6 Şubat 2025 04:18
/
Güncelleme: 12:52

Deprem bölgesinde ‘rezerv’ kılıflı gasp

Rezerv alan uygulaması, deprem sonrası mülksüzleştirmeyi hızlandırarak yurttaşların haklarını bypass eden bir araca dönüştü. Halk, evlerini ve yaşam alanlarını korumak için mücadele ediyor.

Deprem bölgesinde ‘rezerv’ kılıflı gasp

Fotoğraf: ANKA

Nisa Sude Demirel

İstanbul – Maraş merkezli 6 Şubat depremlerinin ardından 6306 sayılı Yasa’da 7 Kasım 2023’te yapılan değişiklikle, rezerv yapı alanı olarak tarif edilen ‘yeni yerleşim alanı’ ibaresi kaldırıldı. Halihazırda neredeyse bir sürgünün aracı olarak kullanılan rezerv alan uygulamasının önündeki pek çok engel hukuken de kalkmış oldu. Deprem bölgesinde yurttaşlar hasarsız ya da az hasarlı evlerinin rezerv alana alınmasıyla mücadele ederken İstanbul gibi rantı yüksek illerde de ‘deprem riski’ kılıfıyla rantsal dönüşümün bir parçası haline geldi. Rezerv alan uygulamasını, Mimar Burcu Arıkan ve Hatay'da yaşayan Çiğdem Mutlu Arslan anlattı.

Ayrıca Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığına rezerv alan uygulamasına ilişkin bir hafta önce ilettiğimiz sorulara yanıt alamadık. Yanıt istediğimiz sorular şöyleydi: "9 Kasım 2023 tarihinden itibaren Türkiye genelinde kaç defa rezerv alan kararı çıkarılmıştır? Bunların kaçı 6 Şubat depremlerinden etkilenen deprem bölgesindedir? Aynı şekilde 9 Kasım 2023 tarihinden itibaren rezerv alan ilan edilen bölgelerin yüzölçümü ne kadardır, bunların ne kadarı 6 Şubat depremlerinden etkilenen deprem bölgesindedir? Türkiye'de toplamda kaç rezerv alan kararı vardır, bunların ne kadarı 2018'den sonra ilan edilmiştir? Konutu veyahut mülkü rezerv alan içerisinde kalan vatandaşlara bir kira yardımı uygulaması var mıdır, varsa güncel tutarı ne kadardır?"

"Sermayenin önündeki engeller tümüyle kalktı"

Fotoğraf: Kişisel arşiv

Şubat depremlerinin hemen arkasından bu Kentsel Dönüşüm Başkanlığıyla beraber rezerv alan tanımındaki değişikliği konuşmaya başladık. Deprem korkusu bunları hızlandırmak için de kullanıldı. Peki 'deprem korkusu' ile ilerletilen bu uygulama pratikte neye denk düştü? 

Rezerv alandan önce deprem sonrası 126 no'lu OHAL Kararnamesi çıkmıştı yapılaşmaya dair ve Nisan'da kanunlaştırıldı. Yani aslında bundan önce de bunları merkezden ve daha hızlı yürütme gibi bir girişimleri olmuştu. Yani sermayeye yönelik yapmak istedikleri işleri hızlı yapacakları hem merkezi hem yerel bu tip kurumlar icat ettiler. Burada rezerv alan şöyle bir ihtiyaca karşılık geldi aslında. Depremden önce Fikirtepe'de bunu denemişlerdi. Fikirtepe için zaten bu işlerin laboratuvarı denir. Çok çetrefilli bir yer olduğu için patronlar ve sermayederler çok şey örendi oradan. Fikirtepe'de riskli alan ilanları, üçte iki çoğunluk gibi düzenlemeler işlerini çok zorlaştırmıştı ve davalarla süreçler çok uzamıştı. Dolayısıyla rezerv yapı alanı ilanlarıyla karşılaştıkları sorunları çözebileceklerini gördüler. 

