#hepimizoradaydık, şimdi nereye?
Gezi, ondan aldığımız dersleri uygulayarak tüm kusurlarıyla da onurumuz olmalı. Bu yapılmazsa sistemin dinamizmi karşısında stabil ve hareketsiz; açıkçası aciz duruma düşeceğiz.
![#hepimizoradaydık, şimdi nereye?](https://staimg.evrensel.net/upload/dosya/139073.jpg)
Polisin Taksim Meydanı ve Gezi Parkı'ndan çekilmesi sonrasında vatandaşlar Taksim Meydanı ve Gezi Parkı'nı doldurdu - 1 Haziran 2013 (Fotoğraf: AA)
Rıza MUTLU
Boğaziçi Üniversitesi
“İnsanlar kendi tarihlerini kendileri yaparlar, ama kendi keyiflerine göre kendi seçtikleri koşullar içinde yapmazlar, doğrudan veri olan ve geçmişten kalan koşullar içinde yaparlar. Bütün ölmüş kuşakların geleneği, büyük bir ağırlıkla, yaşayanların beyinleri üzerine çöker. Ve, onlar kendilerini ve şeyleri, bir başka biçime dönüştürmekle, tamamıyla yepyeni bir şey yaratmakla uğraşır göründüklerinde bile, özellikle bu devrimci bulanım çağlarında, korkuyla geçmişteki ruhları kafalarında canlandırırlar, tarihin yeni sahnesinde o saygıdeğer eğreti kılıkla ve başkasından alınma ağızla ortaya çıkmak üzere, onların adlarını, sloganlarını, kılıklarını alırlar.”[1]
Ayşe Barım’ın önce tekelleşme, sonrasında da Gezi’yle alakalı olarak tutuklanması üzerine aslında özünde problemli olmayan ancak giderek daha problematik bir karakter kazanan “hashtag” yine açıldı: #hepimizoradaydık.
GEZİ NEYDİ, NASIL AKLIMIZDA?
Evet gerçekten de hepimiz oradaydık: İşçi-işsiz, genç-yaşlı, kadın-erkek… Bir çevre eylemi olarak başlayan ve toplum nezdinde gayet makul olan bu eyleme yapılan orantısız müdahaleler sonucunda milyonlarca kişi Gezi Parkı Eylemleri’ne katıldı. Her mesai bitiminde insanlar tüm engellemelere karşın meydanlara döküldü ve taleplerini dile getirdi. Eylemler dünyanın gündemine oturdu. Eylemciler yandaş medyaya zorla gerçek haber yaptırdı. Türkiye’nin en büyük meydanlarında eylemciler polisi defedip kontrolü eline aldı. Ele geçirilen meydanlarda bugün konserlerine gitmeyi hayal edemediğimiz sanatçılar milyonlar için dayanışma konserleri düzenledi. Şaka değil: Gezi milyonları sosyal medya kullanmaya alıştırdı. Gezi tabii ki de eylemlerin bitmesiyle bitmedi. Geriye derya deniz bir kültür bıraktı. Punk, anarşizm (tabii ki de Gezi’ye özgü biçimiyle) popülerleşti, çapulcu lafını hâlâ kullanıyoruz.
Ama oradaydık kelimesinin geçmiş zamanı belirten eki giderek önemsizleşti; nedense hala Gezi’deyiz ve bir türlü de günümüze gelemiyoruz. Zaman durmuş, kristalize olmuş ve hareket edemiyoruz gibi. Sosyal medyada en ufak talebin bir Gezi “editiyle” birleşmemesi anormal, “editlerle” “ikinci bir Gezi” istenmesi günlük bir manzara. Gerçekleşen herhangi bir direnişi, eylemi ele alalım; “bu Gezi gibi değil” veya “asla bir Gezi olmayacak” gibi yakınmalar kulaklarımızda yankılanıyor. Bu yakınmalar hareketsizliğin ve bunalımın bir karmaşası; ileriye dönük bir adım atma motivasyonu barındırmıyor.
“Güneş her gün doğudan doğar, ağaçlar her ilkbaharda çiçeklerle donanır, cisimler ısıtıldığı zaman genişler ve her canlı doğmuştur, yaşar ve ölür. Doğada bile, bu tekrarlanışlarda tam bir benzerlik olmamakla birlikte, farklı süreçlerin ve olayların öğelerinin düzenli bir biçimde tekrarlandığını kolaylıkla gözleriz. Doğal olaylarda tekrarlanan öğelerin incelenmesi (doğal koşullarda ya da laboratuvarda), doğayı yöneten yasaların bulunması sonucunu er geç verir. Zaten yasa dediğimiz şey, olaylardaki genel, zorunlu, temel, sürüp giden ve tekrarlanan yandan başka şey değildir. İnsan toplumunda ise durum başkadır. Tarihte, somut süreçler ve tarihsel olaylar büyük ölçüde bireyselleşmiştir ve hiçbir yerde tekrarlanmazlar. Yunanlıların ve İranlıların savaşları, Büyük İskender'in seferleri, Fransa’daki büyük burjuva devrimi, Rusya’daki Büyük Ekim Devrimi ve İkinci Dünya Savaşı gibi bütün tarihsel olaylar, benzeri olmayan olaylardır ve somut biçimleriyle bir kere daha hiçbir zaman ortaya çıkmazlar. (…)” [2]
GEZİ ÇIKARDIĞIMIZ DERSLERLE DE ONURUMUZ OLMALI
Yanlış anlaşılmasın, Gezi’yi hepten unutalım diyen yok. Gezi direnişiyle, dövüşüyle ve dövüşerek düşenleriyle toplumsal hafızamıza kazındı. Bunun yanında iktidara yarattığı korku her gün Gezi’ye toplum nezdinde meşruluğu olmayan birtakım yargılamalarla saldırılmasına sebep oluyor. Halkın vekili Can Atalay’ın, Tayfur Kahraman’ın ve daha nicelerinin tutuklulukları, iktidarın üzerinden 11 yıl geçmesine rağmen her Gezi anmasında tüm Taksim’i abluka altına alması ve hâlâ Gezi’yi dilinden düşürmeyip açıktan paramiliter güçleriyle halkı tehdit etmesi; iktidarın Gezi’yi unutmamasını gösteriyor. Yazıyı yazmamıza vesile olan Ayşe Barım davasında -her ne kadar halk yararına bir süreç işletilmesi imkansıza yakın olsa da- savcılar tekelleşme gibi gerçekten araştırılması gereken bir konuyu es geçti ve artık iktidarın “sevmediği kişileri” etkisiz hâle getirmesinde kaçış kapısı hâline gelen Gezi’yle Ayşe Barım’ı müebbetle yargılıyorlar.
