16 Ocak 2025 09:55

Aynı denizde buluşan ırmaklar

6 Şubat depremlerinde hayatlarını kaybeden Hatice ve Mithat Can’ın hayatı Mahir Mansuroğlu ve Nuri Günay’ın kalemiyle kitap oldu. Hatice ve Mithat'ı oğulları Eren ile konuştuk.

Hatice & Mithat Can

Paylaş

Burkay RENDE
İstanbul

6 Şubat depremlerinde hayatlarını kaybeden iki devrimcinin, Hatice ve Mithat Can’ın hayatı Mahir Mansuroğlu ve Nuri Günay’ın kalemiyle kitap oldu. NotaBene’den çıkan “Hatice & Mithat Can: Aynı Denizde Buluşan Irmaklar” kitabı, Hatay’ın tarihi ve Hataylıların yaşam koşullarına, ’68 kuşağının oluşumuna, 12 Mart ve 12 Eylül askeri cuntalarının yaşattıklarına ışık tutarken hayatlarının son anına kadar toplumsal mücadeleye omuz vermiş iki insanın hayatı aracılığıyla Türkiye’nin son yıllarına dair de bir projeksiyon sunuyor.

Mithat Can, 1945 yılında Roma döneminde yaşamış olan tarihçilerin “Şanslı insanların şanslı hayatlar yaşadığı şehir” cümlesiyle tarif ettikleri Hatay’ın Samandağ ilçesinde dünyaya geldi. Arap Alevi bir ailenin çocuğu olan Mithat; Türk, Arap, Ermeni, Yahudi, Hristiyan, Sünni ve Alevi gibi birçok kesimin bir arada yaşadığı Hatay’ın çok kültürlü ortamında büyüdü. Bu çok kültürlü yaşantı Mithat’ın hayatının şekillenmesinde önemli bir rol oynamış. Ana dili Arapça olan ve ilkokula başladığında tek kelime Türkçe bilmeyen Mithat, “Tuvaletim geldi” bile diyemez. Bu yüzden öğretmeninden dayak yer. Kitapta, Türkçeyi tam anlamıyla öğrenmesinin üniversiteye gidene kadar sürdüğünü söylüyor. Sonrasında öğretmen olan Mithat, kendi hayatından çıkarttığı derslerle her zaman ana dilde eğitimin bir hak olduğunu savundu.

"İNSANİ GÖREVİMİZİ YERİNE GETİRDİK"

Gençliğinde, pamuk işçiliği yaptığı zamanlarda aklına düşen “Neden yoksuluz?​”, “Neden günlerce pamuk topluyorum da doğru düzgün kitap bile alamıyorum?​” gibi sorular onu devrimci fikirlere yakınlaştırdı. Takvim, 1965 seçimlerine geldiğindeyse Mithat artık lise son sınıftadır. O seçim döneminde ilk politik faaliyetlerine katılır. TİP’in yükselişinden etkilenen Mithat, köy köy dolaşarak seçim çalışmalarına katılır. Üniversite yıllarında Ankara’da Fikir Kulüpleri Federasyonunun ve sonrasında da Dev Genç’in kuruluş süreçlerinde yer alır. Mahir Çayan’ın fikirlerinden etkilenir. Ne 12 Mart darbesi, ne de 12 Eylül darbesi Mithat’ı unutmazlar. Ona işkenceli günler yaşatırlar. Bunlar Mithat’ı yıldırmaz, bütün hayatını mücadeleyle örer. İleri yaşlarında ortaya çıkan kalp rahatsızlığı da onu durduramaz, Gezi direnişinde yine Hatay sokaklarındadır. 73 yaşında gözaltına alınır. AKP iktidarının Afrin’e dönük harekatına karşı çıkması, “Savaşa hayır” demesi suç sayılır. Mahkeme tarafından serbest bırakılmasının ardından sorulan “Neden gözaltına alındınız?​” sorusuna, “Bu soruyu gözaltına alanlara sormak lazım, biz insani görevimizi yerine getirdik” cevabını verir.

"DEVRİMCİ OLMAK İSTİYORDUM"

