22 Ocak 2025 23:58

Ara tatilde sınıflarımızdan çıkıp “sınıf”a dönüyoruz!

Kaderci değil gerçekçi olacağız. Çünkü bilimsel sosyalizm, uzaktan vaha gibi gözüken bir hülya gibi değil, gerçek hayatın bağrından doğarak rotamızı çiziyor.

Ara tatilde sınıflarımızdan çıkıp “sınıf”a dönüyoruz!

Kaynak: Max Pixel

“Bu süreçte örgütlülüğün ne olduğunu, örgütlüysek her şeyi yapabileceğimizi, örgütlüysek kazanacağımızı, örgütsüzsek bir kişinin iki dudağının arasında olduğumuzu gösterdik. Günümüz şartlarında ancak örgütlüysek kazanacağımızı gösterdi bugün metal işçisinin grevi. Devletin verdiği zamlar ortada, bunun haricinde de bekleyerek hiçbir şey alınmaz. Birleşerek kazanabiliriz ancak.”

Bunlar yasağa rağmen greve çıkan Gebze’den Schneider Elektrik Baştemsilcisi Zafer Güneş’in sözleri. Uzun zamandan sonra ilk defa grev yasaklarını delen “Evimizde öylece oturamazdık” diyen metal işçileri, örgütlülüğün önemini anlarken bizlere de anlatmaya devam ediyor. Kazanımın ancak birlikte mücadele edersek geleceğini bir kez daha bizlere gösteriyor. Milli güvenlik sebebiyle yasaklanan bu grevler bugün geldiğimiz noktada kaygılara rağmen birlik olan işçilerin tek adam iktidarının keyfi kararlarıyla sermayenin programını garanti altına alma çabalarını nasıl yersiz çıkardığının bir sembolü aynı zamanda.

Metal işçileri bize bir şey daha gösteriyor: Sınıfın saflarında olmanın ihtiyacını. Bu ara tatilde bazı “sınıflara” veda ederken, asıl “sınıfa” dönmenin ihtiyacı.  Bugün birçok yerde “Benim sınıf arkadaşımdan bir şey olmaz, benim mahalemdeki çocuktan bir şey olmaz, bizim üniversitedekilerden bir şey olmaz, benim atölyemdekilerden bir şey olmaz…” gibi iddialı ifadeleri duyuyoruz. Hatta en çok seçim dönemlerinde AKP-MHP ittifakına oy veren halktan hiçbir şey olmayacağına dair inanç hızla yükseliyor gibi gözüküyor. Anlaşılan 1800’lerin sonunda Çarlık Rusyasında yaşayan Semyon Kanatçikov için de tablo çok benzermiş. Aynı şekilde çarın baskıcı rejimi altında yaşayan işçiler de kendi fabrikalarından bir direniş çıkarsa yalnız kalacaklarını düşünüyorlar, hatta bazıları her şeye rağmen yine çarın onları bu sefaletten kurtaracağına inanıyor. Hal böyle olunca da mücadeleye başlayamamış oluyorlar. Bu nereye kadar böyle gider diyen devrimci işçi Kanatçikov ise tüm engellere rağmen “sınıf arkadaşlarını” ikna etmeyi başarıyor ve direnişin önderi haline geliyor. Peki aradan 100 yıldan fazla zaman geçmesine rağmen hala bizi birbirimize güvenmekten, mücadelenin gücüne inanmaktan alıkoyan şey ne olabilir?

SINIFLI BİR DÜNYADA SINIF ARKADAŞINA ULAŞMAK

Bir yandan kayyum politikalarıyla halkı sindirmeye çalışan tek adam iktidarı, bir yandan Suriye’ye dair gelişmeler ve tartışmalar, bir yandan İmralı görüşmeleri, bir yandan ekonomik kriz derken bu kadar çeşitli gelişmenin nereye oturtulabileceği ve nasıl tartışılabileceği konusunda karışıklıklar çıkıyor. Bütün bunların asgari ücretle ve tek adamın bizlere dayattığı asgari yaşamla ne ilgisinin olabileceği sorusuysa bulanık kalıyor. Şu anda Türkiye siyasi atmosferinde yaşanan tüm fırtınalar aslında birbirleriyle ilişkili ve bu ilişkiler bir kelime grubu etrafında berraklaşıyor: “Sınıflar mücadelesi”. Bize karmaşık gelen bu ilişkiler yumağına sınıf mücadeleleri ekseninde baktığımızda görürüz ki Suriye’ye başta inşaat şirketleri olmak üzere ağzı sulanarak bakan bölge güçlerinin paylaşım mücadeleleri, Kürt hakının özgürlük mücadelesinin tek adamın bölgesel çıkarlarına ortak olunup olunmamasına sıkışması, Şimşek programının köleye kırbaç misali tavizsiz uygulanması bir sınıf mücadelesi etrafında ve ancak onun gücü ya da güçsüzlüğüyle açıklanabilecek olan bir konuma oturuyor. Böylece o karmaşık ilişki yumağı çözülüyor ve ortaya her renkten, her dilden, her dinden sermaye putu ortaya çıkıyor.

