9 Şubat 2025 04:55
/
Güncelleme: 12:17

Tarihin doğru tarafında yer almak

Erdoğan yönetiminin dış politikadaki dönme dolapları, yandaş kalemlerce “siyasi manevra kabiliyeti” olarak pazarlanıyor. Ancak bu çarkların faturasını içeride ve dışarıda hep emekçiler ödedi.

Tarihin doğru tarafında yer almak

Fotoğraf: TCCB

Birkan Bulut
bulutbirkan06@gmail.com


Cumhurbaşkanı muzaffer bir komutan edası takınmaya çalışarak, parti kongresinde şöyle seslenmişti: “Zalimin karşısında, mazlumun yanında durmak suretiyle tarihin doğru tarafında yer aldık.”

İdlib’deki cihatçı örgütlerin başı Heyet Tahrir Şam (HTŞ), neredeyse elini kolunu sallayarak 12 günde Şam’a girdi. Karşısında önemli bir direnç yoktu. Suriye’de iç savaşın başladığı 2011 yılından beri Esad’ı devirmek için bu ülkede cihat eden gruplarla temas halinde olan Erdoğan yönetimi, HTŞ’nin bu şok ilerleyişinden hemen önceki aylarda Esad’a barışma çağrıları yapmıştı. Ama Halep’ten Şam’a ilerleyiş başladıktan hemen sonra, bu ilerleyişi açıkça emperyalist güçlerin siyasal ve ‘teknik’ desteğiyle sürdüren HTŞ’nin hamisi olduğu propagandasına başladı. Yani “tarihin doğru tarafı” bir kez daha ‘kazanandan yana’ olmaktı.

Önceki iktidarlar gibi Erdoğan yönetiminin de emperyalizmle ilişkilerine dair sayısız örnek verilebilir. Ancak AKP dönemi için, emperyalizme bağımlılığın artmasına rağmen antiemperyalizm hamasetinin en yüksek perdeden sürdürüldüğü, diplomatik anlamda en fazla ‘çark edildiği’ bir dönem de diyebiliriz.

İktidarın çark edişleri

İktidar bugüne kadar en kopmaz bağları ABD emperyalizmi ile kurdu. ABD ve Rusya arasındaki çekişmelerin bazı ‘fırsatlar’ yarattığı yanılgısıyla bölgede ‘kendi çapında emperyal bir güç’ olma hevesinin yol açtığı krizler bir kenara bırakılırsa, NATO’nun bayrağındaki pusula iktidarın rotasını şaşmaz şekilde belirledi. Donald Trump’ın, önceki başkanlık döneminde Erdoğan'a yönelik tehditlerine karşı alınan tutum da bunun en çarpıcı örneklerinden biridir. Rahip Brunson krizinde Türkiye’yi hedef alarak “Ekonominizi mahvederim” diye tweet atan Trump, Barış Pınarı harekatının başladığı gün gönderdiği mektupta “Sert adamı oynama. Aptallık etme!” diye yazdı. İçeriye ‘dünya lideri’ propagandası pompalayan Ankara’nın cevabı ise Brunson’u serbest bırakmak, Barış Pınarı harekatını kısa sürede durdurmak ve mektubu çaktırmadan çöpe atmak oldu.

Suriye’de 2011 yılında başlayan iç savaşta Esad karşıtı güçleri destekleyen iktidar, İslamcı grupları ‘eğitip-donatmak’tan, silahlandırmaktan Kürtlerin statü sahibi olmasını engellemeye, IŞİD’in alan kazanmasıyla sonuçlanan tutumlar almaktan silahlı muhalifleri ortak çatıda buluşturmaya kadar uzanan riskli bir politika izledi. IŞİD’in Türkiye’de bombalı saldırılarıyla giriştiği katliamların yol açtığı korku iklimi, AKP’nin siyasal meşruiyetini tahkim ederken, milyonlarca mülteci ucuz iş gücü olarak sanayi sermayesinin sömürüsüne sunuldu. Sınır ötesi harekatlarla çok sayıda askerin hayatını kaybetmesinin yanı sıra ciddi bir ekonomik yüke de yol açan bu sürecin son dönemecinde, Erdoğan Esad’la yeniden barışmaya çalıştı. Ancak iktidarını sürdüremeyen Esad’ın yerine, İngiltere, İsrail, Ukrayna gibi ülkelerin açık desteğiyle HTŞ’nin gelmesinin ardından bir kez daha Esad karşıtı politikaya dönüldü.

