Eşit bir hayat için sanat devrimi: Bauhaus
Almanya’nın Weimar kentinde kurulan Bauhaus Okulu, sanatın bir azınlığın lüksü olmaktan çıkarılıp toplumun her kesimi için ulaşılabilir hale getirilmesini amaçlamıştır.
![Eşit bir hayat için sanat devrimi: Bauhaus](https://staimg.evrensel.net/upload/dosya/283862.jpg)
Erdal ADALI
Bilkent Üniversitesi
Bauhaus, modern sanat ve tasarımın en etkili hareketlerinden biri olarak kabul edilse de, tarih kitaplarında çoğu zaman yalnızca somut yönleriyle ele alınır. Oysaki, bu akım sadece sanat ve mimarinin dönüşümüyle sınırlı kalmamış, toplumsal eşitliği ve demokratikleşmeyi savunan radikal bir hareket olmayı da başarmıştır. 1919 yılında Walter Gropius’un önderliğinde Almanya’nın Weimar kentinde kurulan Bauhaus Okulu, sanatın bir azınlığın lüksü olmaktan çıkarılıp toplumun her kesimi için ulaşılabilir hale getirilmesini amaçlamıştır. Bu, takdir edersiniz ki yalnızca sanatta değil, aynı zamanda toplumsal yapı içinde de köklü bir değişim talebiydi.
BAUHAUS’UN ÇIKIŞININ TEMELLERİ
Ekim Devrimi ardından esen özgürlük rüzgarları, bizzat Lenin’in kültür, sanat, spor faaliyetlerini hayranlıkla andığı Almanya sosyalist hareketinin arkasından güçle estiği bir dönemdi 1918-1919 yılları. Savaş ardından yıpranmış Alman İmparatorluğu’nu tarihin tozlu sayfalarına gömecek olan işçi sınıfının ayak sesleri devrimi çağırıyor, özgür bir hayat için özlemini haykırıyordu, “Ya sosyalizm ya barbarlık!”. Kanlarla bastırılmış, tamamlanamamış bir devrim olarak kalsa da Almanya devrimi, işçi sınıfı ve halkın özlemleri toplumun her alanında kendini göstermeye devam edecekti. Sovyetler Birliği ile bambaşka bir düzeni yanı başında gören, devrim sürecinde kendini halk konseyleriyle yönetmiş olan Almanya toplumunun tarihi ilerletebileceğini fark ettiği bir dönemdi. Bauhaus işte bu koşullardan çıktı. Bauhaus hareketi, sanat ve zanaatı birleştirerek işlevselliği ön plana çıkarıyordu. Klasik akademik sanat anlayışının katı kurallarını reddeden Bauhaus, sanatın mimari, grafik tasarım, tekstil ve endüstriyel üretimle iç içe olmasını savunuyordu. Öyle ki, Bauhaus’un önemli figürlerinden biri olan heykeltıraş Laszlo Moholy-Nagy, burada optik ve mekaniğin gücünü kullanarak “Kinetik Heykeller” gibi bir eser türünü dahi literatüre geçirmişti. Walter Gropius’unsa mimariyi, ressamları ve heykeltıraşları ortak bir sanat ve tasarım vizyonunda birleştirme fikri, Bauhaus’un en temel ilkelerinden biri haline gelmişti. Bu anlayış, sanatı günlük hayata entegre etmek ve sınıf ayrımı yapmaksızın herkesin sanattan ve modern tasarımdan faydalanmasını mümkün kılmak için endüstriyel üretim yöntemleriyle birleşiyordu.
BAUHAUS VE KADINLARIN ÖZGÜRLEŞMESİ
Bauhaus’un toplumsal dönüşümü, bunlarla da sınırlı kalmayacaktı. Sanat eğitiminde ve akademik dünyada erkek egemenliğinin baskın olduğu bir dönemde Bauhaus, kadınların sanatta ve tasarımda eşit yer almasını sağlamıştı. Geleneksel sanat okullarında kadınlar çoğunlukla süsleme sanatlarıyla sınırlandırılırken, Bauhaus onlara endüstriyel tasarım ve mimarlık gibi alanlarda da ilerleme fırsatı sunuyordu. Anni Albers, Marianne Brandt, Gunta Stölzl ve onlar gibi birçok kadın sanatçı, bu dönemde akademiye kattıkları eserlerle yalnızca Bauhaus’un değil, modern sanat ve tasarım dünyasının da en önemli figürleri arasına girmişlerdi.
