Komünizmin centilmen şövalyesi: Erol Büyükkaraca
“Erol Büyükkaraca, devrimci mücadeleye atıldığı andan başlayarak son nefesini verene kadar ‘ideal komünist bir yaşam’ sürmüştür.”
![Komünizmin centilmen şövalyesi: Erol Büyükkaraca](https://staimg.evrensel.net/upload/dosya/282597.jpg)
Fotoğraf: Evrensel
Ece Akın
Genç Hayat Yayın Kurulu Üyesi
İşçi sınıfı davasının örnek militanlarından biri olan devrimci komünist Erol Büyükkaraca, hastalığı nedeniyle 21 Ocak günü Almanya’da hayatını kaybetti. Frankfurt’ta düzenlenen törenden sonra İstanbul Zincirlikuyu Mezarlığında düzenlenen törene yüzlerce dostu, yoldaşı katıldı.
Erol Büyükkaraca, tüm yaşamı ve enerjisini işçi sınıfının mücadele ve örgütlenmesine adamıştı. “Uzun” olarak anılan Büyükkaraca’nın 1960’lı yılların ikinci yarısında başlayıp Emek Partisi'ne kadar uzanan yarım asırlık dönem boyunca sınıfsız sömürüsüz bir dünya ideali için sürdürdüğü mücadelesine dair mücadele arkadaşı Nedim Köroğlu ile sohbet ettik.
Türkiye’nin dört bir yanından yüzlerce insanın katıldığı bir cenazeyle uğurlandı Erol Büyükkaraca. Onu uzun zamandır tanıyan bir yoldaşı olarak bize onun hakkında neler söyleyebilirsiniz?
Erol Büyükkaraca -yoldaşlarının deyimiyle “Uzun”- ülkemiz devrimci hareketinde, özellikle 12 Eylül sonrasından günümüze olan zaman kesitinde önemli görevler üstlenmiş; devrimci mücadeleye atıldığı andan başlayarak son nefesini verene kadar “ideal komünist bir yaşam” sürmüş, hayata veda ederken geride önemli izler bırakmış “devrimci komünist bir kişilik”tir.
Erol yoldaşı bu bağlamda daha yakından tanımak, anlamak için Marx’ın 18. Brumaire'de insan ve tarih (teki rolü) arasındaki ilişkiyi ifade ederken kullandığı: “İnsanlar kendi tarihlerini yaparlar, ancak bunu istedikleri gibi yapmazlar; kendi seçtikleri koşullar altında yapmazlar, ancak halihazırda var olan, verili ve geçmişten aktarılan koşullar altında yaparlar.” Sözlerine başvurmak gerekir.
Bu minvalde Eskişehir’de 5 çocuklu yoksul bir ailenin 3. çocuğu olan Erol ortaokuldan başlayarak hem çalışıp hem okumayı sürdürmüştür. Dolayısıyla Uzun yoldaş işçi ve emekçilerle ve onların sorunlarıyla sonradan yüz yüze gelen bir Aydın değildir; bizzat onların bir parçası, kalbinden gelen biridir. Bu durum onun düşün, örgüt ve eyleminde başat bir rol oynamıştır.
Bir üniversite öğrencisi olarak Karadeniz Teknik Üniversitesi’ne adım attığı yıllardaki (1977) dünya; sosyalizmin prestijinin hala çok yüksek olduğu, ulusal kurtuluş savaşlarının ateşinin Latin Amerika’dan, Afrika’ya, uzak Asya’ya bütün kıtaları sardığı, proletarya hareketinin emperyalist metropollerde “sosyal devlet uygulamaları”yla yatıştırılmaya çalışıldığı bir dünyaydı.
