9 Şubat 2025 04:07

Avrupa gümrüklerinde Trump endişesi

Avrupa Gündemi’nde bu hafta Almanya’da Trump’ın gümrük vergilerini artırma tehdidine yönelik tartışmalar, İngiltere’de cezaevlerindeki durum ve Fransa’da gensorudan bu kez kurtulan hükümet var.

Avrupa gümrüklerinde Trump endişesi

Almanya seçim döneminde. Seçimde ekonomik ve toplumsal sorunların üstü günah keçisi seçilen göç kökenliler özellikle de mültecilerle örtülmeye çalışılıyor. Ancak Trump başkanlığındaki ABD’nin ekonomik yaptırımlarının Almanya ekonomisini nasıl etkileyeceği de önemli bir konu. Telepolis’ten seçtiğimiz makalede, “Almanya açısından yüzde 1.5’e kadar varan bir ekonomik gerileme” uyarısı yapılıyor.

Fransa’da kısaca PLF denilen bütçe kanunu tasarısı ve PLFSS denilen sosyal güvenlik finansman kanunu tasarısı, devlet bütçesini ve sosyal güvenlik harcamalarını düzenleyen iki önemli yasa tasarısı. Bu tasarıların meclisten geçemeyeceği bilindiği için Macron-Bayrou hükümeti, Anayasa’nın meclisi baypas yetkisi veren 49.3 maddesini devreye soktu. Ardından Boyun Eğmeyen Fransa Partisi (LFI) tarafından iki gensoru önergesi sunuldu. Ancak bu kez LFI ile aynı ittifak içinde yer alan Sosyalist Partili (PS) vekillerden destek gelmedi. Aşırı sağcı Ulusal Birlik (RN) de bütçeyi reddettiklerini açıklamasına rağmen gensoruyu onaylamadı.

Çoğu zaman gözden kaçsa da Avrupa’daki mahkumların durumu ve hükümetlerin yaklaşımları endişe verici. Yayımlanan yeni bir rapor İngiltere’deki hapishanelerdeki durumu gözler önüne serdi. Zoe Williams, The Guardian gazetesindeki yazısında kadınların hapishanelerde de nasıl ayrımcılıkla karşı karşıya kaldığına dikkat çekiyor. Ayrıca bu koşullarda özelleştirme ve kemer sıkma politikalarının da etkisini tartıştı.


Almanya ekonomisi Trump’ın gümrük vergisi saldırısıyla çöker mi?

Bernd Müller
Telepolis

Donald Trump ciddi. ABD Başkanlığı koltuğuna geri döner dönmez sert sözlerini icraatla destekliyor…

Avrupa Birliği’ni de açıkça tehdit ediyor. Hafta sonu yaptığı açıklamada, AB’den gelen mallara “Kesinlikle gümrük vergisi gelecek” dedi…

Trump’ın gazetecilere Avrupalılarla da mücadele edeceğini açıkça söylemesi, Eski Dünya’da kaygıyla karşılanıyor. ABD Başkanının öfkesi öncelikle Avrupa Birliği’ne yönelikken, İngiltere’ye karşı ise biraz daha uzlaşmacı ifadeler tercih ettiği görülüyor. Bloomberg’e göre Trump şunları söyledi: “İngiltere’de de yanlış davranışlar var ama bunun düzeltilebileceğinden eminim. Ama Avrupa Birliği bir rezalettir.”

Avrupa hükümet başkanları ihtiyatlı olunması gerektiğini söyledi. AB’nin en üst düzey diplomatı Kaja Kallas, “Birbirimize çok bağlıyız. Amerika’ya ihtiyacımız var ve Amerika’nın da bize ihtiyacı var” dedi.

Almanya Başbakanı Olaf Scholz (SPD) da çatışma yerine iş birliği çağrısı yaptı: “Amaç Avrupa ile ABD arasında iş birliği olmalı. Zira mal ve hizmet alışverişinden her iki taraf da kazançlı çıkacaktır, bu nedenle dünyayı yeni ticaret engelleriyle bölmemek önemlidir.”

Aynı zamanda AB’nin gücüne vurgu yaptı: “Güçlü bir ekonomik alan olarak kendi geleceğimizi şekillendirebileceğimiz ve gümrük politikasına gümrük politikasıyla cevap verebileceğimiz açıktır.”

Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron da aynı görüşte olduğunu söyledi. “Ticaret konularında saldırıya uğradığımızda Avrupa’nın buna cevap vermesi gerekiyor” dedi. Ayrıca Avrupa’nın daha güçlü ve daha birleşik görünmesi gerekiyor.

ABD’den gelen doğal gaza olan yeni bağımlılık göz önüne alındığında, tam kapsamlı bir ticaret anlaşmazlığında nihai olarak hangi tarafın üstünlük sağlayacağı sorusu ortaya çıkıyor.

Trump’ın AB mallarına gümrük vergisi koyması halinde Alman ekonomisi için işler zorlaşabilir. Münih merkezli Ekonomik Araştırma Enstitüsü Ifo, kasım ayında yaptığı açıklamada, bu durumda Alman ihracatçıların yaklaşık 33 milyar avroluk zararla karşı karşıya kalacağını öngörmüştü. Buna göre ABD’ye ihracatta yüzde 15 düşüş yaşanabilir.

ifo Uluslararası Ekonomi Merkezi Direktörü Lisandra Flach “ABD’nin açık, küresel iş birliğinden daha da uzaklaşmasına hazırlıklı olmalıyız” uyarısında bulundu. Almanya ve AB’nin, AB hizmet pazarını derinleştirmek ve ABD’ye karşı inandırıcı misilleme önlemleri almak gibi kendi önlemleriyle konumlarını güçlendirmeleri önerildi.

Ancak Trump’ın politikalarının ardındaki niyetlerin Avrupa’da yeterince anlaşılıp anlaşılmadığı belirsiz. Eski ABD Başkanı Joe Biden, Enflasyon Azaltma Yasası (IRA) ile Avrupa şirketlerinin ABD’ye daha fazla yatırım yapmasını ve üretimin bir kısmını oraya taşımasını sağlamıştı.

Ekonomik denetleme ve danışma çatı örgütü KPMG yönetim danışmanları, Trump’ın politikasının bu açıdan bir geri dönüş olmadığını, aksine onun da ABD’yi bir iş lokasyonu olarak güçlendirmeyi hedeflediğini söylüyor: “Amerikan ekonomisine yönelik açıklanan destek tedbirleri lokasyon açısından faydalı. Trump’ın göreve geldiği ilk dönemde, şirketler için en yüksek vergi oranı yüzde 35’ten yüzde 21’e düşürülmüştü. Şimdi ABD’de üretim yapan şirketler için yüzde 15’lik bir indirim daha yapılacağını, ithalatın ise çok daha pahalı hale getirileceğini duyurdu.”

Sadece Avrupalı şirketler için ABD’de üretim yapmak daha cazip hale gelmiyor. KPMG, ABD şirketlerinin iç pazardaki koşulların iyileşmesiyle birlikte Avrupa ve Almanya’daki yatırımlarını erteleyebileceğini veya tamamen bırakabileceğini söylüyor.

Almanya bazı sektörlerde ABD yatırımları için zaten bir öncelik değil. Trump yönetiminde federal cumhuriyet daha da fazla önem kaybedebilir.

ABD’nin gümrük vergileri getirmesi halinde Alman ekonomisi yüzde 1.5’e kadar çökebilir. KPMG, “O zaman resesyon kaçınılmaz olurdu” diyor.

Çeviren: Semra Çelik


Ulusal Birlik RN gensoruya katılması ve nedenini açıklamaktan kaçındı

Pauline Graulle
Youmni Kezzouf
Humanite

Aralık ayında Fransızları “korumak” için hükümeti devirmek gerektiğini tekrar eden Marine Le Pen’in partisi, bu kez başbakanı gensoru ile düşürmekten vazgeçti. RN, bu tutum değişikliğini açıklama zahmetine bile girmedi.

Çift karakterli bir Ulusal Birlik (RN) var: Biri çift günlerde, diğeri tek günlerde ortaya çıkıyor. Aralık ayındaki RN ile şubat ayındaki RN arasında da büyük fark var. Geçen yılın sonunda Marine Le Pen ve ekibi, Michel Barnier Hükümetini sert bir konuşma sonrası devirmişti. O dönemde bütçeyi “Sadece Fransa’ya zarar vermekle kalmayıp Fransızları rehin alan bir proje” olarak nitelendirmiş ve “68 milyon Fransız’ı korumak” gerektiğini savunmuştu.

