Trump, Avrupa’yı da yeniden büyük yapacak mı?
Avrupa'nın Gündemi'nde bu hafta Donald Trump'ın yeni ABD başkanlığının İngiltere ve Almanya'da yarattığı tartışmaların yanı sıra Fransa'daki yeni sağcı hükümetin memur maaş kesintisi kararı var.
Fotoğraf: Halil Sağırkaya/AA
Trump’ın göreve başlaması, Avrupa Birliği’nde özellikle endişeyle karşılanıyor. Alman hükümeti, Trump’ın ikinci dönemine daha iyi hazırlıklı olduğunu ifade etse de ekonomik çevreler Almanya ve AB’nin kendi suretiyle uğraşmaktan dünyaya bakamadığı görüşünde: “Trump’ın elinde epey koz var ve AB ya da Almanya bunu püskürtecek güçte değil…”
İngiltere’de yayımlanan Independent gazetesinden seçtiğimiz makale ise Trump’ın ABD başkanlığı döneminin Avrupa’daki sağ ve halihazırda yükselişte olan aşırı sağ parti ve çevreleri nasıl etkileyeceği tartışılıyor. Trump’ın ilk döneminde yükselttiği Amerika’yı yeniden büyük yapma (kısaca MAGA) sloganının Avrupa’yı yeniden büyük yapmayı (kısaca MEGA) da kapsayabileceğine işaret ediliyor.
Fransa’da ise Emmanuel Macron’un kurduğu ikinci sağ azınlık hükümeti ilk iş olarak devlet memurlarının hastalık paralarında kesinti yaptı. Fransa basınından seçtiğimiz makalede, “Kamu çalışanlarına yapılan bu baskı, aslında tüm işçilere yönelik büyük bir saldırının parçasıdır” vurgusu yapılıyor. “Gerçek zaferler elde edebilmek için tüm işçilerin bir araya gelerek ortak bir cephe oluşturması” gerektiğine dikkat çekiliyor.
MAGA’DAN SONRA TRUMP ŞİMDİ DE MEGA’YI MI HARLAYACAK?
Mary DEJEVSKY
The Independent
Donald Trump’ın göreve başlaması yeni bir özel ilişkiyi başlatacakmış gibi bir izlenim yarattı ama bu Yeni ABD Başkanı ile Britanya başbakanı arasındaki ilişki değildi.
Aksine, tüm gözler Trump ile, aralarında İngiliz ve Avrupalıların da bulunduğu siyasi sağın çeşitli yelpazelerindeki seçkin yabancı devlet adamları arasında filizlenen siyasi dostluklara çevrildi.
Yüksek mevkideki yabancı konukların varlığı kendi içinde biraz farklılık gösteriyordu. Ayrıca kimlerin davet edildiği konusunda ideolojik ya da kurumsal olarak çok az tutarlılık vardı, ancak Avrupa Parlamentosu içindeki milliyetçi, aşırı sağcı gruplar iyi temsil edildiler.
Trump’ın adeti olduğu üzere, seçim herhangi bir protokolden ziyade kişisel beğenilerini ve beğenmediklerini ve belki de gelecekteki yararlılık duygusunu yansıtıyor gibiydi. Arjantinli Başkan Javier Milei’nin yanında, Trump’ın yeni en iyi arkadaşlarından biri haline gelmiş gibi görünen İtalya Başbakanı Giorgia Meloni oturuyordu.
Davet edilip edilmediği belli olmayan Macaristan Başbakanı Viktor Orban toplantıya katılmayanlar arasındaydı. Avrupa’nın en başarılı aşırı sağcı partilerinden bir diğeri olan Fransa Ulusal Birlikinin liderleri de davet edilmedi. Fransız sağının daha başına buyruk kalabalığı memnun eden Lideri Eric Zemmour ise geldi. Almanya’nın popülist sağı Almanya için Alternatif (AfD) Lideri Alice Weidel davet edildi ancak gelecek ay yapılacak seçimleri gerekçe göstererek yerine Eş Lideri Tino Chrupalla’yı gönderdi.
Trump’ın göreve başlamasının sadece MAGA (Make America Great Again-Amerika’yı yeniden büyük yap) hareketi için değil, aynı zamanda “MEGA” (Avrupa’yı yeniden büyük yapmak isteyenler) için de bir zafer turu olduğunu düşündüğünüz için affedilebilirsiniz.
