22 Ocak 2025 23:22

Yine, yeniden ve neden Trump?

Amerika, işbirlikçilerine güvence verirken sermayesini de büyütmek için sınırlardan işe koyuluyor. Ekonomisi büyüyen bir Amerika da kırmızılıların “Amerikan Rüyası” haline geliyor.

Yine, yeniden ve neden Trump?

Fotoğraf: Donald Trump Resmi Hesabı

Ece AKIN

Galatasaray Üniversitesi

“B en çok başarılı bir eski başkanım. Ülkemiz tarihindeki en büyük ekonomiye sahiptik, sınırlarımız kapalı ve güzeldi, her şeyimiz güzeldi. Savaşımız yoktu, IŞİD’i yendik, savaşımız yoktu. Şimdi Rusya ve Ukrayna’yla yanan bir dünyaya gidiyorum.”

Trump, bu sözleri başkanlığa resmi olarak gelmesine çok az bir zaman kala yaptığı mitinglerden birisinde söyledi. İkinci kez ABD başkanlığını kazanması, ABD’nin politik sistemine derinlemesine kazınmış sermaye-iktidar ilişkilerinin bir kez daha açığa çıkarıyor. Trump’ın kampanyasını destekleyen sermayedarlar; şirket CEO’ları, petrol koçbaşları, sağlık endüstrisinin tüccarları ve en önemlisi Elon Musk gibi figürler, Grönland’ı satın almak gibi emellerini gözler önüne seriyor. Trump’ın kampanyasında öne çıkan korumacı retorik, aslında özü itibariyle özelleştirme ve deregülasyon politikalarıyla örtüşüyor.

OYLAR AMERİKA’YI YENİDEN EN BÜYÜK YAPANA!

Trump’ın mitinglerinde sıkça tekrarladığı “Amerika’yı yeniden büyük yapacağız” (Make America Great Again) sloganı, sadece bir nostalji çağrısı değil. Aynı zamanda sınıfsal çelişkileri ulusal aidiyetle örtme çabasının bir dışavurumudur: “Sınırlarımızı koruyacağız ve işimizi geri alacağız! Kimse Amerika’yı tekrar yüceltemez, bunu ancak biz yaparız.”

Bu tür ifadeler, geniş halk kitlelerinin ekonomik güvencesizliğini manipüle ederek sermaye sınıfının çıkarlarını koruma işlevinde. Amerika’da muhafazakârlığın ve merkez sağının en güçlü temsilcisi, aynı zamanda Trump’ın da partisi olan Cumhuriyetçi Parti’nin Türkiye’de duyduklarımıza benzer şekilde sahneye çıkardığı “hegemon devlet” anlayışı, söylemlerde en fazla kullanılan argümanlarından biri. Bu siyaset anlayışının ele aldığına göreyse sorunlar göç meselesiyle doğrudan ilişkili. Trump, 2016’daki başkanlık yarışından bu yana göçü sınırlamayı kampanyasının temel bir parçası haline getirdi. Tehlikeli suçluların Meksika üzerinden ülkeye “akın ettiği” yönündeki kışkırtıcı göçmen karşıtı söylemler, göçmenlerin “akıl hastanelerinden” serbest bırakıldıkları iddiası, Venezuela’dan gelen çetelerin Colorado’daki apartmanları ele geçirmesi gibi yanlışlanan haberlerle söylem üretti. Hatta, Eylül’de ki başkanlık tartışması sırasında, Başkan Yardımcısı seçilen J.D. Vance tarafından öne sürülen, yasadışı Haitili göçmenlerin yerel köpek, kedi ve diğer evcil hayvanları yediği iddialarının da asılsız olduğu açık. Şimdi bu sözlerin çarpıklığını biraz sorup soruşturalım.

