Mektup | Ya sabır mı?
"Gözümüz var görmüyorsak, kulağımız var duymuyorsak, ellerimiz, sesimiz birleşmiyorsa, sesini çıkaranın, hakkını arayanın yanında durmuyorsak kabahat bizde değil mi?"
Gebze’den bir işçi
Baştan söyleyelim bu mektubun başlığı, mektubun sonunda kesin değişecek. Darılmaca, gücenmece yok!
Hani, sanki öyle bir ülkede yaşıyoruz ki, her şey güllük gülistanlık. Haksızlık yok, sömürü yok, işçi ve kadın cinayetleri yok, işsizlik yok, adalet tıkırında, vergi adaleti düzgün, herkesin işi ve aşı var, ne yana dönsek eşitlik, kardeşlik, özgürlük ve demokrasi! Eee ne diyelim Amerika’nın başında “Turp” varsa bizim memleketin heybesinde de turp var ne de olsa küçük Amerika değil miyiz?
Siyaset dersen pirüpak. Ekonomi tıkırında, para çok, maaş yeterli, çarşı dolu, pazar dolu. Marketler açık, et istediğin kadar, kıyması, pirzolası, ağzının tadı yerinde. Üç tarafımız deniz, balık bol, fiyatı düşük, tavasını pişir, ızgarasını ister imanlı, ister imansız gönder gitsin mideye!
Peynir dersen kilo kilo, yağlısı, yağsızı, ister Ezine, ister Bergama… Akşam karanlığında pazara gitmeye ne hacet, manava git, armut, kayısı, kavun, karpuz, elma, portakal sudan ucuz. Sebzeler taze taze, doldur fileyi gitsin. Ne duruyorsun!
Yediğin, yemediğin önünde.
Kışın evde peteklerin hepsi açık, doğal gazın derecesi en üst seviyede, evin içinde bu kışta donla dolaşıyorsun neredeyse. Yazın tatile de çıkıyorsun, turlara da katılıyorsun, dostlarla buluşuyor, kahve içiyor, içiriyorsun. Özel hastaneler emrimizde, çocuklar özel okullarda. Hastane bedava, ilaç bedava, ulaşım bedava. Keder yok tasa yok.
Orhan Veli’nin dediği gibi “Bedava yaşıyoruz bedava.”
Ama eğri oturup, doğru konuşalım. Birileri için memleketin hali gerçekten pirüpak. Para kasaları doldukça büyüyor, büyüdükçe doluyor.
Ya bizim için?
Yaşamak zor, maaşlar düşük, hayat pahalı, canımız ucuz. Asgari ücrete mahkum edildik. Ayın sonu uzadıkça uzuyor. Eşitsizlik, gelir dağılımındaki adaletsizlik, haksızlık diz boyu. Özveri, fedakarlık, senin benim sırtıma bindirilmiş, üç beş yerden maaş alanlar utanmadan bize akıl veriyorlar. Patronlara vergi affı, bizlere çifte vergi. Kendilerine uçaklar, son model arabalar, saraylar, korumalar, bizlere tasarruf genelgeleri, ya sabır fetvaları.
Yemeye, içmeye, kiraya, temizlik maddesine, ulaşıma, elektriğe, gaza, beze, benzine, ilaca, eğitime zam üstüne zam, bizlere gelince kısıtlı imkanlar bahanesi. Önümüzdeki ay, önümüzdeki kış, önümüzdeki yaz, her şey düzelecek, bolluk, bereket gelecek, sıkıntılar sonlanacak. Sık dişini, az daha sabır. Hep aynı terane, aynı laf “cek” “cak”.
Eziyeti, cefayı, sıkıntıyı, açlığı, yoksulluğu, yaşayan sen, ben, biz, bizlere nasihat çekenlerin, her yıla bir kulp takanların, lafta umut dağıtanların keyfi yerinde, geçim derdi yok.
Emekliler, işçiler, emekçiler, köylüler, gençler, köylüler, dar gelirliler, asgari ücretin altında çalışanlar, çöp toplayanlar, bayat ekmek kuyruğuna girenler, açsak, yoksulsak, çarşıya, pazara çıkamıyorsak, gelirimiz açlık sınırının altına düşmüşse, kabahatin büyüğü de bizde değil mi?
Gözümüz var görmüyorsak, kulağımız var duymuyorsak, aklımız var kullanmıyorsak, vicdanımız var danışmıyorsak, ellerimiz, sesimiz birleşmiyorsa, sesini çıkaranın, hakkını arayanın yanında durmuyorsak kabahat bizde değil mi?
Ya sabır diyenlere, yetti gari deme vakti gelmedi mi?
Evrensel'i Takip Et