İktidarın Gezi’yi unutmamasının karşısında “Gezicilerin” yani bizlerin hâlen Gezi’yi savunması ve mücadelesini devam ettirmesi de bunun doğal bir sonucu olarak karşımıza çıkıyor. Gezi tutsakları, düşenleri ve bıraktığı tüm izleriyle, hâlâ sürdürdüğümüz mücadelemizle onurumuzdur. Gezi’yi terörize etmek ve olası herhangi bir kitle hareketine gözdağı vermek isteyen iktidar, baskı rejimini sağlamlaştırmak için Gezi’yi savunanları cezalandırmaya devam ediyor. Kuşkusuz ki bunun üstüne Gezi, ondan çıkardığımız dersleri pratikte uygulayarak tüm kusurlarıyla da onurumuz olmalı. Bu yapılmadığı sürece Gezi’yi andığımız her an sistemin kendini yeniden üretme kabiliyetinin karşısında stabil ve hareketsiz; açıkçası aciz duruma düşeceğiz.
GEZİ BİR “TWEET”LE BAŞLAMADI
Örneğin Gezi’yi başlatan, Topçu Kışlası ve AVM projelerine karşı olarak örgütlenen çevre kampanyası romantize edilen Gezi’den çok önce başlamıştı. İnsanlar kararlı biçimde yürütülen bu kampanyadan da geniş biçimde haberdarlardı. Örneğin Gezi Parkı eylemlerinin ilk günü milyonlarca eylemciyle başlamadı: O an Gezi Parkı’nı savunmak için zaten orada bulunanlar, daha çok öncesinden bildirilerle, afişlerle, basın açıklamalarıyla mücadeleyi başlatmış olanlarla başladı. Şüphesiz ki attıkları “tweet”ler de etkili olmuştur ancak rastgele bir şekilde atılan “tweet”ler değil, mücadeleleri için seçtikleri taktiğin bir parçası olma niteliği itibariyle etkili olmuştur bu “tweet”ler.
“(…) Buna bakarak, toplumun yasaları olmadığı, bilimdeki genel tekrarlanma ölçütünün topluma uygulanamayacağı ve toplum bilimi diye bir şeyin olamayacağı düşünülebilir. Ne var ki, bu benzemezlik (teklik) mutlak bir gerçek olarak ele alınmamalıdır. Toplum yaşamında da tekrarlanan ve yeniden ortaya çıkan şeyler vardır.” [2]
YARINI ANLAMAK İÇİN GEZİ’Yİ ANLAMAK GEREKİR
Toplum yaşamında her gün yeniden gerçekleşen şeylerden biri, dolayısıyla Gezi’yi de yaratan etmenlerden biri, tüm hareketin temeli olan sınıf savaşımı hâlâ devam ediyor. Ama sınıf savaşımı devam etse de sınıf savaşımının Türkiye’deki güncel biçimi, “tek” bir olgu. Gezi’deki biçimi de başka bir “tek” olguydu.
Bu ayrı “tek”lere benzer stratejilerle yaklaşılabilir, bu doğaldır. Gezi’nin “günahı” sınıf savaşımında ileriyi temsil eden kampın Gezi’de yaygınca yer almaması olarak tespit edilip Türkiye kapitalizminin bugünkü “tek” durumuna bu dersle gidilmediği sürece, acizlik devam eder.
Gerçekten de #hepimizoradaydık, bu eskiden, hâlâ Gezi’nin yargılanması ve kirletilmesine çabalayanların karşısındayız, şu an, sınıf savaşımında ilerici kampın kazanacağı stratejiyi dikkatle oluşturarak bu savaşı kazanacağız, o da yarın.
KAYNAKÇA:
[1] Marx K. Louis Bonaparte’ın 18 Brumaire’i. Yorum Yayınları. 1993.
[2] Kelle V. Kovalson. M. Tarihsel Maddecilik Marksist Toplum Kuramının Ana Çizgileri. Öncü Kitabevi. 1978.
Evrensel'i Takip Et