Göçün önemli bir kısmı, yani zafere giden yol bir biçimiyle sınırlardan başlıyor. (Peki sınırlara ilk kim ve neden müdahale ediyor?) Sınırdaki değil işgal, muharebe; “savunmalar”, ya da teröristleri dünyadan silmek üzere, buna gücü yetmeyecek ülkeleri iyilik yapıp kurtarmak üzere yapılan “yardımlar” milyonları etkiliyor. (Hangi milyonlar etkileniyor, azınlık-çoğunluk kümelerde saldıranlar, saldırıyaysa yanıt verenler kimler?) Ardından o milyonlar savaştan, ölümden, sömürüden kurtulmak yahut doğrudan bu sebeplerle olmasa da Amerikan rüyasında refah basamaklarını atmak üzere şansını deneyeceği yeni bir yaşamı kurmak için sınırlardan giriş yapmaya çalışıyor, en yaygın şekilde “kaçak” aşılan o sınırlarsa giriş çıkışların denetimi adı altında bu döngüyü başa sardırıyor: Sorunlar sınırdan mı başlıyor?

Bir biçimiyle evet. Emperyalistler ve paylaşım savaşları, onların da en “great” öncüsü Amerika, sınırları aşmak ve aşındırmak suretiyle yayılmak ve yayıldıkça sömürebileceği alanı genişletmek, işbirlikçilerine güvence verirken sermayesini de büyütmek gayesiyle sınırlardan işe koyuluyor. Ekonomisi büyüyen bir Amerika da MAGA kitlelerinin “Amerikan Rüyası” haline geliyor, bu sermayenin ta kişileşmiş biçimiyse haliyle Trump oluyor. Dolayısıyla Trump’ın yeniden başkan seçilmesine sebebiyet veren politikalarından birisi de bu olarak karşımıza çıkıyor.

ABC News’un yaptığı bir ankette oy kullanılırken en önem verilen beş konu demokrasinin durumu, ekonomi, kürtaj, göç ve dış politikalar olarak karşımıza çıkıyor. Seçmenlerin neden Trump’a oy verdiğine baktığımızda da anketlerde temel üç ayağı olduğunu görüyoruz: Ekonomi, göç ve dış politikalar. Seçim sonuçlarından da etkili olduğunu görebildiğimiz göçmenlerin toplu sınır dışı edilmesi söylemi bir tarafa, en büyük oy verme motivasyonu olarak gösterilen ekonominin güçlendirilmesinde “Tax Cuts and Jobs Act”, yani şirketlere yönelik vergi oranlarını %35’ten %21’e düşürülmesini ve bireysel vergilerde de bazı kesintiler sağlanmasını mümkün kılan yasa var. Obama döneminden devralınan eğilimin devamı olarak işsizlik oranlarının düşüşü, Trump’ın Çin’e karşı başlattığı ticaret savaşı, mavi yakalı işçiler ve tarım sektörü için popülist bir anlatı oluşturan “Amerikan üretimini koruma” politikaları, uluslararası ticaret anlaşmalarının “eşit olmayışını” eleştirmesi ve ABD'yi yeniden “üretim merkezi” yapma vaadi seçmenler üzerinde oldukça etkili oldu.

Ancak desteğin sebebi sadece gelir ve istihdamla sınırlı değil. Trump’ın “Amerika’yı yeniden büyük yapma” söylemi, neredeyse kültürel bir fenomen haline de gelen MAGA’yla ekonomik başarı algısını milliyetçi bir çerçeveye oturttu. Bu söylem, ekonomik kaygılarla kimlik siyasetini birleştirerek ekonomik vaatleri daha öne çıkardı. Bu politikalar bütünü, varlıklı kesimler ve şirketler için faydalıydı şüphesiz, büyük şirketlerin vergi kesintilerinden yararlanmasıyla gelir eşitsizliğinin arttırdı, federal bütçe açığı ve borçları büyüttü. Seçmenlerse bu politikaların somut sonuçlarından ziyade Trump’ın söylemlerine, “büyük adam”lığıyla liderlik tarzına ve algılanan ekonomik başarısına dayanarak oy veriyor. Özellikle kırsal bölgelerde ve sanayi kuşağında, “Trump sayesinde daha iyi bir ekonomi gelecek” algısının gücü; Trump’ın kapsamlı siyasi markasının ve stratejisinin etkili olduğunu gösteriyor.

UZAKLARI HEDEFLEMEK: BİR ÜLKE NASIL SATIN ALINIR?

