiğinde, başka bir grup aynı şiddetle alkışladı. Ancak yolsuzlukla mücadele, yolsuzları cezalandırma, kamu hizmetlerini yeniden sağlama ve mali krizi çözme konularında aynı sıcaklıkta bir tepki almadı. Herkes, özellikle de başkan, iç ve dış durum göz önünde bulundurulduğunda, ABD ve Batı’nın Lübnan ordusuna silah sağlamama ısrarı ve bu tutumun İsrail’in çıkarları doğrultusunda şekillendiği göz önüne alındığında, bu hedefleri başarmanın onun için zor olacağını biliyor.
Şüphesiz ki, yeni cumhurbaşkanının karşılaşacağı en büyük zorluk, Hizbullah’ın silahlarıdır. Bu silahlar olumsuz bir faktör olduğu için değil, nitekim olmasalardı siyonist güçler birkaç saat içinde Lübnan’ı işgal edebilirdi. Ancak, bu silahlar hem iç hem de dış bazı güçler tarafından güçlü bir şekilde gündeme getirilmektedir, ayrıca bu, her şeyden önce İsrail’in bir talebidir. Ancak bu konu, Başkan Aun’ın ülkeyi yönetme kapasitesini kanıtlayabileceği temel nokta olmaya devam etmektedir. Belki de en iyi çözüm, direniş güçlerini Lübnan Silahlı Kuvvetlerine entegre ederek onları bir sınır güvenlik gücü haline getirmek olacaktır. Böyle bir çözüm, Lübnan’ı koruyacak güçlü bir kapasiteyi feda etmeksizin, bu gücü ve kazandığı deneyimi askeri alanda tutma imkanı sunar. Peki, böyle bir çözümü dayatıp uygulayabilir mi? Eğer bunu başarır ve dış ve iç güçler karşı çıkmazsa, Lübnan’a yönelik büyük bir zafer elde etmiş olacak ve bu zafer onu diğer alanlarda da başarıya götürebilir. Böyle bir karara karşı çıkanlara, Lübnan ordusu zayıf ve gerekli silahlardan yoksun kaldığı sürece, Lübnan’ın direniş silahına ihtiyaç duyduğunu söyleyebilir.
Sadece hatırlatmak gerekirse, ABD, Irak’ı işgal edip ordusunu çökerterek, deneyimsiz ve sadece mezhepçi katliamlar yapan milislerden oluşan yeni bir ordu kurmuştu. Bu ordu “Ulusal Muhafızlar” olarak adlandırıldı ve Irak ordusu olarak kabul edildi; ancak bu ordu, kısa süre içinde birkaç küçük IŞİD çetesinin karşısında çökmüştü. Gelecek günler, Lübnan’daki gelişmeleri nasıl şekillendireceğini gösterecektir.
AUN’UN SEÇİLMESİ BÖLGEDEKİ BÜYÜK DEĞİŞİMLERİN ARKA PLANINI OLUŞTURUYOR
Maher El HATİB
Enneşra/Lübnan
Lübnan’daki cumhurbaşkanlığı boşluğunun başladığı tarihten itibaren öne çıkan adaylardan biri olmasına rağmen, Başkan Joseph Aun’un seçilmesini hayal etmek kolay değildi. Bu durum, bölgenin son aylarda yaşadığı değişimlerden kaynaklanıyordu. İsrail’in Lübnan’a yönelik saldırısından başlayarak eski Suriye rejiminin çöküşüne kadar uzanan gelişmeler, “Marada Hareketi” Lideri Süleyman Franciye’nin adaylığını destekleyen güçlerin geri adım atmasına neden oldu.
Bu bağlamda, büyük dış müdahalelerin, yerel tarafların çoğunu bu seçeneğe yönelmeye zorladığı açıktır. Bazı taraflar, kendi lehine olacak daha fazla değişim umuduyla beklerken, diğerleri uzlaşmaya girmenin kaçınılmaz olduğunu kabul etmiş, ancak son günlerde kendi şartlarını iyileştirmeye çalışmıştır.
