Darwin 216 yaşında: Yaşamı bugüne de ışık tutabilir mi?
Darwın’in zamanında olduğu gibi, evrim karşıtlığı yalnızca dini ya da ideolojik dogmalarla sınırlı kalmayan, politik bir mesele. Oysa iklim krizinden pandemilere kadar birçok alanda kendini gösteriyor
![Darwin 216 yaşında: Yaşamı bugüne de ışık tutabilir mi?](https://staimg.evrensel.net/upload/dosya/173500.jpg)
Fotoğraf: duncan c/Flickr (CC BY-NC 2.0)
Kaan Biçici
kaan.bicicii@gmail.com
Dünya’nın çeşitli yerlerinde Darwin’in doğum günü olan 12 Şubat, aynı zamanda Darwin Günü olarak da kutlanırken bilim dünyasına yaptığı katkıları anılmakla da sınırlı kalınmıyor. Birçok etkinlik ve söyleşi de Darwin’in devrimci fikriyle beraber aynı zamanda öne sürdüğü kuramsal çerçevenin de işaret edebileceği eleştirel düşünce ve bilimsel sorgulama ruhunu hatırlatmaya vesile oluyor.
Kuşkusuz insanlık tarihi, yalnızca “birkaç” kişinin tarihi değildir; ancak düşünsel alanda önemli katkılar sunmuş kişilerin biyografileri ve yaşadıkları olaylar hem kendi dönemlerini anlamak hem de çeşitli toplumsal olguları kavramak açısından değerli birer araç halini alabiliyor. Darwin’in sadece “doğal seçilim” mekanizmasını ortaya atarak evrim teorisini “kuramsallaştırma” sürecinde yaşadıkları da günümüzde hâlâ süregelen birçok “karşıtlık” ve “çelişkiyi” aydınlatabilecek nitelikte.
Tembihle çıkılan yolculuktan, notlar ve gözlemlerle dönüş
12 Şubat 1809’da dünyaya gelen Charles Darwin, aristokrat bir ailede doğdu ve bu ayrıcalıklı kökeni ona dönemin en seçkin eğitim olanaklarına erişim sağlamıştı. 1831 yılında HMS Beagle gemisiyle beş yıl sürecek ünlü yolculuğuna çıkan Darwin, her ne kadar yolculuğa “deniz canlısı ve böcek örnekleri” toplamaya meraklı bir kişi olarak çıksa da bu seyahat sırasındaki gözlemleri ve topladığı örnekler onun Türlerin Kökeni’nde ortaya koyacağı kuramsal çerçevenin temel taşlarını oluşturacaktı. Ancak Darwin’in bilimsel keşifleri yalnızca gözlem ve verilerle sınırlı değildi; aynı zamanda yaşadığı Viktoryen dönemin katı dogmalarına da meydan okumayı gerektiriyordu. Öyle ki yaşamının her evresinde bu meydan okumayla yüzleşecekti Darwin. Hatta gemi yolculuğu da öyle başlayacaktı.
Darwin’in HMS Beagle yolculuğuna çıkmadan önce hocası John Henslow, ona dönemin saygın jeologlarından Charles Lyell’ın Jeolojinin İlkeleri adlı kitabını yanına almasını tavsiye etmişti. Ancak Henslow, kitabı okurken Lyell’ın ileri sürdüğü fikirleri sorgulamasını ve doğrudan inanmamasını da özellikle tembihlemişti. Çünkü Lyell’ın jeolojik süreçlerin yavaş, sürekli ve uzun vadeli değişimlerle şekillendiğini savunan “uniformitarianizm” anlayışı, o dönemde hakim olan ve doğanın sabitliği ile ani, büyük felaketlerle açıklanan “katastrofizm” görüşüne meydan okuyordu.