Ancak 5 Şubat Çarşamba günü Marine Le Pen oldukça sessiz kaldı. Partisinin, Boyun Eğmeyen Fransa (LFI) tarafından sunulan ve aynı akşam Mecliste büyük ölçüde reddedilen iki gensoru önergesine oy vermeyeceğini açıklama görevini yardımcılarına bıraktı. RN Milletvekili Yoann Gillet, kürsüde hiçbir gerekçe sunmadan, aralık ayında yapılan eleştirileri neredeyse kelimesi kelimesine tekrarladı. Devletin “felaket yönetimi”, “derinleşen bütçe açığı”, “muazzam kamu harcamaları”, “vergi baskısı” ve hatta “üretenlerin sırtından yapılan organize haraç kesme” gibi ifadelerle hükümeti eleştirdi.

RN’nin kararsız tutumu

Aynı sorunlar aynı çözümleri gerektirdiğine göre, RN’nin “Fransızları koruma” gerekçesiyle bu bütçeye de karşı çıkması beklenirdi. Üstelik, François Bayrou’nun Michel Barnier’den daha çok Sosyalist Parti (PS) ile pazarlık yaptığı düşünüldüğünde, bu bütçede Marine Le Pen’in daha önce elde ettiği tavizlerden çok daha azı bulunuyordu.

Ancak RN, söylemleriyle eylemlerini tutarlı hale getirmek yerine, Yoann Gillet aracılığıyla Yeni Halk Cephesini (NFP) “palyaçolar” diyerek küçümsedi ve sol koalisyonu “Dr. Jekyll ve Bay Hyde gibi, tutarsız ve kararsız” olmakla suçladı. Ancak ironik bir şekilde, RN’nin kendisi de son günlerde çelişkili açıklamalar yapmaktan geri durmadı.

Pazar günü, Aşırı Sağcı Grubun Başkan Yardımcısı Jean-Philippe Tanguy, France 3’teki açıklamasında “Bence bir gensoruya katılmalıyız” dedi. İki gün sonra, RN Lideri Jordan Bardella, Europe 1’de bunun tam tersini söyledi: “Bu bütçe ulus ve Fransızların alım gücü için son derece kötü olsa da, Fransızlar yeni bir istikrarsızlık sürecinden fayda sağlamaz.” Bir RN yetkilisi Mediapart’a verdiği demeçte, “Bu durum kolay değil” derken, bütçeyi “harika olmasa da ilkine kıyasla daha az kötü” olarak nitelendirdi. Aynı yetkili, partinin seçmenine kararını açıklamakta zorlanacağını da kabul etti: “Önceki seferkinden farklı bir yönde açıklama yapmamız gerekecek.”

Çarşamba günü RN Milletvekili Franck Allisio, meclis koridorlarında “Bu kez gensoru için koşulların oluşmadığını herkesin anladığını” belirtti. “Kırmızı çizgilerimize dokunulmadı, bu yüzden gensoru vermemiz için bir sebep yok” diye ekledi. Ancak RN, François Bayrou Hükümetini önümüzdeki aylarda düşürmek için fırsat kolladığını açıkça söylemişti: “Eğer bir yasa Fransızların alım gücünü tehlikeye atarsa veya göç krizini daha da kötüleştirirse, biz düşürmeye hazırız.”

Diğer RN Milletvekili Sébastien Chenu ise daha da net konuştu: Partisinin, nisan ayında hükümete karşı daha sert bir tavır alacağını söyledi. Bunun rastgele belirlenmiş bir tarih olmadığı, 31 Mart’ta, mahkemede, Marine Le Pen’in yolsuzlukla suçlandığı davasının görülecek olmasıyla bağlantılı olduğu belirtiliyor.

Öğleden sonra RN, bütçeye gensoru oyu vermek yerine, Anayasa Konseyine başvurarak dört maddeyi iptal etmesini talep etti. Bu hamle, hükümete karşı koyamamanın yarattığı boşluğu doldurma girişimi olarak yorumlandı.

İlerleyen dönemde ne olacak?

