Barışa çağrı mı, tasfiyeye davet mi?
"Amed’in sokaklarında barış umudunu arayan insanlara “terör” diye bakanlar, halkın gerçeğini göremiyor. Amed’den yükselen barış çığlığını susturamazsınız. Çünkü barış, bu toprakların özüdür."

Fotoğraf: Evrensel
Nevroz Reşitoğlu
Diyarbakır
Cumartesi günü Erdoğan Amed’e geldi. Halkın hafızasına, duygularına ve umutlarına dokunan bir konuşma yapmayı tercih edebilirdi. Ancak onun söylediklerine baktığımızda, barışa dair bir çağrı yerine tasfiyeye davet gördük. Kürt sorununu bir kez daha “terör” kelimesiyle eşleştiren bir bakış açısı ne barışın dilidir ne de bu toprakların gerçeklerine kulak veren bir liderin söylemidir.
Erdoğan’ın “Ülke bütçesini savaşa harcadık” itirafı, aslında bir neslin yaşadığı yıkımın resmidir. Bu bütçe, tankların, bombaların ve silahların gölgesinde harcanırken; Amed’in, Cizre’nin, Sur’un sokaklarında barış arayan insanların umutları bir kez daha kül oldu. Bu paralar, Kürt çocuklarının eğitimine, gençlerin istihdamına, yoksulluğun bitirilmesine harcansa, bugün başka bir Türkiye konuşuyor olabilirdik.
Bir Amedli olarak, savaşın depreminde yıkılmış bir halkın sesi olarak, Erdoğan’ın söylediklerine bakıyorum. Halkın yaralarının kapanmasını, kardeşliğin güçlenmesini isteyen bir lider görmek istiyorum. Ama duyduğum şey, “tasfiye” mesajından başka bir şey değil. Ülkenin en kıymetli kaynağını, yani insanını, “savaşın maliyeti” olarak gören bir zihniyetle karşı karşıyayız.
Erdoğan diyor ki: “Bu mesele Kürtlerle ilgili değildir. Terör örgütünün tasfiyesidir.” Ama biz biliyoruz ki mesele tam da Kürtlerle ilgilidir. Kürt kimliğinin inkar edilmesiyle ilgilidir. Bu topraklarda Kürt halkının eşit haklarla yaşama talebinin görmezden gelinmesiyle ilgilidir. Barış, bir halkın kimliğini silmeye çalışarak gelmez. Barış, hakkını teslim ederek gelir.
Bizler, savaşın en ağır bedelini ödemiş bir halkız. Bizim için barış, sadece silahların susması değil; kimliğimizin, dilimizin ve varlığımızın kabul edilmesidir. Bizim için barış, tarih boyunca süregelen inkar ve imha politikalarının sona ermesidir. Barış, halkın iradesine, kimliğine ve haklarına saygıyla gelir.
Amed’in sokaklarında barış umudunu arayan insanlara “terör” diye bakanlar, halkın gerçeğini göremiyor. Bu halk, on yıllardır yalnızca savaşın değil, yoksulluğun, işsizliğin ve adaletsizliğin de pençesinde yaşıyor. Ve yine bu halk, barış için bedel ödemiş bir halk. Kimsenin Amed’e gelip, bu bedelleri yok sayma hakkı yoktur.
Barış, kimseye bahşedilecek bir lütuf değildir. Barış, halkın hak ettiği bir yaşamdır. Ve bu yaşam, inkar politikalarıyla değil; hakikatin kabul edilmesiyle inşa edilir. Barış, ne tasfiyedir ne de teslimiyettir. Barış, iki tarafın da eşit masaya oturduğu, acılarıyla yüzleştiği ve geleceği birlikte inşa ettiği bir süreçtir.
Erdoğan, “büyük ve güçlü Türkiye” diyor. Ama bu Türkiye, halklarından birini inkar ederek büyük ve güçlü olamaz. Bu Türkiye, Amed’i susturarak büyüyemez. Amed sustuğunda, Türkiye de susar. Barışın olmadığı bir yerde, büyüklük hayaldir.
Bugün burada, Amed’in sesiyle konuşuyorum. Bu ses, savaşın enkazından yükselen bir sestir. Barışın ön sözünü yazdık. Ama son sözü kimseye bırakmayacağız. Çünkü barış, tasfiye ile değil; adaletle gelir. Ve unutmasınlar: Amed’in barışa olan inancı, hiçbir tasfiye planıyla yıkılamaz.
Şimdi zaman, korkak yüreklerin sığındığı limandan çıkma zamanıdır. Barış, korkakların değil; cesurların inşa edeceği bir dünyadır. An barış anıdır. Ama bu, halkların eşitliği ve kardeşliği ile mümkündür. Bize masal anlatanlar, bilsin ki bu halk gerçekleri çok iyi biliyor.
Amed’den yükselen barış çığlığını susturamazsınız. Çünkü barış, bu toprakların özüdür.
Evrensel'i Takip Et