Spinoza: Seküler metafizik
Spinoza, kutsal kitabın ilahi kökenini reddederek bir yandan Yahudi törelerini eleştirirken diğer yandan da feodal Avrupa’nın ideolojik yapısına saldırır.
![Spinoza: Seküler metafizik](https://staimg.evrensel.net/upload/dosya/283869.jpg)
Bilkent Üniversitesi Diyalektik Araştırmalar Topluluğu üyesi
17. yüzyılın öncü rasyonalistlerinden biri olan Baruch de Spinoza, tarih boyunca yaşamış diğer filozof ve siyaset teorisyenlerinden farksız olarak kendi zamanının bir ürünüdür. Bir düşünür ne kadar görkemli ve yüksek sesli görünürse görünsün, düşündükleri ve yazdıkları şüphesiz kendini içinde bulduğu sınıfsal çelişkilerin dolayımından ibarettir.
Spinoza, 15. yüzyılın sonlarından 16. yüzyıla kadar süren Katolik engizisyonları ve zorla din değiştirmelerin ardından Portekiz’den göç eden Sefarad Yahudilerinin bir parçasıydı. O dönemde teoloji, hem lordların çıkarlarını koruyan hem de tarım arazilerinin en büyük sahiplerinden biri olan kilisenin egemen ideolojisiydi. Spinoza, “Teolojik-Politik İnceleme” eserinde, kutsal kitabın ilahi kökenini reddeden, yasa ve emirlerini yazıldığı dönemle sınırlayan seküler bir okumayı savunarak bir yandan Yahudi törelerini eleştirirken diğer yandan da meşruiyeti din aracılığıyla sağlanan feodal Avrupa’nın genel ideolojik yapısına saldırır.
ESKİ FELSEFE, YENİ BURJUVAZİ
Spinoza’nın ailesi, işleri Hollanda’nın ötesine ulaşan başarılı tüccarlardan oluşmaktadır. Daha geniş bir anlamda Spinoza, kilise ile siyasi/ideolojik çatışması gelişmekte olan, küresel ticaretin ön saflarında yükselen bir sınıfı temsil etmektedir. Feodal toplumun içinden çıkan ticaret burjuvazisi, diğer uluslar, diller ve dini topluluklarla etkileşimi beraberinde getirmiştir. Toplumsal gerçekliği siyasi bilincine yansımaya başlayan ve daha gelişmiş ulaşım ve iletişim araçlarıyla kendini siyasi olarak örgütleyen bir burjuva sınıfı oluşmaya başlar. Alıcı ve satıcının buluştuğu bir toplumsal ilişki olan ticaret, Spinoza’nın “Politik İnceleme”de savunduğu gibi, insanlığın biçimsel eşitliği olarak ifade edilir. Ona göre emek güçlerini hiç satmamış olan tüccarlar, değiş-tokuş alanındaki biçimsel eşitliğin ötesine geçip tüm dünyanın böyle olduğunu ya da olması gerektiğini iddia edemezler. Adaletsiz ve sömürücü bir değişim ilişkisinin gerçekleştiği iç üretim alanı, insanlığın bu “eşitliğinin” ardına gizlenmiştir.
İnsan hakları ve bireysel özgürlük gibi kavramlar etrafında felsefe ve siyaset kuramlarının temellendirileceği Aydınlanma Çağı’ndan önce, Spinoza gibi filozoflar temsil ettikleri sınıfın siyasetini eski felsefenin içinde üretmek zorundaydılar. Bu anlamda Spinoza; tanrı, cevher, nitelik gibi metafizik kavramlarla yetinmek zorunda kalmıştır. “Etika”nın birinci bölümü bu skolastik kategorileri verili kabul eden tanımlarla başlar; bunlar gelenekten devralınmıştır, türetilmemiştir. Spinoza, Descartes’ın düalizminden etkilendiği, ikinci bölümde insanların düşünce (zihin) ve uzantı (beden) olmak üzere iki ayrı niteliğe bölündüğü varsayar.
İNSAN, DEVLET, HUKUK, ÖZGÜRLÜK, ZORUNLULUK
Oysa bu kategoriler kalıtsal veya statik değildir, bu kavramların sınırları, toplumun maddi ilişkileriyle birlikte gelişir ve değişir, bu nedenle sabit kategoriler veya sabit ilişkilerle hapsedilemezler. Örneğin, köleci toplumdaki mülkiyet ilişkileri “insan” kavramını sahip olunan (köle) veya sahip olan (özgür) olmak üzere iki biçimde şekillendirir. Dolayısıyla, insanları tanımlamaya çalışan bu ilişkilerden yapılan her türlü soyutlama; ya ortak paydayı alır (düşünme yetisi) ya da köleleri tanımın dışında bırakır. Her iki durumda da insanların o toplumdaki en gerçek ilişkilerini siler (gizler).
Spinoza’yla ilgili bir başka sorun da (metafizik mantığın karakteristik özelliği olan) “ikili” anlayışıdır. “Etika”nın I. bölümünün ilk aksiyomu şöyle der: “Her ne varsa, ya kendisindedir ya da bir başkasındadır.” Buradaki sorun, yaşamdaki gerçek değişimlerin her iki şekilde de gerçekleşmesidir: Şeyler aynı anda hem içsel hem de dışsal belirlenimleri yoluyla evrilebilir.
Spinoza yine de aydınlanmaya öncülük eden fikirler geliştirmiştir. Örneğin, ona göre özgür ve bireysel bir irade yoktur. İnsanlar doğanın geri kalanıyla aynı zorunluluk yasalarına tabidir. Bizi sihirli bir şekilde özgür kılan bir “ruh” yoktur. Ona göre özgürlük, bireysel faaliyetten kaynaklanan bir zorunluluktur. Buradaki mantık sağlamdır, ancak kapsam bir kez daha burjuva ufkuyla sınırlandırılmıştır çünkü burada öz-etkinlik için toplumsal koşullar zaten oluşmuş ve garanti altındadır: Fiziksel ihtiyaçlarını gidermiş olmak, boş zamana sahip olmak… Bireysel özgürlüğün koşulları (bu koşullar onlar için servet, el koyulan artı-değer vb. ile garanti altına alınmadığı için) ezilen sınıflar için zorunlu olarak toplumsaldır.
Spinoza 21. yüzyıldan bakıldığında sınırlılıkları görülse de metafiziği, siyasi teoriyi, teolojinin prangalarından ayırması bakımından kendi dönemi için bir radikaldi ve burjuva sınıfının siyasi devrimi için bir gereklilikti. Bugün için anlamlı bir ifade, özgürlük ve eşitliğin sadece anayasalar ve felsefe kitaplarıyla sınırlı soyut kategoriler olmadığı bir toplum için mücadeleyi sürdürmek ve dile getirmektir. Aksine özgürlük, sömürünün toplumsal koşullarının ortadan kaldırılmasıyla somut bir gerçeklik haline gelecektir.
Evrensel'i Takip Et