Thomas Hobbes ve modern materyalizmin bebek adımları
Hobbes; anarşik doğa durumundan bir çıkış olarak nitelendirdiği “Leviathan”ı, tanrısal otoriteye değil yetkilerin tek kişide toplandığı bir toplum sözleşmesine dayandırır.
Thomas Hobbes'un 'Leviathan' adlı kitabının kapağında devlet, insan bedenlerinden oluşan bir canavar olarak tasvir edilir.
Taha Serhan SEYİT
İstanbul Üniversitesi
“Bilgi güçtür” der, Thomas Hobbes. Bilgi ise bilenle bilinen arasında kurulan ilişkidir. Bu yazıda İngiliz filozof Thomas Hobbes’u tanıyarak bilgimizi, onun ifadesiyle, gücümüzü artırmaya çalışacağız.
Thomas Hobbes 1588’de İngiltere'de doğmuştur. Doğumu, annesinin İspanyol Armadası’nın (İngiltere seferi için hazırlanmış İspanyol donanması) gelişini duyduğunda dehşetle tetiklenmesiyle gerçekleşmiştir. Hobbes, yıllar sonra bu durumu şu sözlerle tanımlayacaktır: “Annem ikiz doğurdu, ben ve korku.” Oxford’da eğitim gören Hobbes, mezuniyetinin akabinde aristokrat bir aile olan Cavendish ailesinde özel öğretmenlik işine başlamıştır. Cavendish ailesinin de etkisiyle Avrupa'ya giderek fikir dünyasını güçlendirmiş, Descartes ve Francis Bacon gibi filozoflarla tanışma imkânı bulmuştur. Yine bir Avrupa ziyaretinden sonra İngiltere'ye döndüğünde kral ve parlamento arasındaki çekişmenin bir sonucu olarak çıkan iç savaşa şahit olmuş ve bununla beraber “kralcı” olarak etiketlenme korkusuna kapılıp parlamentonun kendisine zarar vereceği düşüncesiyle Fransa’ya gitmiştir. Bu korkunun esas sebebiyse “The Elements of Law, Natural and Politic” isimli eserinde monarşi övgüsü yapmasıdır. İç savaşın yarattığı kan ve kargaşa atmosferi, Hobbes’un insan doğası ve egemen güç hakkındaki görüşünü derinden etkilemiştir. Hobbes Fransa’da bulunduğu esnada en popüler eserini yazmıştır: Leviathan.
MODERN MATERYALİZM VE DETERMİNİZM
Hobbes, modern materyalizm düşüncesinin, 18-19. yüzyıllarda güç kazanacak olan pozitivist materyalizmin, ilk temsilcilerindendir. İnsanların bilincinin dışında bir maddi dünyanın var olduğu konusunda kuşkusu yoktu ve Descartes’tan farklı olarak bu dünyanın var olduğunu kanıtlarken kuşkuculuğa ya da teolojik argümanlara sığınmak yerine duyuları kanıt olarak göstermiştir. Dolayısıyla, Descartes gibi o da insan-doğa ilişkisi üzerine düşünecek, üstelik Tanrıyı devre dışı bırakarak Descartes’tan daha cesur davranacaktı. Hobbes, irade özgürlüğünü kabul etmeyen, iradenin bir dış etmen tarafından belirlendiğini düşünen bir deterministti. İradenin belirleyicisi olarak tanrısal irade ya da kader gibi metafizik bir unsuru işaret etmiyordu. Doğanın kesin kurallara göre işlediğini öne sürmüş ve tüm var olanların, elbette insanın da, bu kesin kurallara tabi olduğunu düşünmüştü.
Hobbes buraya kadar bir materyalistti, insanı doğanın mekanizmasına tabi kıldığından dolayı da bir mekanik materyalistti. Ancak doğadan, maddeden önce Tanrı’nın geldiğini söyleyerek idealizmi yeniden üretiyordu. Felsefe sisteminde en başta soyut-kavramsal bilgileri (mantık, matematik, geometri) sıraladıktan sonra, fizik konusuna geçerek önceki dönemlerin metafizik sistemleriyle (örneğin Yeni Platoncuların “taşma” teorisiyle) Hegel’in sistemi arasında bir köprü oluşturmuştu. Tanrı’nın işlevi “bilmekle” sınırlıydı: O, doğanın tüm işleyişini en ince ayrıntısına kadar biliyordu ama bu işleyişe tanrısal müdahale söz konusu değildi. Hobbes, düşüncesini Leviathan’da şu şekilde ifade etmiştir: “Dünya, (sadece yeryüzünü değil, evreni, yani, var olan bütün şeylerin toplamını kastediyorum), maddidir, yani, varlıktır; ve boyutları, yani, uzunluğu, genişliği ve derinliği vardır: varlığın her parçası da varlıktır ve aynı boyutlara sahiptir; ve dolayısıyla evrenin her parçası da varlıktır, ve varlık olmayan bir şey evrenin parçası değildir: ve evren her şey olduğu için, onun parçası olmayan bir şey bir hiçtir; ve dolayısıyla hiçbir yerde değildir.”
