31 Ocak 2025 16:38
/
Güncelleme: 16:53

İmre Azem'in gözünden Hatay belgeselleri | Aidiyet, kararlılık, belirsizlik ve direnç

Yönetmen İmre Azem, Hatay’daki gözlemlerini aktardı: “İlkinde kararlılık, aidiyet duygusu vardı. İkinci gittiğimde bu kararlılık yerini hayata tutunma mücadelesine bırakmıştı."

İmre Azem'in gözünden Hatay belgeselleri | Aidiyet, kararlılık, belirsizlik ve direnç

Belgeselden bir sahne

Şeyma AKCAN
İstanbul

Yönetmen İmre Azem, Hatay’da yaşanan depremi kamerasıyla belgelemeye devam ediyor. Hatay’ın deprem kalıntılarıyla dolu sokaklarında çektiği “İmre Azem’in gözünden” belgeselleri, bugünden 6 Şubat depremine bakıyor. Azem, “Hatay: 17-24 Nisan 2023” belgeseli, “Hatay: 1-11 Eylül 2023” ve “Hatay: 5-15 Şubat 2024” belgesellerinden sonra bu yıl 4. belgeselini yapıyor.

2023’ün Nisan ayında çektiği bir belgeselinde, Mimarlar Odası Hatay Şube Başkanı Mustafa Özçelik, “Bu yaşadığımız depremin felakete dönüşmesiyle beraber aslında bu ülkede yürüttüğümüz sistem komple çökmüş oldu. Çocuklara verdiğimiz eğitimden başlayarak, bu üretim ve denetim süreçlerinin tamamen çökmesiyle ve bu imar aflarıyla beraber ortaya konan siyasi iradenin de komple çökmesiyle, her şeyin kağıt üstünde -mış gibi yapıldığını görmüş olduk” diyor.

İmre Azem

‘KİMSE YOK, HİÇBİR ŞEY YOK!’

Her şeyini satıp ev almış bir genç bir kadının çocuğuna yaptığı odanın kalıntılarını göstererek “60 yaşında babamdan başka kimse yok yanımda, çocuğumun yatağını tek başıma taşıdım. Kimse yok, hiçbir şey yok” isyanı yankılanıyor beton yığınlarının doldurduğu bomboş kalmış sokakta.

İmre Azem ile yaptığı belgeselleri, bugün Hatay kentinin durumunu, halkın yaşadıklarını ve yaşanan sorunları konuştuk.

‘BELİRSİZLİK İNSANLARIN DİRENÇLERİNİ KIRMAYA BAŞLADI’

Hatay’da belgeselleri çekerken neler gördünüz, neler dikkatinizi çekti?

Üç belgeselin de benim için orada bulunmanın ayrı hissiyatları var. Bu duyguların izleyiciye geçtiğini düşünüyorum. Benim orada bulunduğum, belgeselleri çektiğim tarihlerde, kendi hissiyatım da bu şekildeydi. İlkinde, nisan ayında oradaydım. Depremden iki buçuk ay sonraydı. Ve gerçekten çok kuvvetli bir aidiyet duygusu vardı. “Biz burayı asla terk etmeyeceğiz” şeklinde bir kararlılık vardı.Bütün konuştuğum insanlarda, kentin, tekrar ayağa kalkacağına dair kuvvetli bir inanç hakimdi.

İkinci gittiğimde bundan yaklaşık üç-dört ay sonra, 2023 Eylül ayında, bu kararlılık yerini çetin bir hayat mücadelesine bırakmıştı. İnanılmaz derecede kaotik bir ortam vardı. Yani bir sürü hukuki davalar oluyordu, süreçler daha yeni başlıyordu o zaman ama kente dair bir umut da vardı.

Ama üçüncü belgesel için gittiğimde, belirsizlik hali insanların dirençlerini kırmaya da başlamıştı. Yani orada kalma iradelerini de kırmaya başlamıştı. Çünkü süre çok uzayınca, şartlar çok kötü, çok yorucu ve yıpratıcı bir süreç başlamıştı. İlk yıl dönümü zamanıydı, Şubat 2024. O zaman, insanlar o anma gününe kadar gerçekten daha kayıplarını anamamışlardı. Hayat şartlarının zorluğundan, en basit günlük aktivitelerin bile bir mücadeleye dönüşmesinden dolayı ona ne zihnen ne fiziken vakit ayıramamışlardı. Geçen ay Hatay’a tekrar gittim, dördüncü belgeselin çekimini yaptım, kurgusunu yapacağım. Daha yayımlanmadı o. Ama orada çok daha olumsuz bir tabloyla karşılaştım.