BAUHAUS EĞİTİMİ VE PEDAGOJİK DEVRİMİ
Bauhaus’un eğitim anlayışı, geleneksel akademik eğitime bir başkaldırıydı. “Sanatçılar, ressamlar, mimarlar, hepimiz zanaata dönmeliyiz!” diyen Gropius, sanatçının aynı zamanda bir zanaatkâr olması gerektiğini savunuyordu. Bauhaus eğitimi iki temel alana bölünmüştü: Form problemleri ve zanaat problemleri. Öğrencilere teorik eğitimin yanı sıra, pratik atölye dersleri veriliyor, böylece sanat ve zanaat iç içe işleniyordu. Daha önce takdir edilmemiş sanat dalları yine burada literatüre geçecekti. Örneğin, Josef Albers cam atölyesinin başındayken, Marcel Breuer mobilya tasarımı, Gunta Stölzl dokuma ve Oskar Schlemmer’se sahne sanatları alanında öğrencilere rehberlik ediyordu. Bu disiplinler arası eğitim modeli, bugünkü birçok modern tasarım okullarının temelini atmıştı.
FAŞİZMİN SINIRLARI VE SANATIN BASTIRILMASI
Bauhaus, yarattığı eşitlikçi ve yenilikçi bakış açısından dolayı, 1933 yılında, anlaşılacağı üzere Nazilerin Almanya’da iktidara gelmesiyle kapatılacaktı. O günlerde Naziler, Bauhaus’un modernist ve ilerici vizyonunu “yozlaşmış sanat” olarak damgalamıştı. Ancak Bauhaus sanatçıları, tıpkı bilim dünyasında olduğu gibi, baskılardan kurtulup fikirlerini farklı coğrafyalara taşıyarak yaşatmayı başaracaklardı. O günden bugüne ABD’den Çin’e kadar birçok ülkede Bauhaus’un prensipleri yayılmaya devam etti. Walter Gropius ve Josef Albers gibi isimler Amerika’ya göç ederek Bauhaus’un eğitim anlayışını Harvard ve Black Mountain College gibi okullara taşıdı.
BAUHAUS’TAN GÜNÜMÜZE
Bauhaus’un mirası, yalnızca modern tasarım ve mimariyle sınırlı kalmayıp, sanatın toplum için bir araç olduğu fikrini de kalıcı hale getirdi. Bugün Bauhaus’un ilkeleri, grafik tasarım, endüstriyel tasarım, iç mimari, mobilya üretimi ve dijital sanatlar gibi pek çok alanda varlığını sürdürüyor. Ancak bu miras, aynı zamanda kapitalist sistemin bir aracı olarak da kullanılmaya çalışılıyor. Bauhaus’un eşitlikçi ve işlevselliğe dayalı tasarım anlayışı, bugün büyük şirketler tarafından bir pazarlama aracı olarak görülüyor. Minimalist tasarım ilkeleri, erişilebilirliği artırmak yerine, statü sembolü haline getiriliyor. İşlevsellik ve sadelik adı altında, yüksek fiyatlarla erişilmez kılınan bu ürün tasarımları Bauhaus’un temel amacına aykırı şekilde sermayeye hizmet ediyor. Bir zamanlar toplumun her kesimi için tasarlanan işlevsel sanat, günümüzde birçok yerde elitist tüketim alışkanlıklarını pekiştiren bir araca dönüşmüş durumda. Bu yüzden Bauhaus’un hikâyesi, yalnızca bir sanat akımının değil, aynı zamanda toplumsal dönüşüm için verilen bir mücadelenin hikâyesidir ve bu yüzden Bauhaus’un “sanat herkes içindir” ilkesi, bugün de sanatçılar, akademisyenler ve öğrenciler için bir yol gösterici olmaya devam etmelidir.
Evrensel'i Takip Et