Fakat burada şunları da vurgulamak gerekir ki, bu dünya aynı zamanda sosyalizmin anavatanı Sovyetler Birliği’inde yönetimi ele geçiren revizyonist klik (modern revizyonizm) tarafından adım adım tasfiye edilerek ülkenin “sosyal emperyalist bir ülke” haline getirildiği, teorik, ideolojik planda modern revizyonizmin dışında Enver Hoca’nın tanımlamasıyla bir antikomünizm olan Euro komünizmin, Troçkizmin, Maoculuk, Guevaracılık gibi küçük burjuva ihtilalci akımların rüzgarlarının da güçlü estiği bir dünyaydı.
Ülkemizdeyse anti faşist, anti emperyalist mücadelenin, halk hareketinin yüksek olduğu, yoksul köylülüğün ve işçi sınıfının mücadelesinin giderek daha fazla öne çıktığı bir durum yaşanıyordu. Erol yoldaş bu koşullarda THKO-Halkın Kurtuluşu ile tanıştı. Ve yeri geldi yeniden örgütleyicisi olduğu ve en üst yönetici görevlerde bulunduğu bu siyasi gelenekten-hareketten hiç kopmadı. Dönemin siyasal özgünlüğü gereği çoğu durumda kişi, ilk yüz yüze geldiği politik harekete katılırdı. Bu rastgelelik, ya da rastlantısallık Erol içinde düşünülebilir. Fakat bu doğru değildir. Erol, çocukluktan işçilik yaparak gelen ve bu arka planla sosyalist fikirlerle tanışan biridir. THKO o dönem diğer devrimci örgütlenmelerden; birinci olarak ’71 hareketinin özeleştirisini yaparak ML ve proletarya devrimine yönelmekle, SB’deki geriye dönüşe bağlı olarak modern revizyonizm başta olmak üzere her türden revzyonizme, oprtünizme, küçük burjuva maceracılığına ve sosyal emperyalizme karşı aldığı tavırla ve uluslararası komünist hareketle kurduğu bağ ve proletarya enternasyonelizmine sadakatiyle ayrılmaktaydı. Uzun yoldaşın THKO seçiminde işte bu teorik ideolojik örgütsel çizgi belirleyici olmuştur.
O yıllarda Doğu Karadeniz bölgesi, çay fabrikaları ve kamu hizmet alanları (kara yolları, liman vb) dışında ağırlıkla küçük ölçekli tarımsal üretimin hakim olduğu bir bölgedir. Bu yüzden işçi sınıfı dışında asıl olarak yoksul köylülük (küçük üretici)içinde faaliyet yürütülür. Temel tarımsal ürünler Çay, Tütün ve Fındıktır. Erol ve yoldaşları hem kitle bağlarını genişletmek hem de örgütsel faaliyetlerine mali kaynak yaratmak amacıyla yaz dönemleri ve hafta sonlarında Çay, Tütün ve Fındık işçiliğine giderler.
Bu çalışmalar sırasında çayda taban fiyat açıklanmaması ve köylülere ürün bedelinin ödenmemesine karşı Rize’nin Pazar ilçesinde “Çayda Sömürüye Son” mitingi örgütlenir. 5 Eylül 1980 yılında gerçekleşen bu mitingi kolluk güçleri engellemeye çalışır. Bu esnada kitleye ateş açılır ve açılan bu ateş sonucunda Uzun’un çok sevdiği ve yoldaşlarının “Karadeniz’in dağ kartalı” diye nitelendirdikleri Mustafa Şevik hemen yanı başında yaralanır. Uzunun kucaklayarak götürdüğü Rize Devlet Hastanesi’nden Trabzon’a sevk edildiği Ambulansta hayatını kaybeder. Bu olay Erol’un hayatında derin izler bırakmıştır. Erol’un canı kadar sevdiği Mustafa Şevik yoldaşına sözü vardır: Mücadele bayrağını hiç elinden düşürmeyecek ve tüm yaşamanı yüce komünizm davasına göre düzenleyecektir. Öyle de yapmıştır.