Belgesel afişi

‘HATAYLILAR ÇOK YALNIZ BIRAKILDI’

Son gittiğinizde öncekilerden farklı olarak nasıl bir tabloyla karşılaştınız?İnsanlarda çok büyük bir yılgınlık hali vardı. O kadar mücadele edilmesine rağmen, bir kere çok yalnız bırakıldı Hataylılar. Yani genel olarak meslek odaları için de söyleyebilirim, halk olarak da söyleyebilirim, siyasetçiler için de söyleyebilirim, medya için de söyleyebilirim. Yani toplumun her kesimi tarafından, Hataylılar yalnız bırakıldılar. Hatta sadece yalnız bırakılsalar, belki kendi başlarına toparlanmaları bile daha kolay olacakken, devletin çok ağır ve geri dönüşü olmayan müdahaleleri söz konusu oldu. Onların hayatlarını çok daha zorlaştıran müdahaleler bunlar.

Ne gibi mesela?

Yani mesela bir sabah kalkıyorsunuz, çok büyük bir alan rezerv alan ilan edilmiş. Herkes ona göre bir panik içinde, ne yapacak, ne edecek belli değil. Bilgilendirme yok zaten. İki gün sonra o iptal ediliyor. Başka bir yer rezerv alan ilan ediliyor. Yani bu karmaşa zaten inanılmaz bir belirsizlik getiriyor ve insanlar psikolojik olarak çok yoruluyorlar ortamda. Geleceğe dair plan yapamamak çok büyük bir stres kaynağı aslında bir insan için.

‘BÜYÜK BİR MÜLKSÜZLEŞME YAŞANDI’

Evet, geleceğin kendisi de sanki daha farklı oradaki insanlar açısından… Yani hangi gelecek mesela? Yarın mı, yoksa bir ay sonrası mı, bir yıl sonra mı?

Yarın bile belli değil. Bu insanlar arasında sağlık sorunları olanlar var. Çocukların eğitim durumu var. Herkes para kazanmak zorunda. Sonuçta yardımlar çok kısıtlı geldi. Onun da ötesinde, büyük bir mülksüzleşme yaşandı Hatay’da. İnsanların mülklerinin ellerinden alındığı, bu süreçte çok zor şartlarda barınma, gıda, sağlık hizmeti, eğitim hizmeti olarak çok zor şartlarda bu süreci geçirmek zorunda kaldılar.

‘BÜYÜK BİR RANT PAYLAŞIMI GERÇEKLEŞTİ HATAY’DA’

Peki, insanların yaşam alanları ne durumda şu an?

Şimdi burada idarenin yaptığı şöyle çok kritik bir hata var. Bu hata değil aslında, bunu bilerek yapıyorlar. Çünkü bu felaket kapitalizmi dediğimiz şey aslında çok bilinçli bir şekilde yapılıyor. O da şu: Depremden sonra burayı boş bir arsa olarak gördü inşaat sektörü. Dolayısıyla müteahhitler ve devlet aklı da bunu böyle kodladı. “Burası boş bir arazi ve biz bir an önce buranın rantını yemeliyiz. Buradan çıkar sağlamalıyız.” Ve burada büyük bir rant paylaşımı gerçekleşti Hatay’da. Ve bunu çok hızlı bir şekilde yapmak istediler. Bu hız aslında Hataylıların aleyhine olan bir hız.

‘İNSANLARA YAŞAM ALANI KURULMALIYDI’

Bütün belgesellerde her seferinde dokunduğum bir tema var. Aslında afet sonrası yapılaşmanın bütün dünyada bilimsel olarak kabul edilmiş aşamaları ve koşulları var. Buna göre ilk iki hafta boyunca afetten sonra çadır kurmak zorundasınız. Çünkü en pratik olan, en hızlı yapılabilen şey o. Ama çadır çok güvensiz ve sağlıklı değil. Onun için hızlı bir şekilde, iki hafta, üç hafta içinde konteynerleri koymak zorundasınız. Konteynerde güvenli bir yaşam alanı sağlamak zorundasınız. Ama konteyner da uzun dönemli barınma seçeneği değil. Bu konteynerden sonra hızlıca yapılması gereken nitelikli geçici barınma alanlarıdır. Bunlar prefabrik yapılar, şehrin biraz dışında oluşturulacak alanlardır. Esas rezerv alan budur. Yani rezerv alan denilen şey gerçek konutlar yapılırken, insanların kullanılacak geçici alanlardır. Buralarda prefabrik, nitelikli geçici barınma alanlarının kurulması gerekiyordu. Konteynerlerden çıkıp, üç ay, belki hadi bilemediniz beş ay sonra insanların o konteynerleri terk edip o nitelikli alanlara taşınması gerekiyordu. Bunun da üç sene, belki beş sene insanların burada yaşayabilecekleri, içinde sosyal donatıları olan, bakkalı olan, marketi olan, okulu, kütüphanesi, kreşi olan bir yaşam alanı sayılabilecek şekilde yapılması gerekiyordu.

Şimdi bu yapılmadığı için insanlar dördüncü ve son aşama olan kalıcı konutlar yapılana kadar konteynerde kalıyorlar. Hâlâ devam ediyor bu süreç.

Eğer atlanan bu üçüncü aşama, yani nitelikli geçici barınma alanları oluşturulmuş olsaydı, birincisi, insanlar böylesine devasa bir şantiye alanının içinde, tozun, beton santrallerinin arasında gündelik yaşamlarını devam ettirmek zorunda kalmayacaklardı. İkincisi, kalıcı kenti bu kadar acele ile kurmamız gerekmeyecekti. Çok daha iyi çalışılmış, katılımcı bir planlama için zamanımız olacaktı. 6 Şubat’ta yaşanan yıkımın boyutundan yetersizliği bariz olarak ortaya çıkan eski deprem yönetmeliğini yenilemeye fırsatımız olacaktı. Şimdi biz depremin üzerinden 2 sene geçmesine rağmen aynı yönetmelikle, aynı zemine aynı malzeme ile binalar dikiyoruz. Bunu benim aklım almıyor.

Bütün bu yaşananlar ancak felaket kapitalizmi ile açıklanabilir. Bir yandan sermaye, rant odaklı kentleşme ile kentlerimizi afetlere karşı bu kadar kırılgan yapıyor, diğer taraftan da bir afet sonrasında o yıkımdan rant devşirmek için devlet gücünü de arkasına alarak o kırılgan kenti yeniden üretiyor. Bu anlamda Hatay felaket kapitalizminin en bariz gözlemlendiği yerlerden biri.

"Antakya: Nasıl?" başlıklı etkinliğin afişi

GÖSTERİM VE SÖYLEŞİ | ANTAKYA: NASIL?

Beyoğlu Sineması, Yönetmen İmre Azem’in deprem sonrası Hatay’da çektiği belgeseller serisinin üçüncüsü olan, 6 Şubat depremlerinin yıl dönümünde Hatay’da geçirdiği on günü belgeleyen “Hatay: 5-15 Şubat 2024” belgeselinin gösterimine ev sahipliği yapıyor. Gösterim 4 Şubat Salı akşamı saat 19.00’da gerçekleştirilecek.

Hatay’da deprem sonrası durumu belgeleyen görüntüler, İmre Azem’in gözünden bugünden Hatay’a bakmanın önemini anlatıyor. Beton yığınlarıyla dolu sokaklar, yalnız bırakılmış insanlar, insanların umutları, belirsizlikler içinde direnmeye çalışmaları, bir yaşam alanı kurmanın zorlukları, devletin rolü gibi pek çok yerden bakılmasını, tartışılmasını sağlayan bu belgeseller ortak bir hafızanın da taşıyıcıları niteliğinde. İmre Azem, Hatay’a, oranın halkına, tanıklara, şehir plancılarına ve bu büyük sorunu kendi sorunu haline getirenlere bakıyor, seyirciye bakmasını sağlıyor. Yıl dönümü vesilesiyle “Bakın, orada yaşam mücadelesi devam ediyor” diyerek unutulmaması için çabalıyor.

‘ŞEHİR SAKİNLERİYLE DAYANIŞMANIN YOLLARI KONUŞULACAK’

Gösterimin ardından filmin Yönetmeni İmre Azem, Şehir Plancısı Tuğçe Tezer ve Adalet Peşinde Aileleri Platformundan Avukat Eren Can ile bir söyleşi gerçekleştirecek. Antakya ve Hatay için yapılabileceklere odaklanılacak söyleşide, şehir sakinleriyle dayanışmanın yolları tartışmaya açılacak.

Program herkesin katılımına açık ve ücretsiz olarak gerçekleştirilecek. Belgesel İngilizce alt yazılı, söyleşi dili Türkçe olacak.

Evrensel'i Takip Et