Bu yüzden mesela riskli alan ilan ettiler önce Hatay'da. Çünkü riskli alan ilan ettiğinizde mülkiyetleri bir hamur gibi toplayıp orada herkesin itirazlarını es geçerek daha kolay bir işlem yürütme şansları oluyor. Dolayısıyla depremden sonra 'yeni yerleşim alanı' ifadesini kaldırıp rezerv alan kapsamını genişletmek böyle bir işlev üstlenmiş oldu. Yani deprem bölgesinde rezerv alan ilan ettikleri yerlerde ilerlemeleri çok daha hızlı oluyor. Halktan gelecek bireysel tepkileri, davaları, itirazları bypass etmiş oluyorlar. Bir de 6306 sayılı kanunda 6-A maddesi var. Onda da 'bina yıkılarak arsa haline gelen taşınmazlar' ifadesi geçiyor. O sayede her tür işlemin hızlıca yapılabilmesi sağlanıyor. Bu aslında riskli alanlarla ilgili bir yasaydı ama deprem bölgesinde de riskli alan ifadesini kullanarak yürüttüler.

Bir de rezerv alanın getirdiği şöyle bir avantaj var devlet ve sermaye açısından. Bir tebligat düzeni olmadığı için halk mülkünün rezerv alan içinde kaldığını sadece resmi yazışmayla öğrenebiliyor. Böylece itirazı da ortadan kaldırıyorlar, oluşacak her tür karşı tepkiyi baştan bu şekilde yönetmiş oldular. Yani zaten haberiniz olmadığı için buna karşı bir örgütlenme de sağlayamıyorsunuz. Yani en temelde bence en kritik şey bu. 

Peki aslında deprem bölgesinde yeniden inşayı diledikleri gibi sürdürmek için rezerv alanı kullandıklarını söyleyebilir miyiz? 

Aslında rezerv alan tanımını genişletmeden de örneğin Beykoz'da yerleşim alanlarını rezerv alan ilan ediyorlardı. Sadece bu yerleşimler daha gecekondu yerleşimlerdi. İskansız bölge diyerek rezerv alan ilan ediyorlardı. Şimdi ne oldu? Yeni yerleşim alanı ifadesini kaldırdıklarında artık her yere yapabilecek oldular. Bizim burada tüm bunların ne için yapıyorlar sorusuna geri dönmemiz gerekiyor bence. Muhtemelen bu rezerv alanlarda orada sadece konut olmayabilir, örneğin sanayi için de kullanabilirler. Böyle bir işleve yaradı. 

"MÜLKSÜZLEŞTİRME HIZ KAZANDI"

Fotoğraf: Kişisel arşiv

Rezerv alan uygulamaları yurttaşların mülksüzleştirilmesi açısından nerede duruyor?

Zaten 6306 sayılı yasanın 6-A maddesi yıllardır çok kritiktir, madde 'özel mülkiyetini istediğim gibi kaldırırım' diyor. Bütün bu 6-A, acele kamulaştırma, rezerv alan, riskli alan gibi uygulamalarla da hazineye devredip hazine üzerinden sermayeye dağıtma işi yürütülüyor. Ve bunun bize yansıması da mülksüzleştirme oluyor. Kapitalizmin kentleşme dinamiğinin neredeyse 200 yıldır mantığı bu. Bu zaten işin doğası diyebilirim. Ancak neoliberalizmin üst düzey hale geldiği bir dönemde bu uygulamalar mülksüzleştirmenin çok hızlı ilerlemesini sağladı. Mesela kentsel dönüşümü yasasına kolluk müdahalesini, elektrik-su kesmeyi soktu. Bu da aslında sürekli bir mülksüzleştirme tehdidi. Ben buna 'özel mülkiyetin özüne dönüşü' diyorum. Yani zaten yok ve devlet ve sermaye 'biz şu an çok güçlüyüz ve siz mücadele olarak çok güçlü değilsiniz, dolayısıyla bunların hepsi de benim' diyor.

Peki talanın durması ve dönüşümün sağlıklı şekilde ilerletilmesi için ne talep edilmeli?

Bence öncelikle bakış açımızı oturtmak lazım. Bütün bu yönetmeliklerin değişimi ve geldiği hali bizim için değil. Bu bir. İkincisi de Bolu'da yaşanan yangında da gördüğümüz gibi mesele yönetmeliklerin niteliği değil. Bizim bunların uygulanmasıyla ilgili bir sorunumuz var. Devletin sermaye ile kurduğu ilişkide işleri kitabına uygun yapmamanın, rant üretme, artı değer üretmenin çok temel bir dinamiği olması asıl bu süreçleri etkiliyor. Yani dolayısıyla biz bir yandan hukuk mücadelesini sürdürürken fiili mücadele dışında gerçekten bir çıkış olmadığını da netleştirmek gerekiyor. Yani komşumuzla, mahallemizdeki insanla tanışalım. Bugün gelip senin daireni riskli alan ilan eder, yarın öbürünü riskli alan ilan eder. Yani mücadelenin hakikaten bir kolektif karşı çıkışta olduğunu her gün daha çok söylememiz gerekiyor. Dolayısıyla rant ilişkilerinin rüşvet, kar vesaire gibi dinamiklerin denetlemediği başka bir yolu talep etmek zorundayız.