Akdeniz’de ‘dost’ arayışı ve İsrail ile ticaret

Zaman zaman tansiyonun yükseldiği Yunanistan ile kavga eden Erdoğan, “Benim için artık öyle biri yok” dediği Başbakan Miçotakis’i bizzat ziyaret etti ve samimi pozlar verdi. Erdoğan’ın seçimlerden sonraki ziyaretlerinde Atina durağı, “Batıyla normalleşme çabasında ilk adım” yorumlarına neden oldu.

Akdeniz’deki enerji politikalarında uzun süre yalnızlaşan Erdoğan yönetimi, Yunanistan’ın yanı sıra İsrail yönetimiyle de normalleşme adımları atmış, işgal altındaki Filistin davasını gündeminden çıkarmıştı. Ancak Netanyahu ile ABD’de görüşmesinin ardından Gazze’ye yönelik insanlık dışı katliamlar başlayınca, İsrail karşıtı söylemlere yönelmek zorunda kaldı. Fakat Filistin bombalanırken İsrail’le -savaşta kullanılan malzemeler dahil- ticaret aylarca sürdü.

Seçim sonucuna da yansıyan tepkilerin ardından ticaretin kesildiği söylense de aslında Filistin veya başka ülkeler üzerinden ihracat devam etti. İstanbul’da uluslararası savaş baronlarının gövde gösterisi yaptığı EXPO Fuarında İsrail’e füze ve uçak malzemeleri satan ABD, İngiltere, Fransa ve İtalya’dan dev silah tüccarları ağırlandı.

İsveç’in NATO’ya üyeliğine “teröre destek” ve F-16 pazarlıklarıyla karşı çıkan Erdoğan, Biden’dan alınan sözler ve İsveç’in bazı yasal değişikliklere gittiği gerekçesiyle hızla döndü. Oysa Finlandiya’nın üyeliğine karşı “F-16 sözünüzde durmadınız” diyen Erdoğan, “İcabında Finlandiya’yla ilgili farklı mesaj verebiliriz. Verdiğimiz zaman İsveç şok olacak” demişti.

Gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın 2018 yılında Suudi Arabistan’ın İstanbul Başkonsolosluğunda öldürülmesi sonrasında gerilen ipleri yumuşatan Erdoğan, 2022’de ilişkileri düzeltti ve genel seçimlere giderken döviz sıkışıklığını aşmanın yolunu Arap sermayesinde aradı. Sözünü tutarak seçimleri kazanınca “şükran turu”na çıktı.

Erdoğan, Mısır’daki Müslüman Kardeşler rejimini devirdiği için kendisine “darbeci” dediği Mısır Cumhurbaşkanı Abdülfettah es-Sisi ile barıştı. Bir dönem kürsülerden “Rabia” işaretini eksik etmeyen Erdoğan, iki eliyle “Katil Sisi’yi selamladı. 14 Şubat Sevgililer Günü’nde Kahire’ye giden Erdoğan dalga konusu oldu.

Siyasi manevra değil, emperyalizme bağımlılık

Erdoğan yönetiminin dış politikadaki dönme dolapları, yandaş kalemlerce “siyasi manevra kabiliyeti” olarak pazarlanıyor. Ancak bu çarkların faturasını içeride ve dışarıda hep emekçiler ödedi. ABD ile yaşanan krizde doların yükselmesi, Suriye’de korkunç yıkım ve milyonlarca mültecinin yaşadıkları, Filistin’de soykırım girişimine varan İsrail barbarlığı, Körfez sermayesinin sıcak parası karşılığında ülkenin pazarlanması...

Bu fatura sadece uluslararası krizlerde ödenmedi. Ülkenin yıllarca sömürge ülkesi gibi peşkeş çekilen madenleri işçilere mezar, doğaya ve halka zehir oldu. Özelleştirmelerde ülkenin kaynaklarından en çok yararlanan emperyalist ülkelerin tekelleri oldu. Sermayenin hizmetindeki iktidar, uluslararası tekellerin yanında yer alarak metal işçilerinin grevini yasakladı.

‘Can çekişen kapitalizm’

Örnekler uzayıp gider. Başa dönecek olursak; Erdoğan yönetimi sermayenin çıkarlarının temsilcisi olarak bugüne kadar hep emperyalistlerin tarafında durdu. Oysa kapitalistlerin ve ideologlarının dillerinden düşürmedikleri “sürdürülebilirlik” kavramının kendisi bile, kapitalizmin ömrünü doldurduğu ön kabulünü ele veriyor.

Emperyalizmi “can çekişen kapitalizm” diye tanımlayan Lenin’i haklı çıkaracak sayısız örnek sıralanabilir. Ezilen halkların mücadele tarihi Ortadoğu’dan Afrika’ya, Güney Amerika’dan Asya’ya kadar gerçek antiemperyalist direnişlerin haklılığını yazmaya devam ediyor.

Evrensel'i Takip Et