ODTÜ öğrencileri iktidarın ekonomi politikaları hakkında ne düşünüyor?
Öğrenciler arasında yaşam koşullarının yetersizliği konusunda bir fikir birliği olsa da sorunların kökeni ve çözümü hakkında farklılaşan eğilimler mevcut

Fotoğraflar: AA | Kolaj: Evrensel
Hasan, Özge ve Erkam
ODTÜ İngilizce Öğretmenliği
10 Aralık’ta asgari ücret, görüşmelerin başlangıcından iki hafta sonra 22.104 TL olarak belirlendi. İşçilerin hükümetle görüşmelere katılan sendikalara tepkisi ve başta metal sektörü olmak üzere yaygın sendika grevleri, sermaye temsilcileri için bu süreci oldukça sancılı kıldı. Açıklanan rakam beklentilerin çok daha altındaydı. Asgari ücretin ülke çapında yaygın olarak tepki toplayan bir konu olması sebebiyle biz de bulunduğumuz bölümde fikir toplamaya ve tartışmalar yürütmeye karar verdik.
ÖĞRENCİLERİN MEVCUT EĞİLİMLERİ
Arkadaşlarımızla önce geçtiğimiz seneki asgari ücret ve ekonomik politika tartışmalarını nasıl değerlendirdiklerini konuştuk. Şimşek politikaları, kemer sıkma politikaları ve ara zam olmaması gibi konularda ortaklaşılan nokta şu oldu: Uygulanan politikalar ne öğrencilerin ne de emekçilerin yararınaydı. Farklılaşılan kısım bunun nedeniydi. Bir yaklaşım ekonominin kötü yönetilmesi ve sorumlu kişilerin “kendi” çıkarları doğrultusunda hareket etmesi, diğer bir deyişle liyakatsizlik. Bir diğer yaklaşımsa bu durumun içinde bulunduğumuz sistemin ve koşullarının doğal sonuçları olması oldu.
Yüzlerce kişilik fabrikalarda, işçilerin asgari ücretleri üzerinden verdiği gelir vergisinin patronun fabrikanın tüm üretimi için verdiği vergiden fazla olması; hükumetin çeşitli sermaye gruplarıyla yakın ilişkiler içinde olması gibi durumlar tekil tekil değerlendirildiklerinde yozlaşma veya liyakatsizlik asıl sebep gibi görünebilir. Fakat bir yandan da bu sorunların neden dünya ve tarih genelinde bu kadar yaygın ve tekrarlanır olduğunu değerlendirmek gerekir. Sermayenin egemen olduğu bir toplumda; sermaye sahiplerinin devlet üzerinde, hukuk üzerinde, kısacası toplumdaki herkesin hayatı üzerinde güç sahibi olmasına şaşırmalı mıyız? Köleci bir toplumda devlet aygıtlarının köle efendilerine hizmet etmesi bugün bizim için şaşırtıcı bir şey mi? Zira arkadaşlarımızla da tartışırken liyakatsizliğin önlenmesi, bu doğrultuda içinden çıkılamayan bir konu oldu. Günün sonunda ana muhalefet grupları da bu konuda güven vermekten çok uzak.
Konuştuğumuz bir diğer noktaysa asgari ücretin miktarında belirleyici unsurun ne olması gerektiğiydi. Asgari ücret görüşmeleri sürerken de yapılacak zammın enflasyona mı açlık sınırına mı, yoksulluk sınırına mı göre olması gerektiği, kamuoyunda bolca tartışılmıştı. Yine temel bir konuda çoğunlukla ortaklaşıldı, ekonominin “düzeldiği" ve “refahın" sağlandığı bir düzlemde asgari ücretin de enflasyon oranında artması. Fakat şu an böyle bir durumda olmadığımız da eklendi. Yani asgari ücrete enflasyon oranında bir zam yapılsa da yeterli olmazdı. Doğal olarak “ne oranda bir zam yeterli olurdu" sorusunun net bir cevabına varamadık. Bu soruya net bir cevap bulamamızı doğal değerlendiriyoruz, çünkü bizler, en azından henüz, yaşamlarımızı asgari ücret karşılığında çalışarak geçindirmiyoruz. Asgari ücret belirlenirken işçilerin istekleri ve ihtiyaçları belirleyici unsurlar olmalı, işçiler yaşam koşulları hakkında söz sahibi olmalı. Mevcut haliyle ise görüşmeler bir sarı sendika olan TÜRK-İŞ ile gerçekleştiriliyor ve bu sendika görüşmelerin son ayağında -bizim yorumumuzla üyelerinin tepkisinden korkarak- sözde bir protesto ile katılım göstermedi.
Tartışılan son konuysa arkadaşlarımızın giderek yaygınlaşan geniş çaplı işçi eylemliliğini, sosyal medyada da asgari ücretin düşüklüğüne dair bir “müstahak” değerlendirmesi mevcut olduğundan, nasıl değerlendirdikleri ve gençlik olarak bizlerin neler yapması gerektiği oldu. Bu konuda da farklı değerlendirmeler ortaya çıktı. Bazı arkadaşlarımız bizlere düşen sorumluluğun, geniş çapta bir değişiklik yapabileceğimiz konumlara gelmemiz için uğraşmamız olduğunu ve ancak bu konumlara geldikten sonra etkimiz olabileceğini öne sürdü. Bazı arkadaşlarımız ise halihazırda gençlik ve emekçi kesimin yaşadığı sorunların aynı yerden kaynaklandığını vurgulayarak, bizlerin bu eylemliliklere destek çıkmamız gerektiğini ve işçilerle ortak bir mücadelede bulunmamız gerektiğini savundu.
BİZLERİ KURTARACAK OLAN KENDİ KOLLARIMIZDIR
“Liyakatsizlik” hattını yukarıda zaten açmış ve buranın çözümüne dair bir çıkmazın varlığından bahsetmiştik. Bu düşüncenin doğal bir devamı da şu oluyor; o zaman liyakatsizlik sorununu çözmek bizlere düşen bir sorumluluk. Peki bu gerçekçi bir düşünce midir? Genç Hayat’ın son sayısında yine ODTÜ’den arkadaşlarımız tarafından yazılmış “Anne! CEO’m böyle kötü olmayı nerden öğrendi?” yazısı biraz bu konuyu ele alıyordu. Kısaca belirtmek gerekirse, sermayenin egemen olduğu bir toplum yapısında “iyi" şeyler yapmayı hedefleyen birisinin değiştirici güç vadeden konumlara ulaşmasının zorluğu bir yana, bu konumlarda da tekil tekil bireylerin öyle bir gücü olmadığını söylemek mümkün. Zira ne sermayenin ne devlet aygıtlarının işlevi ve işleyişinde bireysel tutumlar belirleyici değil.
Diğer tartışmamıza dönecek olursak, her ne kadar şu an yaşamımızı emeğimizle kazanıyor olmasak da, maruz bırakıldığımız koşullar burjuvazinin egemenliğinin bize dayattığı koşullardır. Biz gençler, hayat koşullarımızı belirleyen en önemli faktörün sınıf mücadelesi olduğunu unutmamalıyız. Sonuçta kapitalist sınıfın kâr ve talan hırsını dizginleyen en büyük güç işçi sınıfının örgütlü direnişidir. Bizler de bu sınıf mücadelesinin birer parçası olmalıyız.
Evrensel'i Takip Et