"İnsanlar çatılarına sahip çıkmaya çalışıyor"

Hatay’da uzun süredir rezerv alanla mücadele eden Çiğdem Mutlu Arslan, rezerv alan uygulamasının deprem bölgesinde nasıl bir mülksüzleştirme aracına dönüştüğünü anlatıyor.  İlk etapta Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığının rezerv alan istemeyenlere uygulama yapılmayacağını söylediğini ancak daha sonra durumun böyle ilerlemediğini söyleyen Arslan, “Vatandaş istemiyor rezerv alanı, çünkü ‘Depremin yıkmadığı evi ben neden vereyim’ diyor” diye anlatıyor.

"Kentte gasp yolu çok"

Ayrıca evlerin rezerv alan kapsamına alınıp yeniden inşasının borçlanmaya da sebep olacağını vurgulayan Arslan, durumu şöyle ifade ediyor: “Vatandaşın zaten yaşadığı büyük afetten dolayı hiçbir şey kalmadı. Elinde ya başını sokacak bir alan kaldı ya da deprem sonrası yıkılan evinin yerine küçük bir yer yaptı. Ancak nedense ısrarla rezerve sokmak istiyorlar, hâlâ da devam ediyor. İnsanlar artık gerçekten psikolojik sorunlarla mücadele ediyor. Üçüncü 6 Şubat geldi ve hâlâ evini kurtarma derdine düşmek zorunda vatandaş.”

Arslan, Defne-10 bölgesinde yaşıyor. Defne-10 bölgesinde yurttaşlar uygulamaya tepki gösterince uygulama fiilen durdu ama yasal olarak tehlike sürüyor. Özellikle Defne’de büyük bir rezerv alan oluşturulmaya çalışıldığını söyleyen Arslan, kendi bölgesinde yaşananları “Geçtiğimiz günlerde Turunçlu’da dört gün içinde evlerinizi boşaltın dediler. Zeytinliklerimiz bir kamulaştırma kararı olmadan konaklama amaçlı el koyma kararıyla kesildi. Kentte gaspvari yöntem çok fazla inanın” diye anlatıyor.

"Bu kent sahipsiz"

Tüm bunların yurttaşlara yansımasını ise “İnsanlar o kadar acı içinde ki, evlerinde uyuyamıyorlar. Her gün ya zabıta gelir ya bakanlıktan gelirler ya da verdikleri özel şirketler haczetmeye gelir...” diye anlatıyor. Arslan tüm bu psikolojik baskıyı şöyle anlatıyor: “Psikolojik baskıyla yaşıyoruz Hatay’da biz. Baskıyla çıkartıp yıldırmaya çalışıyorlar. Halbuki biz deprem yaşadık ya. Afeti en acı, en ağır bedellerle biz ödedik. Halk da artık bezdi, İnsanları böyle ilkel koşullarda yaşamaya kanaat etmeye mecbur bıraktılar. Çünkü bu kent çok sahipsiz şu anda. Hiç de öyle mecliste konuştukları gibi çözüm üretenler yok. CHP’li Servet Mumluoğlu Sayın Kurum’un bir toplantısında kendisine rezerv için teşekkür etti. Bir videosunda ve rezervi istemeyenleri provokatör ilan etti. Halbuki sokakta ya da rezerv toplantılarına katıldığı zaman biz vatandaşın yanındayız, biz asla vatandaşımızı ezdirmeyiz demişti.”

EVRENSEL'İNMANŞETİ

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
RTÜK Başkanı “Ülkemizde olumlu olaylar olmuyormuş gibi haber servis ediliyor” deyip ‘yandık’, ‘bittik’ haberleriyle karamsarlık aşılandığını savundu, ceza tehdidinde bulundu.

Evrensel'i Takip Et