Başta Başkan Ursula von der Leyen, Avrupa Konseyi Başkanı Antonio Costa ve Komisyonun Dış İlişkiler Temsilcisi Kaja Kallas olmak üzere AB’nin üst düzey temsilcilerinin yokluğu dikkat çekiciydi. Bunun yerine Kongre binası, kıtanın dört bir yanından gelen sağcı popülistler ve aşırı sağcı siyasetçilerle doluydu.
Birleşik Krallık’tan da Eski Başbakanlar Boris Johnson ve Liz Truss; Eski İçişleri Bakanı Suella Braverman ve Muhafazakar Partiyi resmi olarak temsil eden Gölge Dışişleri Bakanı Priti Patel’in de aralarında bulunduğu oldukça kalabalık bir grup vardı.
Trump’ın uzun süredir ortağı ve Reform UK Partisi Lideri Nigel Farage da oradaydı ancak-Johnson’ın aksine- kendisine tören için Kongre binasının ana salonunda yer verilmedi. Burada Johnson’ın eski bir başbakan olarak öncelikli olması nedeniyle protokolün bir rolü var mıydı, yoksa Trump bir gün Birleşik Krallık’ta siyasi sağı kimin yönlendireceğine dair bir işaret mi veriyordu? “İlk kankası” Elon Musk tarafından küçümsenen Clacton Milletvekili Trump’ın sarayında bir zamanlar sahip olduğu aynı yere artık sahip değil mi?
Trump’ın uluslararası ve özellikle de Avrupa sağına olan ilgisinin daha az kötücül bir yorumu olabilir; yani Trump’ın görüşüne göre daha az kötücül. Kendi popülist milliyetçilik anlayışını herkesin ve özellikle de Avrupa’nın dertlerine çare olarak görüyor olamaz mı?
Avrupa’nın tutum ve yaklaşımları Meloni’ninkiler gibi olsaydı, o zaman tüm kıta daha mutlu, daha müreffeh bir yer olurdu diye düşünüyor olabilir. Washington’a göre bu aynı zamanda onu daha iyi bir müttefik de yapacaktır.
Bununla birlikte, Trump’ın özel bir ilgisi ya da yemin törenine herhangi bir davet olmasa bile, halihazırda gerçekleşiyor olabilecek bir başka olasılık daha var. Bu da Trump’ın seçim kampanyası sırasında verdiği sert mesajların Avrupa’da giderek artan sayıda seçmen tarafından duyulması ve takdir edilmesidir.
Sert sağ partiler kıtanın büyük bir bölümünde zaten iktidardalar ve geçen yılki Avrupa Parlamentosu seçimleri sağa doğru bir kayışa işaret ediyordu. Bu başarı, Trump’ın Beyaz Saray’a geri dönmesine yardımcı olan, seçmenlerin hükümete karşı aynı güvensizliğe, göçe karşı aynı düşmanlığa, dış savaşlara karşı aynı isteksizliğe ve “net sıfır”ın (Sıfır sera gazı emisyonu kararı kastediliyor) karşılayamayacakları bir lüks olduğuna dair aynı şüpheye atfedildi.
Gerçek ve günlük kaygıların ele alınmadığı hissi, AfD’nin Alman oyları için yürüttüğü kampanyanın büyük bir bölümünü oluşturuyor. Birleşik Krallık’a gelince, Trump’ın sert çizgisinin burada ne kadar etkili bir şekilde yankı bulduğunu anlamak için son 24 saat içinde radyo telefon bağlantılarına bakmanız yeterli.
Buradan bakıldığında, bu büyüyen “Mega” hareketin gidebileceği iki yol var. Birincisi, Trump’ın hedeflerinin çoğunda başarısız olması, ilk döneminde olduğu gibi mahkeme kararlarıyla (örneğin göçmenlerin hakları ya da yeni petrol sahalarının açılması konusunda); halkın direnişiyle (örneğin göçmenler için sert gözaltı koşullarına karşı); ya da kontrolü dışındaki güçler tarafından (yeni dış savaşlar gibi) engellenmesidir. Amerikalılar kendilerini daha iyi durumda hissetmediklerinde, hükümete olan güvenleri daha da azalacaktır. Trumpizm Trump’tan daha uzun ömürlü olmayacaktır.