Sınıflı bir dünyada yaşıyoruz ve bu sınıflı dünya Türkiye’de gençleri asgari ücretle çalışmaya, niteliksiz bir eğitime, iktidar baskısıyla yaşamaya mecbur bırakan bir sermaye sınıfı ve onun en geri temsilcisi AKP-MHP ittifakıyla karşımıza çıkıyor. Neden asgari ücret, asgari bir yaşamı da beraberinde getiriyor sorusunun cevabıysa burada yatıyor. Tek adam iktidarı tüm aygıtlarıyla; Orta Vadeli Program’ıyla, MESEM’iyle, kayyumlarıyla, atanmış rektörleriyle, baskı rejimiyle asgari ücretin düşüklüğünü garanti altına almayı hedeflerken bir yandan da bu aygıtlar aracılığıyla biz gençlerin yaşamlarını kendi kurduğu oyunun piyonları halinde oynatmaya çalışıyor.

Oyunun adıysa “yüksek sömürü, düşük ücretler ve bolca yasak”. Eğitim planını her yaştan, her tipte genci kendi planına ortak etmek amacıyla sürdürüyor. Atölyedede çalışacaksan düşük ücrete ve yüksek saatlere tamah edeceksin, mühendis olacaksan savaş sanayide çalışacaksın, bilim insanı olacaksan sermayenin ihtiyaçlarını icat edeceksin ya da keşfedeceksin. Hepimiz için bir hamlesi, yani biçtiği bir kader var. Ve o kaderde barış ve huzur içinde yeteneklerimizi en iyi şekilde kullanabildiğimiz, toplum yararına bilim üretebildiğimiz bir gelecek yok. O halde biz geleceğimize sahip çıkmanın bir yolunu bulmalıyız, insanca yaşayabileceğimiz bir dünyayı beraber kazanmalıyız.

ÖZGÜR BİR HAYATIN TOHUMLARINI BERABER EKECEĞİZ

100 küsür yıl önce Kanatçikov bugünse metal işçileri, biz gençlerin yolunu elde ettikleri kazanımlarla, mücadeleleriyle tüm saydığımız aygıtlara karşı sınıfız, sömürüsüz bir dünyayı örgütlerken yolumuzu aydınlatmalı. Bulunduğumuz her alanı, tüm kaygılara rağmen, nasıl mücadeleyi büyütmenin bir aracı haline getirebiliriz sorusunu defalarca sormalı ve doğru cevabı bulana kadar denemeliyiz. Ancak bu şekilde grev yasağını paramparça eden metal işçileri gibi biz de baskılara ve yasaklara rağmen mücadelemizi büyütebiliriz. Bu dirençle, inançla mücadeleye tutunan işçileri örnek olarak onların yanında, onlar gibi bulunduğumuz her mahallede, her arkadaş grubunda, her sokakta bilimsel sosyalist bir dünya görüşünün çağrısını büyüterek bunu yapabiliriz.

En nihayetinde Kanatçikov’un da dediği gibi “Gerçek hayat bütün kafa karıştırıcı teorilerden açık bir şekilde daha güçlüdür.”

Gerçek hayat bize soluduğumuz havanın hava, içtiğimiz suyun su olmadığını gösteriyor. Bilimsel sosyalizm ise, öyle uzaktan vaha gibi gözüken bir hülya gibi değil, gerçek hayatın bağrından doğarak rotamızı çiziyor. O zaman iktidarın bizi mahkûm etmek istediği türden bir alınyazısına bağlanmayacak; kaderci değil gerçekçi olacağız. Çünkü yaşadıklarımızdan öğrendiğimiz bir şey var, işçi sınıfının ve gençliğin mücadelesi doyacasına yaşayabilme umuduyla birbirine tutunuyor. Yaşadık mı, yoğunluğuna yaşayacağız, özgür bir hayatın tohumlarını beraber ekeceğiz, çiçekleri koklamaktan bitkin düşeceğiz.

Evrensel'i Takip Et