Elveda ve derinlerdeki bütün o balıklar için teşekkürler
İyi fikirleri derinlerde arayan yönetmen ve çok yönlü Sanatçı David Lynch, yaşadığı çağın gözünün içine bakıp onu dönüştürerek yansıtan, ender rastlanan bir vizyonerdi.

Fotoğraf: Sasha Kargaltsev/Wikimedia Commons CC BY-SA 2.0
Nil KURAL
“Fikirler balıklar gibidir. Küçük balıkları yakalamak için sığ sularda kalabilirsiniz. Ama büyük balıklar için derinlere dalmanız gerekir.” 15 Ocak’ta 78 yaşında hayatını kaybeden David Lynch’in kariyeri boyunca peşinde koştuğu derinlere inme çabası ardında, resimler ve müzik albümlerinin yanı sıra az sayıda ancak her biri başyapıt olarak kabul edilen uzun metrajlı filmler bıraktı.
Özgün ve güçlü dünyalar yaratan ve bunlara sadık kalan yaratıcıların dünya kültür tarihinde kendi adlarından üretilmiş bir sıfatla anılması, David Lynch için de geçerli. Oxford Sözlüğü’ne göre ‘Lynchian’, “Günlük ve sıradan içindeki gerçeküstücü ve tekin olmayan yönleri ortaya çıkarmak ve gizem veya tehdit hissinin rüyamsı yönünü güçlü görsellikle vurgulamak” olarak tanımlanıyor.
Martin Scorsese, Lynch’in ardından yazdıklarında “vizyoner” kelimesinin sıklıkla kullanıldığını ancak Lynch’in bu sıfatı gerçekten hak eden bir yaratıcı olduğunu vurguluyordu ki bu, çoğu kişinin aklındakinin ifadesiydi.
Bu hak edilmiş vizyonerliğe giden yol, ABD’de orta sınıf, kalabalık ve mutlu bir ailede büyüyen Lynch’in 1977’de deneyseli popüler kılan ilk uzun metrajlı filmi “Eraserhead”in ortaya çıkmasından çok önce başlamıştı. İlk gençlik yıllarında okuldan nefret eden ve kendi yolunu bulamayan Lynch’in ressam olabileceğini keşfetmesinden sonra kiraladığı bir stüdyo odasında kendine özgü olanı bulmak için günler ve gecelerce dur durak bilmeden boyunca resim yapması, bu yolun başlangıcıydı. Resimde bulduğu karanlık ve tekinsiz dünya ona aitti ve resim yerini sinema okuluna, ilk kısalarına ve sonunda “Eraserhead”e bıraktığında tüm dünyada karşılığını buldu ve çoğu dehanın işlerinde olduğu gibi kayıtsız kalmanın imkansız olduğu bir kariyer başladı.
Hem televizyon dizilerini değiştiren ve 2017 tarihli final sezonu Lynch’in son çektiği yapıt olan “İkiz Tepeler/Twin Peaks”, çözmesi imkansız ama çözmeyi denemesi benzersiz “Mulholland Çıkmazı / Mulholland Dr.” (2001), diğer bir bulmacası “Kayıp Otoban/Lost Highway” (1997), sıradan gözüken Amerikan yaşamı içinde bir şeylerin çok ters gittiğini hissettiren, kara film, gerçeküstü ve rüyaların birbirine girdiği, bir suç tehdidinin hüküm sürdüğü atmosferleriyle çok sadık bir hayran kitlesi oluşturdu. Lynch’in “The Straight Story” (1999) dışında istisnasız her yapıtı bilindik bir şeyin bilinmedik bir şeye dönüştüğü bıçaksırtı dünyasıyla izleyiciye içinde kaybolmak için sabırsızlandığı bir yer açtı.
Sıklıkla yer verdiği endüstriyel mekanlar ve yarattıkları karanlık, suçun bir koku gibi her yere sinmesi, bilindiğin eşiğinde tekinsizin durması Lynch’in dehasını düzen eleştirisi gibi okumak için yeterli. Çok ender rastlanan, yaşadığı çağın gözünün içine bakıp onu dönüştürerek yansıtan bir “vizyoner” olduğu da ortada. Filmlerinin dünyanın kolektif bilinçaltında bir yere tekabül ettiği de. Ancak ölümünden itibaren başlayan belki David Bowie’yle karşılaştırılabilecek aileden birini kaybetmeyi andıran ve dünyanın dört bir yanında karşılığını bulan toplu yası nasıl açıklamalı?
Sadece güçlü entelektüelliği veya çağa dair tespitlerini eşi benzeri görülmemiş bir görselliğe çevirmesiyle açıklanamaz sanki. Yanıt şurada olabilir: Lynch, kendi sesini ve görsel dünyasını bulduktan sonra bunu cömertçe sundu. Anlaşılmamayı hesaba katmadı. İzleyiciye “inmeyi” değil, zihinlerine ve hislerine güvenmeyi seçti, derinde yakaladığı balıkları, sığ su balıklarına çevirmedi. Bu güven ve cömertlik, ona sadece izleyiciler kazandırmadı, kendini eşit gören ve tek tek onunla evrenle ilgili bir sırrı paylaştığını düşünen yüz binler buldu. “Senin için bilinmezi keşfetmeye devam edeceğiz” diyen NASA ile Türkiye’de onun için lokma döktürüp hayır duası isteyeni de ancak bu his bir araya getirebilirdi herhalde.
David Lynch, Gezi isyanı sırasında tuttuğu #direngezi pankartıyla Türkiye’deki isyana destek vermeyi ihmal etmemişti.
LYNCH’İN "SANAT YAŞAMI"
David Lynch hakkında çekilen 2016 tarihli belgesel “David Lynch: The Art Life / David Lynch: Yaşam Sanatı”, Lynch’in geçmişi ile günlük çalışmalarını bir araya getirirken rutin çalışmasını da gösteriyordu. Belgesel, dehayla özdeşleşen, yaratıcılığın sonsuz bir kaynaktan kendiliğinden dair çıktığına fikri altüst ediyor ve Lynch’in üretiminde emeğin, her gün çalışma rutininin rolünü kanıtlıyor.
Stüdyonun müdahaleleri nedeniyle kendisine ait kabul etmediği “Dune” uyarlamasından sonra stüdyo sistemine sırtına dönen Lynch, filmleriyle baş döndürücü gişe rakamları yakalamadı. Dolayısıyla başka türlü bir sistemde ve destekle daha fazla film çekebilir miydi sorusu akılları kurcalayacak. Ancak erken yaşta bir kez bir sanatçının hayatını yaşayacağına karar verdikten sonra rutin üretimi hiç aksatmadı. Çekebildiğinde film, sunabildiğinde hava durumu, yazabildiğinde kitap, kaydedebildiğinde müzik ve hiçbiri olmazsa fizikselliğiyle öne çıkan resimlerle her dakika bu “sanat yaşamını” besledi. İlham geldiğinde değil, her gün…
Evrensel'i Takip Et