ANARŞİK İNSAN DOĞASI: LEVİATHAN’IN DOĞUŞU
Leviathan, Hobbes’un “egemen otorite”yi tanımlamak için kullandığı bir metafor olup, mitolojik bir canavardır. Hobbes’a göre bir “doğa durumu” vardır. İnsanlar, doğa durumunda doğuştan hür ve eşittirler. Bunların temel nedenleri; insan tabiatında bulunan rekabet, çıkar, güvensizlik duygularıyla beraber şan ve şeref arzusudur. Bunların hepsi, başkalarının zararına olsa bile, tatmin edilmelidir. Bu sebeple o, bu durumu “yalnız, zavallı, iğrenç, vahşi ve kısa” olarak tanımlar. Bu düşünceleri esas alarak Hobbes, Leviathan eserinde, egemen otoritenin olmadığı anarşik bir dünya tasavvur eder.
Bu anarşik doğa durumundan kurtulmak için ise güvenlik amacıyla yapılan bir toplumsal sözleşme yaratma zorunluluğundan bahseder. İnsanlar, bu sözleşmeyle “egemen otorite” yaratır ve bazı yasalar üzerinde anlaşırlar. Adalet, savaş ve barış yapma, yasama güçleri, görevlileri atama ve öğretileri inceleyip onaylama gibi yetkilere sahip olan egemen otorite; bütün bunlar sayesinde mutlak güç haline gelir. Hobbes, yönetim biçimlerine dair bir tartışma da yürütmüştür; kamu yararının tek bir kişide temsil edilmesi, gizlilik sağlanması, kararların hızlıca alınmasının daha kolay olması ve tek kişinin karar almasının çatışmaları engellemesi gibi argümanları ortaya koyarak mutlak monarşiyi övmüştür. Ona göre devletin kökeni de bu toplumsal sözleşmeye dayanıyordu; çünkü egemen otorite ihtiyacı devleti zorunlu kılmıştır. Hobbes’un siyaset felsefesindeki önemli ve dikkat çekici yeniliği politik sekülerleşmedir. Çünkü Hobbes, devletin kökenini kendisinden önceki düşünürlerden farklı olarak tanrısal iradeye değil toplum sözleşmesine dayandırır. Bu bakımdan Hobbes’un felsefesinin, meşruiyeti gökyüzünden yeryüzüne indirerek politik sekülerleşmeye katkıda bulunduğu söylenebilir. Hobbes’un bu düşünceleri, uluslararası bir siyaset teorisi olan “Klasik Realizm” düşüncesinin de ana kaynağıdır.
MARKSİZM IŞIĞINDA THOMAS HOBBES
Hobbes’un düşüncesinde sınıf ve iktisadi yapı çok önemli bir yer tutmaz. Marksizme göreyse devlet, sınıfsal farklılıklardan doğar. Üretim araçlarına sahip olan egemen sınıf, hegemonyasını arttırmak ve menfaatini gözetmek için devleti bir baskı aracı olarak kullanır. Nitekim Marx, Komünist Manifesto’da “modern devletin yürütme organı, burjuvazinin müşterek işlerini yöneten bir komitedir” diyerek devleti, tamamen topluma dayandırmakta ve iktisadi olarak hâkim sınıfça kullanılan bir araç olarak tanımlamaktadır. “Egemen otorite” Hobbes’un belirttiği gibi toplumsal sözleşmeden değil, sınıfsal ilişkilerden doğar. Sonuç itibariyle Marksizme göre siyasal ilişkilerin temelinde, Hobbes’un dediği gibi barış ve güvenlik değil, sınıf ve iktisadi yapı vardır.
Hobbes’un sözüyle başladığım yazımı, yine onun sözüyle bitirmeyi isabetli buluyorum: “Herhangi bir kişinin güçsüzleri ihmal etmesi merhametsizlik olduğu gibi; bir devletin egemeninin, onları kişisel hayırseverliğin tesadüfüne maruz bırakması da öyledir.”