Peki ya Trump başarılı olursa; ya da yeterince başarılı olursa? Politikaları göçü durdurma, enerji fiyatlarını düşürme (çevre pahasına da olsa) ve iyi maaşlı işler yaratma etkisi yaratırsa? Ve eğer bu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde değişikliklere, iklim politikalarının sulandırılmasına ve milliyetçiliğin yükselişine neden olursa?
O halde, Avrupa’nın 80 yılda evrilen liberalizm markasını savunanlar şimdiden savunmalarını güçlendirmeye başlasalar iyi olur.
Çeviren: Dış Haberler Servisi
SÜREKLİ KENDİYLE MEŞGUL OLMANIN -KENDİ GÖBEĞİNE BAKIŞIN- SONUÇLARI
German Foreign Policy
Trump’ın elinde “iğrenç kaldıraçlar” var. Almanya Eski Dışişleri Bakanı Sigmar Gabriel, kurulacak federal hükümetin dış politikada yön değiştirerek AB’yi bağımsız bir güç haline getirmesini talep ediyor. Gabriel, bulvar gazetesi “Bild”de, bunun için “Fransa-Almanya-Polonya üçgeninin” güçlendirilmesi gerektiğini ileri sürdü.
Berlin’deki Alman Ekonomi Araştırmaları Enstitüsü (DIW) Başkanı Marcel Fratzscher gibi ekonomistler de benzer görüşleri dile getirerek Avrupa’nın “güçlendirilmesi” gerektiğini belirtip, Alman hükümetini ve AB Komisyonunu “Mümkün olan en kötü duruma hazırlıklı olmamakla” suçladılar. Avusturya Ekonomik Araştırma Enstitüsü (WIFO), AB’nin zaten çok elverişsiz bir konumda olduğunu söylüyor: Ekonomik olarak zayıflamış durumda ve ABD’nin sıvılaştırılmış doğal gazına bağımlı hale geldi; bu da Trump’a “birkaç kötü kaldıraç” sağlıyor. AB, Grönland konusunda yaşanan şiddetli anlaşmazlık ve Alman şirketlerini yatırımlarını ABD’ye kaydırmaya zorlayacak ABD’nin tehdit edici gümrük vergileri nedeniyle ciddi zarar görebilir.
Örneğin Donald Trump’ın, gerileyen Batı’nın küresel hakimiyetini sürdürme ve transatlantik ittifak içindeki dengeyi açıkça kendi lehine (Avrupa ülkeleri aleyhine) değiştirme yolundaki büyük mücadelesinde ABD’nin konumunu güçlendirme çabaları açık. Trump ABD’nin Grönland’ı ele geçirmesi talebinde bulundu. Danimarka’ya bağlı özerk bir bölge olan ada, stratejik öneme sahip nadir toprak elementleri de dahil olmak üzere büyük ham madde rezervlerine sahip. İklim değişikliği nedeniyle giderek daha fazla deniz ticareti, doğal kaynakların sömürülmesi ve askeri operasyonlara açılan Arktik üzerindeki nüfuz mücadelesinin giderek büyümesi bakımından da olağanüstü bir jeostratejik önemi var. Trump’ın Grönland’ın kontrolünü Danimarka’dan almaya yönelik kamuoyuna duyurduğu girişim, ABD’nin Arktik’teki konumunu her ne pahasına olursa olsun genişletme planının bir parçası. Ayrıca, sadece Danimarka’nın değil, tüm AB’nin zayıflaması, Washington’ın bakış açısından, özellikle Berlin ve Paris’te AB’yi dünya çapında bir güç haline getirme planlarını daha da zayıflatma avantajına sahip olacak.
