Siyaset Bilimci Elçin Aktoprak: Yaşananlar ortak mücadele olanaklarına gözdağı
“AKP’nin iktidarını sağlamlaştırdığı 2011 döneminden beri farklı toplumsal hareketlerin bir araya geldiği alanlara nokta atışı vuruş yapıldığını görüyoruz.”
Fotoğraf: Evrensel
Birkan BULUT
Ankara
İktidarın siyasetçilerden, hukukçulara ve sanatçılara kadar uzanan tutuklama hamlelerini değerlendiren Siyaset Bilimci Elçin Aktoprak, “Bolu yangınında gördüğümüz rantla bezenmiş ihmal ve tedbirsizlik, ekonomik krizin derinleşmesi, siyasi haklar ihlaline kadar karşımızda muhalefetin ortak hareket edebileceği pek çok alan varken, cepheyi geniş tutarak muhalefetin ortak hareketlenmesini dizginlemek istiyorlar” dedi.
Belediyelerden barolara, parti başkanlarından sanat camiasına kadar gözaltılar, soruşturmalar peşi sıra geliyor. İktidar muhalefete açtığı cepheyi bu kadar farklı alanlara neden genişletiyor?
Bu yeni bir şey değil. Olabildiğince farklı kesimlerin bir arada hareket etmesini engellemek önemli girdilerden biri. Bolu yangınında gördüğümüz rantla bezenmiş ihmal ve tedbirsizlik, ekonomik krizin derinleşmesi, siyasi haklar ihlaline kadar karşımızda muhalefetin ortak hareket edebileceği pek çok alan varken, cepheyi geniş tutarak muhalefetin ortak hareketlenmesini dizginlemek istiyorlar. Hatta Ayşe Barım’ın tutuklanmasının da böyle bir etkisi olduğunu görüyoruz. “10 yıl sonra böyle saçma şey mi olur” deniyor ama hiç de saçma değil. Kültürel sermaye tartışmasından öte Ayşe Barım meselesinde yeniden Gezi üzerinden kılıç sallandığını görüyoruz. Sadece partileri değil, kendilerini AKP’nin karşısında gören sıradan vatandaşları da kastediyorum. Belli isimler üzerinden Gezi’ye saldırıldığı zaman, bir daha sokağa çıkılınca ne olacağı gözdağını da vermiş oluyorsunuz halka.
Öte yandan kışkırtıcı bir dil var. Erdoğan’dan Bahçeli’ye kadar ‘Sokağa çıkarsanız...’ tehditleri ortaya atılıyor.
Bence en büyük korkuları bu. “Kurtuluş yok tek başına ya hep beraber ya hiçbirimiz” sloganı keşke çok önce, ilk kayyım atandığında, dokunulmazlıklar ihlal edildiğinde söylenseydi. Yine de geç değil. Sokağa çıkma meselesini kışkırtma değil, korkutma olarak görüyorum. Türkiye’de 2011’den beri, yani AKP’nin kendini sağlamlaştırdığı ve usta olarak kendini ifade ettiği döneme baktığımızda o günden beri farklı toplumsal hareketlerin bir araya geldiği alanlara nokta atışı vuruş yapıldığını görüyoruz. Gezi’de çok farklı kesimlerin bir araya gelmesi, 2015’te Kürt hareketi ve sol hareketlerin bir araya daha fazla gelmesi, barış akademisyenlerine yapılanlara baktığımızda bu bir araya gelişler arttıkça daha can yakıcı oluyor. Ayşe Barım üzerinden Geziye tehdit yükseltmeleri o yüzden. Çok işlevsel bir hamle bence.
"ADAY OLURSA BASKILARIN SONUCU FARKLI OLUR"
İmamoğlu’na yönelik abluka daralırken, CHP’de cumhurbaşkanı adayı gündemi daha da somutlaştı. Son süreçte yaşananlar iktidarın rakibini kendi belirleme ve muhalefeti bu gündemle sıkıştırma hamleleri mi?
İki türlü bakabiliriz. Muhalefet öyle bir dönemden geçiyor ki; bu belirsizlik her alanda geçerli. AKP o yüzden yapıyor olabilir bu hamleleri ama CHP bir değişimle yola çıkıyorsa adayın erken belirlenmesinin daha faydalı olacağını düşünüyorum. Bir mağduriyetten rant çıkarma şeklinde yanlış anlaşılmasını istemem ama İmamoğlu aday olacaksa ona yönelik ablukanın daralmasının toplumsal karşılığı daha farklı olacaktır. İmamoğlu’na belediye üzerinden saldırmakla, adaylığını açıklamış bir İmamoğlu’na saldırmanın sonuçları daha farklı olacaktır. Zaten AKP’nin hamlelerine bağlı kalmanın getirdiği noktada değil miyiz?
Ekonomide uzun süredir devam eden kemer sıkma politikalarını, siyasette baskılar takip ediyor. Peki sizce muhalefet partileri tüm bunlara karşı tepkiyi örgütleyebiliyor mu? Örneğin CHP’de ‘kırmızı kart’ kararı çok tepki toplamıştı.
Etkili olsa zaten bu noktada olur muyduk? Ekonomik krizle birlikte insanların günlük hayatta kirasını ödeme, ağzına bir iki lokma sokma gibi bir derdi var. İşçi sınıfının verdiği bir mücadele var aslında, grevleri görüyoruz. Buradaki canlanmanın toplumsal hayata yansımasını ne yazık ki göremedik. Zaten medya o kadar tekelleşmiş vaziyetteki insanlara bu bilginin ulaşması, aktif internet kullanılmıyorsa çok düşük bir ihtimal.
İnsanlar bilmiyorlar mı Kavala’nın, Demirtaş’ın, Can Atalay’ın haksız yere içeride tutulduğunu? Mesela Ayşe Barım’ın ajansında bir sürü sanatçı var ve tutuklamadan beri o kadar az tepki gösteriliyor ki... Onlar da kelimelerini itinayla seçiyorlar. Yaygın bir korkutulmuşluk var.
"SADECE SİLAH BIRAKMA ÇÖZÜM DEĞİL"
Öte yandan İmralı görüşmeleri üzerinden Suriye ve Türkiye’de Kürt siyasi hareketine karşı başka bir yönelim içerisinde. AKP-MHP koşulsuz silah bırakma dayatması yaparken, DEM Parti’den Türkiye’nin demokratikleşmesi vurgusu yapılıyor. Buradaki gelişmeleri nasıl okumalı?
Müzakere süreciyse bu, herhangi çatışmanın çözümü konuşulduğunda, o sürece dair ortak kavramların geliştirilmesi gerekir. Ortak tahayyüllerine dair, barıştan ne anladıklarına dair tarafların ortak kavramları olmalı ki, biz buna bir süreç diyebilelim. AKP önceki süreçte kardeşlik gibi kavramlarla, kurumsal adımlar atmadan bu süreci yürüttü ve çöktü. Şimdi de iktidarın sadece silah bırakmadan bahsettiği bir süreç var. Bu bir çözüm değil. Tabii ki tek bir insanın dahi ölmemesi önemli. Ancak bir sorunun çözümünden bahsediyorsak, demokratikleşme bunun bir parçası olmalı. Deminden beri iktidarın baskıları, sokağa çıkma tehditlerinden bahsediyoruz. Dolayısıyla çok çelişkili bir hal söz konusu.