80 darbesinin karanlığında örgütlü olan biriydi Erol Büyükkaraca, o karanlığa rağmen aydınlığa sıkıca bağlıydı ve mücadeleyi en zor koşullarda bile sürdürdü. Sizce hangi özellikleriyle sınıf mücadelesine neler katmıştır? Mücadele dolu yaşamı bizlere neler gösteriyor?
Bunlardan kısa süre sonra 12 Eylül gerçekleşir. Evet, 80 darbesinin karanlığında gözaltı, tutuklanma, cezaevi süreçleri boyunca ağır işkencelere maruz kalır. Sorgu ve işkencede örgütü ve yoldaşları hakkında ağzından tek cümle çıkmaz. Oysa Trabzon YDG yöneticisidir, YDGF delegesidir, kendi deyimiyle GKB üyesidir ve partilidir. Gönderildiği cezaevinde Şeref Aydın’la yoldaşlık eder.
12 EYLÜL SONRASI
Cezaevi sonrası artık İstanbul’dadır. Çeşitli işlerde çalışır. 12 Eylül amiyane tabirle İstanbul’unda üzerinden silindir gibi geçmiştir. Örgütlü bir faaliyet yoktur. Nihayet ‘80’lerin ortalarından itibaren yavaş da olsa örgütsel toparlanma süreci başlamıştır. Erol Büyükkaraca artık bu çalışmaların merkezindedir ve en ileri yönetici görevler üstlenir. Türkiye devrimci hareketi bakımından bu dönem başlıca üç eğilimle karakterizedir. Bunlardan ilki sosyalizme karşı dünya ölçeğinde yoğunlaşan ve sözüm ona “bizzat Marksizm içi çevre”lerden gelen ideolojik karalama kampanyalarının etkisiyle 12 Eylül yenilgi psikozunun birleşmesi sonucu geçmişi tümden reddederek “üçüncü bir yol” bulma arayışına yönelme; ikincisi yine bu propagandadan etkilenen ve bu bağlamda hem 12 Eylül yenilgisinin ve hem de kendilerince “sosyalizmin hataları”nı “reel sosyalizm” teorisi etrafında yürütülecek bir tartışmayla bulmaya ve sentezleyerek oluşturacakları, denebilirse, “yeni sosyalizm” etrafında birleşerek örgütsel inşa ve yol yürümek isteyenler. Üçüncü olarak da en başta modern revizyonizmin “reel sosyalizm” adına savunularak sosyalizme ve uluslararası proletarya hareketine saldırılması karşısında ML ve sosyalizmin kazanımlarını her şart altında savunmak gerektiğini söyleyen, bir yandan 12 Eylül yenilgisine götüren hata ve yanılgıları tespit ederek aşmaya çalışırken aynı anda işçi sınıfı hareketine bağlanan ve onun aktüel sorunlarıyla hemhal olarak işçi sınıfı içinde örgütlenmeye çalışan eğilim.
Tahmin edileceği gibi Erol Büyükkaraca ilk iki eğilimde ifadesini bulan bu teorik, ideolojik ve örgütsel savrulma ve tasfiyecilik karşısında üçüncü eğilim ve anlayışın temsilcilerindendi/pratik örgütleyicilerindendi. O her koşulda ML yönelen saldırılar karşısında ideolojik olarak dimdik duranlardan biriydi, her zaman.
O işçi sınıfından hiç kopmadı. ’89 Bahar eylemlerinin, ’90 1 Mayıs’ı başta olmak üzere 1 Mayıs’ların örgütlenmesinde yönlendirici düzeyde rol oynayanlardan biriydi.
9 Ocak 1993 yılında İstanbul’da yürütülen TDKP operasyonunda gözaltına alındı. TDKP yöneticiliğiyle suçlandı. Emniyette, gerçek kimliğini kabul etmedi ve ifade vermedi. Cezaevinden çıktıktan bir müddet sonra hiç istemediği halde yurt dışına çıktı. Sonradan bu durumu “pratik mücadele yürütme imkânı kalmamıştı, varlığım mücadeleye her an zarar verebilirdi” diye açıklamıştı.