Hatice Can, bir başka çok kültürlü yer olan Tarsus’ta dünyaya geldi. Yine Arap Alevi bir ailenin çocuğu olan Hatice’nin hayatındaki ilk çelişkilerden birisi yine ana dil meselesi. Bu durum kitapta, “Hatice’nin neneleri Türkçe bilmez. Ama torunları da Arapça bilmez” cümleleriyle aktarılır. Tarsus’ta iktidar politikaları sonucunda çocukların Arapça bilmesinin hayatlarında onlara dezavantaj olarak geri döneceğine dair düşünceler hakim olur. Demokrat bir babanın kızı olarak büyüyen Hatice, sülalesinde üniversite okuyan ilk kadın olarak hukuk fakültesine gider. Aile içinde çokça karşı çıkanlar olmasına rağmen Hatice’nin öncülüğünün arıdndan akraba kızları da okumak için Tarsus dışına çıkarlar. Üniversite için Ankara’ya gidişiyle birlikte birçok klasiği hızlıca okuduğunu söyleyen Hatice o günleri, “Diyalektik materyalizmi öğrendim, dinsel tabuları sorguladım. Devrimci olmak istiyordum” cümleleriyle anlatır. Sık sık panellerdeki tartışmaları takip eden, elinden geldiğince çok okuyan Hatice, bir süre sonra öğrenci temsilciliğine seçilir. Artık Dev Gençli Hatice olmuştur. Mezuniyetinin ardından Tüm Öğretmenler Birleşme ve Dayanışma Derneğinin (TÖB-DER) avukatlığını yapar. 12 Eylül döneminde Hatice, kendisinin de namlunun ucunda olduğunun, her an mesleğinden de olabileceğinin farkındadır ancak davaları aksatmadan takip etmeye devam eder. İşkence davalarında polisin başına bela olan Hatice de darbeden yaklaşık 1 yıl sonra tutuklanır, yaklaşık 9 ay içeride kalır. Hayatını mahkeme salonlarında adaleti savunarak geçiren Hatice, Gezi direnişinde polisler tarafından öldürülen Abdullah Cömert ve Ahmet Atakan’ın savunmalarını da üslenir.

"HAYATI SEVDİĞİMİZDEN SOSYALİZM İÇİN MÜCADELE EDİYORUZ"

Bu iki direngen hayatın buluşmasından üç çocuk dünyaya geldi: Ulaş, İnan ve Eren. Üç kardeşin en küçüğü olan Eren Can, annesi gibi mahkeme salonlarında adaleti savunuyor. Hatice ve Mithat Can’ı oğulları Eren ile konuştuk.

Annesi ve babasını anlatmasını istediğimizde Eren, “Onları mücadele ve inanç kelimeleriyle anlatabilirim. Hayatlarının her dönemi, yirmileri de yetmişleri de mücadele içinde geçti. Bu bazen sendikal mücadele, bazen sanatçıların mücadelesi, bazen kadın hakları mücadelesi oldu. Hayatları emek, demokrasi ve barış mücadelesiyle geçti” dedi.

Hatice ve Mithat Can toplumsal muhalefetin yükseldiği dönemlerde de, en sönük olduğu dönemlerde de geri adım atmamışlar. Sizce hayatları nasıl dersler barındırıyor?

Bence, herkes geri çekilirken, onların geri durmaması onları biraz daha değerli kılıyor. 12 Eylül askeri darbesinden sonra ikisi de cezaevine girip, çıktı. Artık mahalledeki bakkaldan, komşuya hiç kimse o dönem solculara, devrimcilere selam vermez olmuş. Antakya gibi muhalif bir yerde bile. Örneğin, darbenin bütün halkın üstünden silindir gibi geçtiği o dönemde görevden alınanların, uzaklaştırılanların avukatlığını yapmak, İnsan Hakları Derneğinin kuruluşundan yer almak çok değerlidir.

Eğer bugün yaşıyor olsalardı ne yapıyor olurlardı?

Depremde evimiz yıkıldı, annemin avukatlık ofisi yıkıldı, Antakya şehri yıkıldı. Bugün yaşıyor olsalardı eğer Antakya’nın koşullarının fevkalade sıkıntılı olmasına, artık yaşlarından kaynaklı almaları gereken sağlık hizmetlerine ulaşamayacak olmalarına rağmen hayatlarının büyük bir kısmını Antakya’da geçirip, oradaki problemleri çözmeye çalışırlardı. Problemleri çözmek için hukuki girişimler, kamuoyu baskısı oluşturmak, basın açıklamaları… Ellerinden ne geliyorsa.

Kitaptan anlaşıldığı üzere hayatın getirdiği bütün zorluklara rağmen her zaman eğlenebilen ve eğlendirebilen insanlar olmuşlar. Bu yanlarından bahsetmek ister misiniz?

Ben daha çocuktum. Babam 1996’da “Sürekli aydınlık için 1 dakikalık karanlık” eylemlerinden dolayı yargılanmıştı. Babamı, polis Armutlu’da Gündüz Caddesi’nde darbetmişti, babam polise mukavemetten yargılandı. Mahkemeye çıktığında “Ben savunmamı bir fıkrayla yapacağım” diyerek anlattığı fıkrayla hakimi bile güldürmüştü. Hayattan zevk alırlardı, bunu da teorilendirirlerdi. “Hayatı sevdiğimizden sosyalizm için mücadele ediyoruz” derlerdi. Annemin de kahkahası çok meşhurdur.

Son olarak, bu sene de Hatice ve Mithat Can başta olmak üzere sayısını asla bilemeyeceğimiz on binlerce can için, bizler 6 Şubat saat 04.17’de Rana Apartmanı’ndan bize kalan ve bir daha dolmayacak boşlukta olacağız. Bunun çağrısını da buradan yapmış olalım.

ÖNCEKİ HABER

Özelleştirmede tam gaz: 4 HES satıldı, 2 tanesi ihalede

SONRAKİ HABER

Suç örgütü lideri Aktaş’a EÜAŞ’tan 418,4 milyon ihale

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa