31 Ocak 2025 17:16
/
Güncelleme: 17:59

Eylem NAZLIER
Özlem Songül ABAYOĞLU
İstanbul

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan adli yargı hakim ve cumhuriyet savcıları ile idari yargı hakimleri kura töreninde yaptığı konuşmada “Yargıya kimse ayar veremez” dedi. Erdoğan’ın son dönemde yargı eliyle sürdürülen siyasi operasyonlar karşısında gösterdiği refleks, bizzat Erdoğan’ın yargı kararlarına dönük siyasi müdahalelerini, yıllar içerisinde yapılan yasal düzenlemelerle yargının nasıl AKP yargısına dönüştürüldüğünü akıllara getirdi.

KHK TV’den Ahmet Erkan’a konuşan AKP’nin kurucu kadrolarından Eski Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik’in “15 Temmuz sonrası yargı maalesef bir giyotin gibi çalışıyor. Bir hukuk devleti içinde bireylerin suçluluğu kanıtlanmadan cezalandırılması kabul edilemez” şeklindeki ifadeleri de yargıdaki siyasallaşmanın geldiği boyutun adeta itirafı.

"BEN BU DAVANIN SAVCISIYIM"

Önce Erdoğan’ın savcılık, yer yer hakimlik, hatta kimi zaman yüksek mahkeme kararlarını dahi tanımayan en üst yargı organı gibi davrandığı yargılama süreçlerini hatırlayalım. Erdoğan’ın yargı süreçlerine müdahaleleri; “Ben bu davanın savcısıyım”dan; “AYM kararına saygı duymuyorum”a kadar geniş bir yelpazeye yayılıyor.

2008’de Dönemin CHP Genel Başkanı Deniz Baykal ile o dönem başbakan olarak görev yapan Erdoğan arasında Ergenekon davası polemiği yaşanmıştı. Deniz Baykal, o dönem hukuksuz olarak nitelediği Ergenekon davaları için kendisini avukat olarak nitelerken Erdoğan ise 15 Temmuz 2008’de “Ben bu davanın savcısıyım” dedi.

Tüm tepkilere rağmen yürütülen yargılamaların sonunda bir dönemin karanlık olayları aydınlatılmazken iktidarın kendisine tehdit olarak gördüğü yüksek rütbeli askerler tasfiye edildi. İlerleyen yıllarda Ergenekon iddianamelerini hazırlayan savcılar FETÖ’den hüküm giydi.

2014’te Twitter yasağına ilişkin AYM tarafından verilen hak ihlali kararına da Erdoğan “Bu kararı tanımıyorum, saygı da duymuyorum” diyerek müdahale etti.

"KARARI YOK SAYIYORUZ"

Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş hakkındaki yargılamalar da iktidarın müdahale izlerini taşıyor. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş’ın tutuklulukları için verdiği hak ihlali kararları da Erdoğan ve AKP iktidarı tarafından tanınmadı. İhlal kararları üzerine Avrupa Konseyi Türkiye’ye Kavala ve Demirtaş’ı serbest bırakma çağrıları yaptı ancak Erdoğan “AİHM’nin Kavala’yla, Demirtaş’la, şununla, bununla ilgili aldığı kararları tanımıyoruz. Yok farz ediyoruz” dedi. Erdoğan’dan işareti alan yerel mahkemeler de hukuki açıdan bağlayıcı olan AİHM kararlarını uygulamadı.

Erdoğan Selahattin Demirtaş’ın yargılandığı Kobanê davasının ardından da mahkemenin verdiği cezalardan “memnuniyet” duyduğunu söylemişti.

AYM’NİN CAN ATALAY KARARI TANINMADI

Erdoğan yalnızca uluslararası anlamda bağlayıcılığı olan mahkeme kararlarını değil, Türkiye’nin yüksek yargı organları tarafından verilmiş kararları da yok saydı.

Gezi davası tutuklularından Türkiye İşçi Partisi (TİP) milletvekili seçilen Can Atalay için verilen serbest bırakılma kararı bunlardan biri. Can Atalay’ın milletvekili seçilmesine rağmen tahliye edilmemesi nedeniyle yaptığı başvuru Anayasa Mahkemesi tarafından kabul edilmiş ve hak ihlali kararı çıkmıştı. Kararı İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi uygulamadı ve dosyayı Yargıtay 3. Ceza Dairesine gönderdi. Dosya Yargıtay ve AYM arasında git gel yaparken yüksek yargıda “yetki” kapışması yaşandı. Bu kapışma sürecinde MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli açık şekilde kararın uygulanmaması için siper olan Yargıtay cephesinde taraf olurken Erdoğan bir süre sessiz kaldı. Sürecin sonunda Erdoğan “AYM birçok yanlışları arka arkaya yapar hale geldi. Yargıtayın aldığı karar asla bir kenara atılamaz” dedi. MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli ise “Ya Anayasa Mahkemesi kapatılmalı ya da yeniden yapılandırılmalıdır” diyerek yüksek yargıya operasyon çağrısı yaptı. Yargıtay 3. Ceza Dairesi, Anayasa Mahkemesi üyeleri hakkında “Anayasa’yı ihlal” ve “yetki aşımı” iddiasıyla suç duyurusunda bulundu.

PARTİLİ HSK

Yargıya ilişkin müdahaleler sadece polemik ve hedef göstermelerle sınırlı değildi. HSK’nin yapısının değiştirilmesinden yüksek yargı organlarına yapılan atamalarda cumhurbaşkanının tek yetkili hale getirilmesine kadar bir çok yasal düzenleme de yapıldı.