SURİYE VE DÖNÜŞÜ OLMAYAN YOL
Amira HAWASAK
Al Watan/Mısır
Yarım yüzyıldan fazla bir süredir, nefes almaya çalışan herkesi hapishanelere ve gözaltı merkezlerine doldurdu. Milyonlarca insan yerinden edildi, ülkesine yabancılaştırıldı, binlercesi öldürüldü ve Suriye büyük bir hapishaneye dönüştü. Ancak bu halk, özgürlük, onur ve insan hakları getirdiğini iddia eden, masum bir görüntü sergilemeye çalışan, fakat öncekinden pek de farklı olmayan gerici bir yönetimle yeniden imtihan edilmek zorunda kaldı.
Heyet Tahrir el Şam Lideri Ahmed Şara’nın (Colani) ve el Kaide’nin Suriye kolu olan Nusra Cephesinin kurucusunun, Suriye için yeni bir anayasa yazımının üç yıl, başkanlık seçimlerinin ise dört yıl süreceğini ifade ettiği andan itibaren, bu grubun Suriye’de iktidarı demokratik yollarla bırakmayacağını anladım. Ancak, bu tür açıklamalara gerek kalmadan da bu fraksiyonun ne demokrasiyle ne de başka bir yöntemle iktidarı terk edeceğini görmek zor değildi; çünkü bu, asla vazgeçmeyecekleri bir fırsattır.
Suriye’de şu anda gerçekleşen intikam operasyonları, Beşar Esad döneminde olanlardan pek farklı değil. Eğer durum böyle devam ederse, bu hiç de umut verici bir tablo değildir. Doğrudur, Suriye bir dönüşüm döneminden geçiyor, ancak bu dönemde sadece aşırı grupların değil, tüm güçlerin dayanışması gerekli. Ancak şu an görünen, bu aşırı grupların kendi düzenlerini kurup iktidarı paylaşmaya kararlı oldukları. Bu, şu anki hükümet yapısından ve yetkilerin dağılımından açıkça anlaşılıyor. İslamcı gruplar dışındaki tüm güçler süreçten dışlanmış durumda, bu gruplar iktidara el koymuş ve mevcut durumun böyle devam etmesini istemektedir.
Üstelik şu ana kadar, Suriye’deki İslamcı olmayan ve ılımlı akımlardan hiçbir figürün sahnede yer almadığını görüyoruz. Bu durum, Suriye’nin geleceği için son derece tehlikeli bir işaret olup, ülkenin her yönüyle tehdit altında olduğunun bir göstergesidir.
TRUMP NE TÜR BİR CEHENNEMDEN BAHSEDİYOR?
Al Kuds
Başyazı/Filistin
ABD’nin Seçilmiş Başkanı Donald Trump, bu ayın 20’sindeki yemin töreninden ve Beyaz Saray’a resmen girişinden önce İsrailli tutuklular meselesinin çözülmemesi halinde Ortadoğu’da cehennemin kapılarını açacağı ve Gazze’yi cehenneme çevireceği yönündeki tehditlerini yineledi.
İsrail, savaşın başından itibaren Gazze’ye yeryüzünün cehennem kapılarını açtı ve halkımıza karşı baskı yapmak için hiçbir yöntemi bırakmadı. Ordu liderlerinin askeri hedeflerin sona erdiğini açıklamalarına rağmen saldırılar sivilleri öldürmek için devam ediyor. İsrail özellikle Gazze’nin merkez ve kuzey bölgelerinde mümkün olduğunca çok sayıda sivili hedef alıyor. Bugüne kadar Gazze’de katledilenlerin sayısı 46 bini geçti. Peki, Gazze’nin şu anda yaşadığı cehennemden daha büyük bir cehennem var mı, yoksa Trump’ın tehdidiyle Gazze, atom bombası ya da nükleer bomba ile mi vurulacak?