Amerika’nın başkanı Trump’ın ilk hedeflerinden bir tanesine, Grönland’ın satın alınması hedefine bakalım. Gerekçe olarak stratejik önemi ve doğal kaynaklar açısından zenginliği öne sürüldü. Bu fikir, çok şaşırtıcı olmasa da, ABD emperyalizminin tarihsel köklerini pekiştiriyor. Bu söylemler, çağdışı bir toprak fethi politikasından ziyade jeostratejik çıkarların ekonomik çıkarlarla harmanlandığı kapitalist düzenle örtüşüyor. Grönland’ı bir satın alma nesnesi olarak görmek, çevresel yıkımı, yerli halkların haklarını ve küresel çıkarı önemsizleştiren bir anlayışın ürünü. Bu anlayış, sıradan ABD vatandaşının ekonomik geleceği üzerinde oynanan oyun ve sermayenin sahne arkasındaki çıkarlarını gösteriyor.

Elon Musk’ın seçim sürecindeki rolü de bu bağlamda önemli hale geliyor. Musk, Trump’ın kampanyasına yönelik destekleyici mesajlarında sık sık “girişimcilik ruhu” ve “yenilikçilik” gibi kavramları vurgulamış ve Trump’ı “iş dünyasının dostu” olarak nitelendirmişti. Musk’ın Tesla ve SpaceX gibi şirketlerinin ABD hükümetinden aldığı devasa teşvikler düşünüldüğünde, bu destek bir ideolojik yakınlıktan çok pragmatik bir çıkar ilişkisinin yansıması. Musk ise, medyatik figürü, zenginliği ve sahibi olduğu platformların kitlesel boyutu düşünüldüğünde, aradığı sağ kolu oluyor Trump’ın. Musk’ın desteğini yalnızca bir milyarderin siyasi tercihinden ibaret değil; teknoloji sermayesinin ulus-devlet mekanizmalarını kendi ekonomik ve ideolojik hedeflerine eklemleme çabasının bir parçası olarak düşünmeliyiz.

ABD’de iki partili sistemin sunduğu seçim olanakları, bir demokrasi illüzyonundan ibaret. Keza Kamala Harris’in temsil ettiği Demokrat kanat, geçmişindeki savaş politikaları ve ekonomik tercihlerle Trump’tan çok da farklı olmayan bir profil çizmektedir. Bu şartlar altında seçmen, hangi yüzün kendisine daha çekici geldiğine karar vermekten öteye gidemiyor. Demokratlar, hem içteki ekonomik tartışmalar hem İsrail’le ilişkiler hem de Suriye’deki savaş sanayisi gibi örneklerle onurlu bir alternatif olarak görünmüyor.

Trump’ın “Erdoğan akıllı bir lider” övgüsü de yine sınıf çıkarlarıyla ilgili. Bir konuşmasında, “Erdoğan ile harika anlaşıyoruz. O, sert ama adil bir lider” diyerek Türkiye’nin bölgedeki rolüne verdiği önemi vurgulamıştı. Burada övülense, bizzat Erdoğan’ın liderlik niteliklerinden öte, onun söylemleri ve eylemleriyle emperyalist stratejilere entegre olabilme yeteneğidir.

Sonuç olarak, Trump’ın zaferini mümkün kılan bir tesadüf değil, bunu mümkün kılan sermaye ve iktidar ilişkileridir. ABD seçim sisteminin gerçek anlamıyla “demokrat” seçenekleri bastıran yapısı, halkların savaş politikaları ve sınıf çıkarlarına dayalı bir siyasetle arasındaki duvarı inşa ederek halkın seçeneklerini bir kum saati gibi iki dar noktaya indirgiyor. Amerika’nın büyüklüğü de belki burada saklıdır.

EVRENSEL'İNMANŞETİ

Yüksek voltajlı teşvik

Yüksek voltajlı teşvik

Erdoğan-Şimşek programıyla emekçilerin bir ayı daha gıdaya gelen yüksek zamlar ve eriyen ücretlerle geçti. Özelleştirmelerle ihya edilen sermaye gruplarına ise sadece bir ayda ‘üretmedikleri elektrik’ için 1 milyar lira teşvik verildi. Sanayi patronları da çalıştırdıkları her kadın işçi için devletten artık daha fazla teşvik alacak.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
2 Mart 2025 - Sefer Selvi

Evrensel'i Takip Et