Mektup | Sadece sahne değil, özgür bir dünya istiyoruz
Bizim talebimiz yalnızca sahnede var olma kavgası değil; eşit, adil, özgür bir dünyanın mücadelesidir!
Fotoğraf: Pexels
Yağmur SU/İstanbul
Eğitimci-Opera Sanatçısı
Evrensel gazetesi ile tanıştığımda ve buraya yazı yazdığımda konservatuvar öğrencisiydim, öğrenci bir kadın olmanın ve sanat okumanın zorluklarını yazmıştım. Şimdi mezun oldum, mesleğini yapamayan bir sanat emekçisi olarak yazıyorum. Ben Yağmur Su, konservatuvar opera bölümünden mezunum, opera sanatçısıyım. Mesleğimi tabii ki birbirinden güzel sesli, çok yetenekli sınıf arkadaşlarım gibi yapamıyorum. Dönem arkadaşlarımdan bir tanesi bir giyim mağazasında çalışıyor, bir tanesi memleketine döndü, ailesiyle çalışıyor, bir tanesi ise başarılarla dolu CV’sini, sahnedeki parıltısını bırakıp ev hanımı oldu. On beş kişilik sınıftan bir elin parmağını geçmeyecek kadar kişi sanata dair bir şeyler yapabiliyor. Bu bahsettiğim sadece opera bölümü. Tiyatro, bale, müzikal, müzik bölümündeki arkadaşlarımızın halini siz düşünün.
Bana gelecek olursak, bir sanat merkezinde eğitmenlik yapıyorum. Pastadan bana düşen paysa gün sonunda en azından piyanolu bir odadan çıkabilmek oldu, buna sevinmeli miyim? Pek çok konservatuvar öğrencisi, sanat emekçisi gibi ben de küçük yaşlardan beri sanatçı olabilmenin hayali ile geçirdim hayatımı, hâlâ da geçiriyorum. Konservatuvar eğitimim ortaokulda başladı, yani neredeyse on beş-on altı senemizi konservatuvarda geçirdik. Her yaşımda ayrı zordu sanat okumak. Tüm mobbingi, akran zorbalığı, psikolojik şiddeti, ekonomik sorunları, bize her şeyi unutturan sahnede geçirdiğimiz o bir saat… Şu an sahnede geçirdiğim o bir saat artık yok. Provalar, temsillerin yine olması için çok şey verirdim diyordum eskiden, görüyorum ki mesele benim vereceğim şeyler değilmiş, ben pek çok şey vermişim zaten.
Çocukların okul çıkış saatlerine göre çalıştığım için mesai saatlerim 15-22 arası, yani çoğu iş kolunun neredeyse eve döndüğü saatte işbaşı yapıyorum. Akşam eve gelince azıcık evi toparlayıp bulaşık, çamaşır, yemek ye, bir-iki bir şey izle, oku derken uyku düzenim diye bir şey kalmadı. Sadece eğitmenlikle geçinemediğim için ek gelir olarak çeşitli alanlarda lisans ve lisansüstü öğrencilerinin ödevlerini, çevirilerini vs. yapıyorum. Ara sıra denk gelen stüdyoda kayıt işlerine gidiyorum. Bu söz ettiğim işlerden aldığım ücretlerle market alışverişi yapacak olsanız bir poşeti dolduramazsınız. Bunlar yetmiyormuş gibi tam zamanlı çalışmaya başladığımdan beri sürekli hastalanıyorum, dinlenemiyorum, yoruluyorum, genel olarak sağlıksızım. Bir öğrencim yılbaşı hediyesi olarak bir kupa ve ikimizi çizdiği bir resim yapmıştı, resimde benim kafamdan çıkarttığı konuşma balonuna şu notu yazmış: “2025’de hiç hasta olmayacağım ve çok mutluyum.” Çiçekler ve kalpler… Ne kadar üzüldüğümü tahmin edebilir misiniz bilmiyorum. 15-22 olan mesai saatlerimden dolayı hiçbir arkadaşımı göremiyorum, sosyal hayatıma dair hiçbir şey kalmadı. Benim boş saatlerimde onlar çalışıyor, ben işten çıkıp bir yere varana kadar insanların uyku saati gelmiş oluyor. Yani tüm hayatım işe gitmek ve kalan vakitlerimde ise işe gidebilmek için güç toplamaktan, dinlenmekten geçiyor. Hasta olduğum günlerden birinde çalıştığım kurum sahibi molamda bana çorba almıştı ve “Hocam iyileş, sen bize lazımsın aman he” diyerek verdi sağ olsun. Sağlığımı düşünüyor herhalde değil mi? Yoksa olur da işe gidemeyecek kadar hasta olursam yanacak dersler üzerimden kazanacağı paranın hesabını yapıyor olabilir mi? İş hayatım, yaşam koşullarım bana kendimi yalnız hissettirmek konusunda elinden geleni yapsa da hayır, yalnız olmadığımı biliyor ve buraya tutunmaya çalışıyorum.
Her şeye rağmen şarkı söylemeyi çok seviyorum, seveceğim. Konservatuvar okuyabilmek, sanatçı olabilmek için senelerce pek çok arkadaşım gibi her sabah çalıştım, hâlâ okuldaymış gibi egzersiz yapmayı, sesimi açmayı bırakmıyorum çünkü mesleğime, meslektaşlarıma ve kendime saygım ve sevgim çok büyük. Bana ve sanatın her alanından tüm arkadaşlarıma layık görülen bu hayatı kabul etmiyorum. Sahnelerin ışıltısını yalnızca bir avuç seçkin için parlatan sistem, bizleri birer araç olarak görmekte ısrar ediyor. Oysa biz bu düzenin yalnızca birer dişlisi olmayı reddediyoruz. Figüran sanatçılar yıllarca kadro beklerken, eğitimini hayatına adayan sanatçılar geçim sıkıntısında boğulurken, her gün bir sanatçının işsizlik yüzünden intihar haberini alırken, bu düzeni sorgulamamak mümkün mü? Brecht’in dediği gibi “Yeni bir dünya istiyoruz ama ellerimiz kirli. Çalışıyoruz, yoruluyoruz ama ekmeğimiz bayat”. Yeni bir dünya istiyorum sansürsüz, mobbingsiz, tacizsiz, sanat üretebildiğimiz yeni bir dünya istiyorum.
Bugün bu mektubu iş çıkışı eve gelir gelmez yazıyorum çünkü biz sanat emekçileri olarak bir gerçeği bugün iliklerimize kadar hissediyoruz; kapitalizm yalnızca emeğimizi değil, bedenimizi, canımızı, sesimizi, hayallerimizi de sömürüyor. Ürettiğimizin karşılığını alamadığımız gibi, üretim alanlarımızı, sahnelerimizi, sınıflarımızı, kulislerimizi de elimizden birer birer alıyor. Sahne, piyano tuşları, pointler, notalar, replikler, fırça darbeleri... Bunlar bizim yalnızca işimiz değil, hayatımızın anlamını bulduğumuz yerler. Ama sistem, sanatı bir lüks, sanatçıyı ise bir piyasa aracı olarak görüyor. Biz sanatçılar yalnızca alkışlarla yaşayamıyoruz. Biz, emeğimizin hak ettiği değeri görmediği bu dünyayı kabul etmiyoruz. Sanat, bireyin özgürleştiği, toplumun birlikte nefes aldığı bir alan olmalı, mobbingin, sömürünün, sansürün değil. Bizim talebimiz yalnızca sahnede var olma kavgası değil; eşit, adil, özgür bir dünyanın mücadelesidir!