Trump, ABD’ye yapılan tüm ithalata (AB’den yapılanlar da dahil) ek gümrük vergileri koyma planıyla, transatlantik ittifakı içinde bir güç değişimi yaratmayı hedefliyor. Köln’deki iş odaklı Alman Ekonomi Enstitüsü (IW), bunun Almanya’nın ekonomik çıktısını 2027 ve 2028’de yüzde 1.5’e kadar azaltacağını varsayıyor. Buna göre, 500 Alman yönetici arasında yapılan son ankette, katılımcıların yüzde 80’i Trump’ın eylemlerinin Alman ekonomisine zarar vereceğini söyledi. Yüzde 68’i “bir miktar hasar” öngörüyor ve yüzde 12’si ise “büyük hasar” öngörüyor. Ancak ankete katılan iş insanlarının yüzde 75’i Almanya’da Trump’a yönelik “çok fazla eleştiri” olduğunu düşünüyor. Yüzde 44’ü, teknoloji oligarkı Elon Musk’ın ABD’deki yeni Hükümet Verimliliği Bakanlığını (DOGE) yalnızca kamu personelini azaltmak için değil aynı zamanda şirketler için külfetli olan düzenlemeleri ortadan kaldırmak için kullanacağını düşünüyor. Kiel Dünya Ekonomisi Enstitüsü (IfW) yakın zamanda bireysel şirketlerin “Almanya’da değil, ABD’de” kârlı yatırımlar yapma fırsatına sahip olduğunu belirtiyor. Almanya için bu elbette “ek bir yük” anlamına geliyor.
Alman hükümeti, Trump’ın siyasi uygulamalarına karşı, onun ilk görev döneminin başlangıcından çok daha “İyi hazırlanmış” olduğunu iddia ediyor. Ancak uzmanlar, Berlin ve AB’nin bugün o zamandan bu yana çok daha “kötü bir durumda” olduğu uyarısında bulunuyor. Örneğin, IfW’nin Eski Başkanı ve Avusturya Ekonomik Araştırma Enstitüsünün (WIFO) Mevcut Müdürü Gabriel Felbermayr, AB’nin şu anda onu savunmasız hale getiren “belirgin zayıf büyüme” sorunuyla karşı karşıya olduğunu belirtiyor. Ayrıca Ukrayna’daki savaş “Amerikalılar’ın pazarlık gücünü” artırdı, “Rus gazından ayrılmamız Amerikan LNG’sine olan bağımlılığımızı artırdı”. Aslında ABD, Norveç’in ardından AB’ye en büyük ikinci doğal gaz tedarikçisi haline geldi ve yaklaşık yüzde 20’lik bir paya sahip. Almanya, 2024 yılında doğal gazının yaklaşık yüzde 13.5’ini Amerika Birleşik Devletleri’nden ithal etti, Almanya’nın toplam LNG talebinin yüzde 8’inin ithal edildiği Alman terminalleri, ABD’den gelen LNG’nin yüzde 86’sını karşılıyordu. Felbermayr, Trump’ın LNG ihracat lisanslarını kısıtlamakla tehdit etmesinin ardından Avrupa’da sıvılaştırılmış gaz fiyatlarının yükseldiğini, ABD’de ise düştüğünü belirtiyor. Trump’ın elinde bugün sekiz yıl öncesine göre “birkaç tane daha iğrenç kaldıraç” var.
Berlin’deki Alman Ekonomi Araştırmaları Enstitüsü (DIW) Başkanı Marcel Fratzscher de Almanya’yı “Kötü hazırlanmış” olarak nitelendiriyor. Fratzscher, Almanya’nın “ABD ile karşılaştırıldığında küçük bir ülke” olduğunu söylüyor; “Avrupa’da tek sesle konuşmayı başaramazsak bu çatışmadan kaybedeceğiz.”