YURT DIŞI
Artık yurt dışındaydı. Fakat sınıf mücadelesi hem ülkede hem de bulunduğu ülkelerde bütün yakıcılığıyla sürüyordu. O enternasyonal bir komünist olarak bir yandan ülkesindeki mücadeleye elinden azami destek verirken bir yandan da bulunduğu ülkelerdeki işçi hareketine ve CIPO-ML üyesi parti ve örgütlerin örgütlenme faaliyetine pratik olarak destek oluyordu. Sağlığı bozulana kadar pratik örgütsel faaliyetten hiç kopmadı. Fakat o salt pratik örgütçü biri değildi. Aynı zamanda teorik alanda da faaliyet yürüten ve her fırsatta yayın organlarına yazan biriydi.
Erol Büyükkaraca şimdi aramızda olabilseydi, onun bayrağını devralan genç komünistlere hangi öğütleri verirdi?
Erol yoldaş girdiği her ortamda içtenliği, nezaketi ve alçak gönüllülüğüyle etrafını sarıp sarmalayan güven aşılayan biriydi. Gittiği evlerde en çok da çocuklar ve gençlerle haşır neşirdi. Gençlerle okulu, işi ve yaşamı hakkında konuşur, eğer bir şey diyecekse bu sohbetin akışı içinde olurdu; asla üsttenci, akıl veren bir tarzı olmazdı. Bu genç yoldaşlarıyla olan ilişkilerinde de böyleydi. Onlara dünyada ve ülkedeki gelişmelerle ilgili sorular sorar gençleri sabırla dinlerdi. Gençlerle tartışma konusu salt siyasal alanla ilgili olmazdı, müzik, sinema, sanatın çeşitli dalları, edebiyat gibi konularda da mutlaka gençleri dinler düşünce ve önerilerini sorardı. Ve mutlaka onlara okuyacakları, dinleyecekleri ve izleyecekleri materyaller önerirdi. Özellikle genç, işçi ve kadın yoldaşların teorik eğitimi ve örgütsel ilerlemeleri için son derece sabır ve ısrar gösterirdi, gelişimlerini yakından izlemeye çalışırdı. O bir faaliyetin planlanmasından, örgütlenmesine, sonlandırılmasına kadar her aşamada takibi ve denetlenmesi konusunda son derece titizlik gösterirdi.
İlişkilerinde açıklık ve aleniyet temel ilkesiydi. En netameli tartışma ortamlarında bile nezaketi elden bırakmazdı. Söyleyeceğini söyler, eleştirilerini yapar ve önerilerini sıralardı. Eğer yoldaşlarla ilgili bir karar alınacaksa onun söyleyecekleri herkes için adeta adaletin terazisi olurdu.
CESARETİN, ADALETİN, YOLDAŞLIĞIN SİMGESİ
Onun yoldaşlarına olan bağlılığını ve sadakatini gösteren bir aktarımla bitirelim. Erol’un yoldaşlarından biri geçirdiği beyin kanaması sonucu bitkisel hayata girmiştir ve 4 yıldır bu durumda hastanede yatmaktadır. Erol hastalandıktan bir müddet sonra 4 yıldır hastanede yatan yoldaşının eşine bir ziyaret anında Alman hemşireler şunları söyler: “Yıllardır eşinizin yanına belli periyotlarla elinde bir kitapla gelen ve onun başucuna oturarak mırıldanarak okuyan biri vardı, bir süredir gelmez oldu. Herhalde dini bir görevliydi.”. Eşi şaşırır ve bu kişinin kim olduğunu öğrenmek ister, çevresinden kimsenin bir bilgisi yoktur. Sonra biraz da tesadüf eseri öğrenir ki, gelen kişi Uzun yoldaştan başkası değildir. Uzun yıllardır gizlice gittiği yoldaşına sevdiği romanlardan pasajlar okumaktadır. İşte uzun böyle biriydi.
Evrensel'i Takip Et