Darwin, bu kitabı Beagle yolculuğu boyunca dikkatle inceleyerek, Lyell’ın yeryüzü şekillerinin yavaş ve sürekli değişimlerle oluştuğuna dair argümanlarından derinlemesine etkilenmişti. Bu etki, Darwin’in doğa gözlemlerini yorumlama biçimini dönüştürerek, biyolojik çeşitliliği de benzer bir evrimsel süreçle açıklama fikrinin temellerini atacaktı. Dönemin dogmatik düşünce yapısı, doğanın değişmez düzenini tanrısal bir planın parçası olarak görürken, Darwin’in gözlemleri ve hatta kendisi de oldukça dindar birisi olan Lyell’ın fikirleri, değişimin doğanın temel yasası olduğu fikrini işaret ediyordu.
Fotoğraf: John Collier
Biriken notlar, yayımlan(a)mayan bir kitap
1836 yılında Beagle yolculuğundan İngiltere’ye dönen Charles Darwin, yalnızca doğa tarihine dair zengin gözlem ve örneklerle değil, aynı zamanda sağlığına kalıcı etkiler bırakan bir hastalıkla da dönmüştü. Güney Amerika’da yakalandığı bir parazitin neden olduğu Chagas hastalığı, hayatının geri kalanında onu kronik yorgunluk, sindirim problemleri ve çeşitli nörolojik rahatsızlıklarla mücadele etmeye zorladı. Bu durum, Darwin’in yaşamını daha çok evde geçirmesine ve sahadan ziyade masa başında yürüttüğü araştırmalarına odaklanmasına neden oldu. Evindeki çalışma odası, onun bilimsel üretkenliğinin merkezi haline geldi; burada kuş gözlemleri yapıyor, bitki ve böcek örnekleri inceliyor ve Beagle yolculuğundan kalan notlarını sistematik bir şekilde değerlendiriyordu.
Biriken bu veriler ve gözlemler, Darwin’in evrim kuramının şekillenmesine zemin hazırladı. Ancak kuramını kamuoyuna sunma konusunda uzun yıllar tereddüt edecekti. Hem dönemin dini dogmalarla örülü entelektüel atmosferi hem de meslektaşlarının tepkilerinden çekiniyordu. Bu sessizlik, 1858 yılında Doğa Bilimci Alfred Russel Wallace’tan gelen bir mektupla bozuldu. Wallace, Malezya takımadalarındaki gözlemlerine dayanarak, Darwin’in yıllardır geliştirdiği evrim fikrine şaşırtıcı derecede benzeyen bir doğal seçilim teorisi ortaya koymuştu. Bu durum Darwin’i teorisini daha fazla ertelemeden yayımlamaya zorlayacaktı.
24 Kasım 1859 yılında Türlerin Kökeni yayımlandığında, kitap bilim dünyasında ve kamuoyunda büyük bir yankı uyandırdı. Birçok bilim tarihçisinin de hem fikir olduğu gibi Darwin teorisini sunarken doğrudan Tanrı inancına meydan okumaktan kaçınmış, doğa yasalarının işleyişine vurgu yaparak dönemin dindar çevrelerine daha yumuşak bir geçiş alanı bırakmıştı. Yine de kitap, özellikle kilise çevrelerinden gelen sert eleştirilerden de nasibini alacaktı.
Öyle ki tepkilere yanıt olarak Darwin, eserin ikinci baskısında bazı düzeltmeler yapacaktı; örneğin oldukça yaygın olarak da bilinen “Bu yaşam görüşünde ihtişam vardır” alıntısının da geçtiği cümleye “yaratıcı tarafından” eklemesini yapacak daha uzlaştırıcı bir dil kullanmaya çalışacaktı. Hatta öyle ki “evrim” kelimesini kullanımı dahi bu duruma dahil.
Darwin “evrim” kelimesi yerine “değişimle birlikte türeme”, “farklılaşarak üreme” gibi ifadeleri tercih edecekti. “Evrim” kelimesi, o dönemde daha çok embriyolojik gelişim süreçlerini tanımlamak için kullanılıyor ve pek de “tasvip edilmeyen” belirli felsefi çağrışımlara sahipti. Ancak zamanla hem bilimsel camiada hem de kamuoyunda “evrim” terimi, Darwin’in teorisini tanımlamak için yaygın biçimde kullanılmaya başlandı. Darwin de bu değişimi göz ardı etmedi ve nihayet 1872’de yayımlanacak olan Türlerin Kökeni’nin altıncı baskısında “evrim” kelimesini kullanarak teorisini bu yeni kavramsal çerçeveyle daha açık bir biçimde ilişkilendirmiş oldu.