2017’deki anayasa değişikliği ile daha önce HSYK olarak anılan kurumun adı HSK oldu ve yapısı değiştirildi. Anayasa değişikliğiyle 13 kişiden oluşan HSK’nin 6 üyesinden 4’ünü adli ve idari yargıdan cumhurbaşkanının seçmesinin önü açıldı. Kalan iki üye cumhurbaşkanı tarafından atanan Adalet Bakanı ve müsteşardan oluşacak. 7 üye ise ‘seçim’le belirlenecek. Ancak seçimle belirlenecek HSK üyeleri için de milletvekilleri oy kullanıyor. Bu da Meclis çoğunluğuna sahip olan iktidarın kalan 7 üyeyi de ataması anlamına geliyor.

"YARGI OPERASYONU 15 TEMMUZ SONRASI HIZLANDI"

Özgürlük İçin Hukukçular Derneği (ÖHD) İstanbul Şubesi Eş Başkanı Eda Önal, Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD) İstanbul Şube Sekreteri Ezgi Önalan ve Demokrasi İçin Hukukçulardan (DİH) Avukat Yıldız İmrek Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın açıklamalarını gazetemize değerlendirdi.

Yargının AKP yargısına dönüşme sürecini anlatan DİH Üyesi Av. Yıldız İmrek yargının daha öncesinde de bağımsız olmadığını; ancak 2010’daki anayasa değişikliğiyle siyasi iktidarın yargı üzerindeki etkisini artırdığını belirtti. Danıştay, Yargıtay ve sulh ceza hakimlikleri gibi kritik noktaların iktidar tarafından şekillendirildiğini vurgulayan İmrek yargıda kadrolaşmanın 15 Temmuz sonrası Fethullahçı kadroların tasfiyesiyle hızlandığını söyledi.

2010’daki anayasa değişikliği ile iktidar partisinin HSK’de belirleyici hale geldiğini; 2017’deki anayasa değişikliği sonrası ise HSK’nin doğrudan Saray rejimine bağlı bir yargı aparatına dönüştürüldüğünü ifade eden İmrek, “Adli yıl açılışlarının Saray’da yapılması, yüksek yargı mensuplarının Cumhurbaşkanı ile çay toplaması, yargının tamamen siyasi iktidara bağımlı hale getirildiğini gösteriyor. İktidar yargı üzerinde baskı olduğunu biliyor ama bu baskının yalnızca kendi iktidarına ait olmasını istiyor” diye konuştu.

MUHALEFETE YARGI SOPASI

Yargının son süreçte muhalif tüm kesimlere yönelik sistematik bir baskı aracı olarak kullanıldığını belirten ÖHD İstanbul Şubesi Eş Başkanı Eda Önal ise “AİHM, Anayasa Mahkemesi kararlarının bile uygulanmadığı bir ülkede yaşıyoruz. Bunu Selahattin Demirtaş, Osman Kavala ve Can Atalay yargılamalarında çok açık bir şekilde gördük” diye konuştu.

ÇHD İstanbul Şube Sekreteri Ezgi Önalan ise yargının uzun süredir iktidarın etkisinden bağımsız olmadığını belirterek “Bugün hükümet yargı üzerindeki etkisini gizleme gereği bile duymuyor. Açık bir şekilde kürsüden yargıya talimat veriyor. Hakim güvencesinin ortadan kalktığı bir ortamda, yargı mensuplarının bu talimatlara uymaması zor. Ancak bunun ötesinde doğrudan siyaset yapan yargı mensuplarıyla karşı karşıyayız” şeklinde konuştu.

"KADROLAŞMA GİZLENMİYOR"

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın katıldığı törendeki tek tartışma kullandığı ifadeler de değildi. Törende AKP Grup Başkan Vekili Özlem Zengin, yeğenini Cumhurbaşkanı Erdoğan ile tanıştırmak istedi. Zengin, Erdoğan’la kürsüde bulundukları sırada Erdoğan’a “Benim yeğeni, Arif Dağhan’ı da telaffuz etmek istiyorum. Hiç olmazsa size bir selam versin. Kurada da adını görürüz” dedi ve yeğenine seslendi. Oturduğu yerde ayağa kalkan Dağhan Erdoğan’a selam verdi. Kameralara da yansıyan bu sahne son iki ayda sınavı kazanmasına rağmen atanmadığı ya da mobbing gördüğü için intihar eden hakim ve savcı adaylarını hatırlattı.

Özlem Zengin’in ifadelerinin yargıdaki kadrolaşmanın aleni göstergesi olduğunu söyleyen ÇHD Şube Sekreteri Önalan, “2010’lara kadar hakim ve savcılığa hak kazanan muhalifler mülakatta eleniyordu. 2010’lardan itibaren bu uygulama daha da ileriye götürülerek, hükümete yakın referanslara sahip kişiler hakim ve savcı olabildi. Sınavda yeterli puanı alan adaylar bile AKP’li milletvekillerinin kapısında referans beklemeye başladı. 15 Temmuz darbe girişiminin ardından AKP, kendisine biat etmeyen yargı mensuplarını büyük ölçüde tasfiye ederek yargıyı tamamen kendi kontrolüne aldı” dedi.

Cumhuriyet savcısı adayı 29 yaşındaki Mithat Can Yalman Adana’daki otel odasında başından tabancayla vurulmuş halde ölü bulunmuştu. İntihar ettiği değerlendirilen Yalman’ın olaydan 4 saat önce mobbinge uğradığı ve hayatla bağını koparmak istediğine dair sosyal medyadan paylaşım yaptığı ortaya çıkmıştı.

Hakim ve Savcılık sınavında yüksek puan almasına rağmen sözlü mülakatta elenen genç Hukukçu Mert Akdoğan da geçtiğimiz günlerde intihar etmişti.

Evrensel'i Takip Et