Önümüzdeki günlerde Marine Le Pen’in partisi, hükümete gensoru vermemek için yeni fırsatlar bulacak. Başbakan, sosyal güvenlik bütçesinin iki kalan bölümüne de 49-3 maddesini uygulayacak. Bu, yeni gensoru önergelerine yol açacak olsa da bunların da kabul edilme şansı bulunmuyor.

Birkaç hafta sonra, Meclis sosyalistlerin “değerler” üzerine hazırladığı “spontane” gensoru önerisini tartışacak. Bu metin, Bruno Retailleau’nun politikalarına ve François Bayrou’nun geçen hafta “göç krizi” hakkında yaptığı açıklamalara odaklanacak. İçeriği göz önüne alındığında, RN’nin bu gensoru önergesini destekleme ihtimali düşük. Ancak bu kez, Marine Le Pen’in partisi neden karşı çıktığını açıklamak konusunda pek de çekingen davranmayacaktır.

Çeviren: Ali Yıldırım


‘Refah’ fikri tüm anlamını yitirmiştir: Sadece kadın hapishanelerinin acımasız durumuna bakın

Zoe Williams
The Guardian

Modern hapishane sanatının temellerinden biri, berbat koşullarda yaşıyorlarsa mahkumları refahlarını önemsediğinize ikna etmenin zor olmasıdır…

Bu arada kendine zarar verme konusu da uzun zamandır endişe kaynağı. 1990’larda ve 2000’lerde cezaevi psikologlarıyla kadın cezaevlerinde neden bu tür vakaların orantısız olduğuna dair ayrıntılı konuşmalar yaptığımı hatırlıyorum: Her zaman en ikna edici bulduğum fikirlerden biri, kadınların çocuk sahibi oldukları durumlarda neredeyse her zaman ana bakım veren kişi oldukları ve bu nedenle çocuklara kimin baktığı konusunda sürekli bir endişe içinde olduklarıydı. Bir başka teori de öfke kontrolü kursları gibi psikolojik müdahalelerin erkek mahkumlar için geliştirilmiş olmasıydı. Kadınlar öfkelerini kontrol edebileceklerini keşfettiklerinde farklı tepki veriyorlardı: Kendilerini suçluyorlardı.

Kendine zarar vermenin Adalet Bakanlığının sorunu olup olmadığı ise tartışılmadı. Bu tabii ki onların sorunu; eğer insanları hapsediyorsanız, onları güvende tutmak zorundasınız. Çarşamba günü, cezaevleri başmüfettişi İngiltere’deki cezaevlerinde bulunan kadınlarla ilgili bir rapor yayımladı ve bu raporda kendine zarar vermenin hapishanelerdeki “temel terbiye eksikliğinden” kaynaklandığı tespit edildi. Detaylar trajik. Mahkumların çocuklarını aramalarının ayda bir ile sınırlandırılması; ulaşım bağlantısı olmayan ve bu nedenle aile ziyaretlerinin çok pahalı olduğu uzak hapishaneler; erkekler için tasarlanmış hapishane üniformaları; çamaşır makinelerinde iç çamaşırı olmaması gibi tuhaf kısıtlamalar. Bunların bir kısmı performatif bir zulüm gibi görünse de hepsi bütçe kesintileri ve artan mahkum sayılarının zehirli bir kombinasyonundan kaynaklanıyor: İngiltere ve Galler’deki yetişkin kadın cezaevi nüfusu kasım 2023’te 3 bin 611 idi ve kasım 2027’ye kadar yüzde 16’lık bir artışla 4 bin 200’e çıkması bekleniyor.

Giderek artan bu cezalandırıcı yaklaşım tamamen gereksiz. Bu kadınların çoğu şiddet içermeyen suçlardan tutuklu ve hapis cezası almayacaklar. Bu sertlik gösterisini, bozuk bir adalet sistemini maskelemeye yönelik siyasi bir duruş olarak değerlendirmek spekülatif olacaktır. Kesin olan şu ki, 2012’den bu yana ceza infaz kurumlarında yapılan kesintiler aşırı kalabalık, yetersiz personel, deneyimsiz personel ve insanlık dışı koşullara yol açtı…