Berlin’de ise insanlar “en az altı aydır” kendi içlerine bakıyorlar, kendi göbekleriyle uğraşıyorlar: Söz konusu olan sadece iç siyaset meseleleri, “Küresel olarak nasıl konumlanacağımız, Avrupa’yı nasıl güçlendirebileceğimiz” değil. Halbuki bu, “Donald Trump’a karşı asgari düzeyde koruma sağlamak için acilen gerekli”. Fratzscher, Alman hükümeti veya AB Komisyonunun Trump yönetimiyle anlaşmazlıkta güçlerini birleştirme yönünde bir “strateji” geliştirmesi yerine, “Avrupa’da büyük bir bölünme” yaşandığını açıklıyor. Sürekli kendiyle meşgul olmanın, göbeğine bakışın sonucu bu…
Çeviren: Semra Çelik
FRANSA’DA MEMURLARIN HASTALIK ÖDENEĞİNDE YÜZDE 10’LUK AZALMA: BAYROU’NUN YENİ TASARRUF SALDIRISI
Marina RAVEL
Revolution Permanente
Yeni kamu hizmetleri bakanı, memurların hastalık ödeneklerinin düşürüleceğini açıkladı. Bu karar, bakanın ifadesiyle “Zor ama kaçınılmaz”. Zor, çünkü bedelini ödeyecek olan memurlar olacak; kaçınılmaz, çünkü neoliberal bir sistemin çöküşünü engelleyebilmek için bu tür önlemler gerektiği savunuluyor. 19 Ocak Pazar günü senato, memurların hastalık ödeneğini düşürme kararı aldı. Üç aydan kısa süreli hastalık izinlerinde, memurların brüt maaşları yüzde 100 yerine yüzde 90 oranında ödenecek. Yani, hastalık izni süresince maaşlarında bir azalma olacak.
Bu fikir, Eski Kamu Hizmetleri Bakanı Guillaume Kasbarian tarafından da gündeme getirilmişti. O dönemde, kamu sektöründe 3 günlük bekleme süresinin getirilmesi de planlanıyordu.
Yeni Bakan Laurent Marcangeli, pazar günü eski hükümetin düşündüğü tasarruf önlemlerinin yalnızca bir kısmını kabul ettiklerini belirterek, bu durumu sosyal etkilerini en aza indirmek amacıyla sundu ve Sosyalist Partinin desteğini kazanmak için “Zor ama kaçınılmaz” diyerek savundu. Ancak, hükümetin iddia ettiği gibi, üç günlük bekleme süresinin yürürlüğe girmemesi, memurların gelirindeki bu azalmayı onların lehine bir kazanç yapmıyor.
Memurları hedef almanın gerekçesi, onların işlerinde devamsızlık yaptığı iddialarına dayanıyor. Fakat burada unutulmaması gereken bir gerçek var: Eğer gerçekten işlerinde devamsızlık varsa, bunun sebebi işçilerin gittikçe kötüleşen çalışma koşulları ve artan güvencesizliktir.
Kamu çalışanlarına yapılan bu baskı, aslında tüm işçilere yönelik büyük bir saldırının parçasıdır. Çünkü bu saldırılar, kamu hizmetlerinin yok edilmesinin ilk kurbanı olacak işçileri hedef alıyor. En tehlikelisi ise, memurların koşullarının daha iyiymiş gibi gösterilerek, kamu çalışanlarını hedef alıp özel sektör işçileriyle aynı çalışma koşullarına sahip olmalarını amaçlayan bu damgalamanın işçileri birbirine karşı kışkırtması. Bu yanıltıcı argüman, özel sektör çalışanlarının kazanılmış haklarını göz ardı ediyor. Gerçek şu ki, bu “eşitlik” arayışı, her zaman tüm hakların ve kazanımların geriye çekilmesinin, yani sosyal güvencesizliğin artmasına yol açıyor.
Bu karar, sadece 900 milyon avro gelir sağlayacak bir önlem değil. Aynı zamanda sosyal kazanımları geriye çekmeye, dayanışmayı zayıflatmaya ve tüm işçileri daha kötü koşullara razı olmaya zorlayan büyük bir saldırının parçasıdır. İster kamu ister özel sektörde olsun, tüm işçiler, Fransız kapitalizminin çürüyen krizinin faturasını ödeyecek.
Başbakan Bayrou’nun gündeme getirdiği bu saldırı, (Bir Önceki Başbakan) Barnier’in daha önce önerdiği bir planın parçasıydı. Kurumsal düzenlemeler gibi, güvenoyları gibi kararlar, patronların saldırılarına geçici bir çözüm sunsa da kalıcı bir çözüm getirmiyor.
Gerçek zaferler elde edebilmek için tüm işçilerin bir araya gelerek ortak bir cephe oluşturması ve “sosyal diyalog” yanılsamasına düşmeden, sert bir programı savunması gerekmektedir. Bu program, tüm işçilere maaş artışı talep etmeli, çalışma saatlerinin kısaltılmasını istemeli ve tasarrufa, işten çıkarmalara karşı güçlü bir duruş sergilemelidir.
Çeviren: Ali Rıza Yıldırım