İnsanın dahil olduğu evrimsel tarih
Türlerin Kökeni’nde Darwin, insanın evrimine doğrudan değinmekten özellikle kaçındığı düşünülür. Bu basit bir kaçınma ya da temkinlilik değil, uygun zamanın beklendiği dönemin dini ve toplumsal hassasiyetlerine karşı bir strateji olarak da değerlendirilmekte. Kitabın neredeyse tamamı bitkiler, hayvanlar ve genel biyolojik çeşitlilik üzerindeki doğal seçilim ve insan müdahalesiyle yapılan yapay seçilim mekanizmasını açıklamaya odaklanmıştı.
Türlerin Kökeni’nin ardından Darwin, evrim teorisini insan türüne ve cinsiyetler arası farklılıklara uyguladığı iki önemli eser daha yayımlayacaktı: İnsanın Türeyişi ve Seksüel Seçme (1871) ve İnsan ve Hayvanlarda Duyguların İfadesi (1872). Bu çalışmalar, özellikle insanın evrimsel süreç içindeki yerini açıklaması nedeniyle dönemin bilimsel ve dini çevrelerinden yine yoğun eleştiriler alacaktı. Darwin’in insanın doğa yasalarına tabi bir tür olduğunu savunması, “insanı ayrıcalıklı bir varlık” olarak gören anlayışla doğrudan çelişiyordu. Tıpkı Galileo Galilei’nin teleskobunu gökyüzüne çevirerek insanın evrendeki merkezi konumunu sorgulaması gibi, Marx ve Engels’in insanlığın tarihin temelini bireylerin değil, sınıf mücadelesinin belirlediğini ortaya koyması gibi Darwin de doğayı inceleyerek insanı biyolojik olarak ayrıcalıklı olduğu anlatısının koyduğu tahtından indirecekti.
Varlığını sürdüren bilim karşıtı görüşler
Bugün Türkiye de dahil olmak üzere evrim teorisinin bazı ülkelerde müfredattan çıkarılması ya da sınırlandırılması, bir doğa yasası olan evrimin anlaşılmasına karşın “alternatif” diye sunulan bilim karşıtı görüşlerin yaygınlaştırılma çabası bilimsel düşünceye karşı olan güçlerin hâlâ etkin olduğunu gösteriyor. Darwin’in zamanında olduğu gibi, evrim karşıtlığı yalnızca dini ya da ideolojik dogmalarla sınırlı kalmayıp aynı zamanda politik bir mesele. Oysa evrimin gerçekliği, iklim krizinden pandemilere kadar birçok alanda kendini daha açık ve hatta daha acı biçimlerde gösteriyor. Antibiyotik direnci, viral mutasyonlar ya da ekosistemlerdeki hızlı değişimler, evrimin yalnızca entelektüel ya da düşünsel bir tartışma değil, bugünün bir gerçeği olduğunu da fazlasıyla kanıtlar nitelikte. “Değişim” fikrine olan açık bir savaş ise insanlık tarihinin sınıflı toplumlar yapısında iktidarı elinde bulunduran güçlerin kendi konumlarını kaybetmeme gerçekliklerinin bariz bir tezahürü.
Bu sebeplerden ötürü evrimin doğru anlaşılması ve geniş kitlelere ulaştırılması da hâlâ önemini koruyor. Bilimsel olmakla uzaktan yakından alakası olmayan hurafelere karşı durmak yalnızca “akademik” bir sorumluluk değil; aynı zamanda toplumsal gelişmelerin anlamlandırılmasının ve toplumun “değişmesine” dair müdahalenin gücünün sahiciliğinin anlaşılmasının temel noktalarından. Hakikatin anlaşılması da hurafe olanın yenilgisi de ancak böyle mümkün.
Evrensel'i Takip Et