Akademisyenler David Walsh ve Gerry McCartney, “Sosyal Cinayet? Birleşik Krallık’ta Kemer Sıkma Politikaları ve Yaşam Beklentisi” adlı kitaplarında, bu politikaların insanların yaşamlarına hayati tehlike yaratabilecek zararlar verebileceği fikrini veriler ve vaka çalışmaları üzerinden inceliyorlar. 2014 ve 2018 yılları arasında ortalama yaşam süresi, onlarca yıllık sürekli iyileşmenin ardından Birleşik Krallık genelinde artmayı durdurdu. Nüfusun bazı kesimlerinde -örneğin Glasgow’daki en yoksul yüzde 20’lik kesim- erken ölümler yüzde 6 ila yüzde 7 arasında arttı…

Yerel yönetimlerin sosyal bakım bütçelerindeki kesintilerin, kişisel bağımsızlık ödemelerine (Pip) erişimin giderek daha sıkı hale gelmesiyle birleştiğinde nasıl yetersiz beslenmeye yol açabileceğini ya da yatak odası vergisinin nasıl umutsuzluktan ölümlere neden olabileceğini takip etmek hiç de karmaşık değil. 16 yaşındaki oğlunun da intihar etmesinin ardından boş bir odası olduğu için biriken borçlar nedeniyle kendini öldüren bir kadının durumu nefes kesici derecede üzücü.

BM’nin Aşırı Yoksulluk ve İnsan Hakları Özel Raportörü Profesör Philip Alston, 2018’de Birleşik Krallık’a yaptığı ziyaretin ardından kemer sıkma politikaları hakkında şunları söyledi: “Sonuç olarak, İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana İngiliz toplumunu bir arada tutan tutkalın büyük bir kısmı kasıtlı olarak ortadan kaldırıldı ve yerine sert ve umursamaz bir ahlak anlayışı getirildi.”

Bu tartışmada bir sonraki adımı engelleyen bir şey var, sanki bir sonraki ayağın düşmesine izin vermek istemiyormuşuz gibi: Umursamayan bir devletle ilişkiniz nedir? “Refah devleti” ifadesi artık yanlış mı? Bu tür yasal hükümleri tanımlamak için parçalanmamış başka bir yol mu bulmamız gerekiyor? Ulusların “gelişmekte olan” veya “gelişmiş” olduğu kavramı anlaşılırdır; ilkinde refahınız bir topluluk tarafından gelişigüzel bir şekilde denetlenir, ikincisinde ise refahınızın hükümet tarafından sağlandığı nirvanaya ulaşırsınız. Ancak geriye doğru gelişen bir devleti nasıl anlayabilir ve ona nasıl yönelebiliriz? Artık doğru olmadığı görüldüğü halde, refahımız her şeyden önemliymiş gibi politika ve toplumu tartışmaya devam etmemizi sağlayan tuhaf bir nezaket ya da dramaya karşı kolektif bir isteksizlik gibi geliyor.

Bu arada, “kırmızı duvar”ın İşçi Partili milletvekilleri, kemer sıkma politikaları ve sonrasındaki yaşam beklentisi etkilerinin en belirgin olduğu yerler, liderlerini göç konusunda daha sert konuşmaya çağırıyor; sanki Birleşik Krallık reformu oylarını yönlendiren buymuş gibi; sanki kuyuyu zehirleyen yabancılarmış gibi. Sanki seçmenlerin öfkesinin nereden geldiğini anlamak istemiyorlarmış, meşruiyetini düşünmek istemiyorlarmış gibi. Ama buna mecburlar. Yoksa politikaları, eğer buna politika denebilirse, süpürülüp gidecek.

Çeviren: Sarya Tunç

EVRENSEL'İNMANŞETİ

Şireci Tekstil 2023’te vergi öncesi kârı 1.6 milyar TL ama 2023’te hiç vergi ödemedi. İşçilere teklifi yüzde 30 zam.

Karafiber 2023’te 6.6 milyar TL değerinde net satış geliri elde etti. Bu satışlardan “kâr etmediğini” öne sürerek vergi ödemedi.

Yalçın Kardeşler Halı 2023’te kendi beyanıyla 44.4 milyon TL vergiye esas kâr elde etti. İşçilere yüzde 34 zam dayatıyor.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
RTÜK Başkanı “Ülkemizde olumlu olaylar olmuyormuş gibi haber servis ediliyor” deyip ‘yandık’, ‘bittik’ haberleriyle karamsarlık aşılandığını savundu, ceza tehdidinde bulundu.

Evrensel'i Takip Et