İliç: Madenciliğimizin fotoğrafı
Çok uluslu şirketler sömürgeci güçlerin uç karakolları. Kazanan onlar ama ölen biz, toprağı suyu zehirlenen biz, kaynakları talan edilen biz, yoksulluk çeken yine biz.
![İliç: Madenciliğimizin fotoğrafı](https://staimg.evrensel.net/upload/dosya/256045.jpg)
Fotoğraf: DHA
Mehmet Torun
Maden mühendisi
Bir yıl önce 13 Şubat 2024 tarihinde Erzincan-İliç’te Anagold Madencilik isimli bir şirkete ait altın işletmesinde meydana gelen faciada 9 işçi yaşamını yitirdi, on binlerce ton siyanürle yıkanmış malzeme doğaya yayıldı. Anagold’un yüzde 80 hissesi ABD-Kanada kökenli SSR Mining isimli çok uluslu bir şirketin. Yerli ortağı ise yüzde 20 hisseyle Çalık Holding.
Bu facia, ülkemizde yapılan madenciliğin büyük bir fotoğrafı aslında. Paranın kokusunu alarak on binlerce kilometre uzaklardan gelmiş bir şirket, Anadolu’nun ücra bir köyünü başka bir yere taşıyarak altın çıkarıyor. Bürokratik işlerini daha rahat yürütmek için iktidara yakın bir şirketi ortak olarak alıyor. Yöredeki feodal yapı kullanılarak güçlü aileler alt taşeron yapılıyor. Yerel yönetimlerle ilişkiler güçlü tutuluyor. Tarikat ve cemaatlerin her istedikleri yapılıyor. Spor kulüplerine sponsor olunuyor, sosyal sorumluluk kisvesi altında camilere, okullara yardım yapılıyor. Yetkili işçi sendikası, patronların istediği doğrultuda örgütlenip öyle hareket ediyor. Kısaca, bölge tümüyle şirketten soruluyor.
Merkezi yönetim, şirketin sorunlarını hızlıca çözüyor. Kapasite artışı isteniyorsa tüm itirazlara karşın yerine getiriliyor talep hem de üç kez. Vergi affı ile ödüllendiriliyor şirket. İtirazlarına devam eden köylüler hakkında davalar açılıyor. Şirket için dikensiz gül bahçesine çevriliyor ortam.
Her şey yolunda gözüküyor ama şirketin daha çok kazanma hırsı zorluyor şartları. Altın üretimi için kayalar parçalanıp, öğütülüyor, yığın haline getirilip siyanürle yıkanarak kayaların içindeki altın kazanılıyor. Yığın yükseldikçe risk artıyor ama paranın adı sıcak, devam ediliyor işlemlere. Yığında çatlaklar oluştuğu söylense de karar verecek merci yurtdışında olduğu için işler durdurulmuyor. Sonra beklenen oluyor, siyanürlü çamur yığını akıyor ve insanları yutuyor.
Olaydan hemen sonra yetkililer gerekenin yapılacağını, sorumluların hesap vereceğini söylüyor her zamanki gibi. Devletin tüm kurumları teyakkuza geçiyor, konunun uzmanları tv kanallarında uzun uzun anlatıyor teknik detayları. Zorlu uğraşlarla haftalar sonra cansız bedenlere ulaşılıyor. Ateş düştüğü yeri yakıyor elbette.
Hukuki süreçler başlıyor, bilirkişiler, keşifler. Meslek odaları, sendikalar olay mahalline sokulmuyor. Bilirkişiler, olayda şirketle birlikte ilgili bakanlığın da kusurlu olduğunu yazıyorlar raporlarına. Daha sonra rapor değişiyor ve ne hikmetse bakanlığın kusuru, sorumluluğu ortadan kaldırılıyor. Bu nedenle açılan davada bakanlığın adı bile geçmiyor. Şüpheli olarak iki-üç teknik eleman kalıyor ortada. Onlar yargılanacak ve hesap verecekler belli ki. İşler iyi giderken ortalıkta fiyakalı şekilde gezinenler görünmez oluyor.
2000 yılında bir ons (31.10 gram) altının fiyatı 300 dolar iken 2024 yılında 2700 dolara yükselince dünyanın her yerinde altın peşine düşüyor avcılar. Öyle ki bir ton kayadan yarım gram altın çıkarmak bile para kazandırınca dağı taşı parçalıyor, un gibi eliyorlar. Gözleri başka bir şey görmüyor yeşil dolardan gayri.
Ülkemizin her bölgesinde zengin altın yatakları olduğunu öğrenince üşüştüler o yörelere de. Devlette destekliyordu çalışmalarını ancak köylüler itiraz ediyordu. Topraklarına, sularına sahip çıkıyorlar, şirkete vermek istemiyorlardı. Bununda çözümü bulunmuştu sonunda. Devlet, ‘acele kamulaştırma’ yöntemiyle toprağı alıyordu şirket adına köylünün elinden. Bir sabah uyandığında yıllardır ekip biçtiği tarlasına giremiyordu köylü. Onun değildi artık tapulu arazisi. En fazla ödenecek ücrete itiraz edebilirlerdi. Çok ısrarcı olursa haklarında dava açılabilirdi, şirket şikayet ettiğinde. İtiraz edenlere ikna yöntemi de uygulanıyordu elbette. Anlı şanlı bazı bilim insanları, raporlar hazırlıyorlardı bu konuda. Kalkınmak, büyümek için gerekliydi bu işler. İtiraz edenler cahildi, dış güçlerin adamıydı, şer odaklarına hizmet ediyorlardı.
Uluslararası şirketlere cazip geliyordu ülkemizde altın çıkarmak. Kendi raporlarına göre, bir ons altının üretim maliyeti ortalama 450 dolar iken 2700 dolara satabiliyorlardı. Aradaki büyük farka bakınca bunun için çok şey yapabilecekleri aşikardı. Üstelik, yine kendi rakamlarına göre devlet hakkı olarak ödedikleri bunun yüzde ikisiydi. Aldıkları teşvikler, vergi iadeleri, muafiyetler ve vergi afları ise kaymağıydı işin.
SSR Mining’in İcra Kurulu Başkanı Rod Antal, “…başarısızlığın bir mühendislik tasarım kusurunun sonucu olduğunu” söylüyor. Antal, madenin yeniden açılması için gerekli izinlerin alınması amacıyla ilgili makamlarla yakın iş birliği içerisinde çalışmaya devam edildiğini aktarıyor. Anlaşılan yakın gelecekte hiçbir şey olmamış gibi devam edecekler bıraktıkları yerden. Nasılsa sorulmuyor bu kadar yanlışlığı kim tasarladı diye. Fırat’ın hemen kenarına ve fay hattı üzerine kimler yapmış bu tasarım kusurunu acaba.
Toparlarsak, çok uluslu şirketler sömürgeci güçlerin uç karakolları. Görevleri, talan etmek sömürmek başkalarının kaynaklarını. Kazanan onlar ama ölen biz, toprağı suyu zehirlenen biz, kaynakları talan edilen biz, yoksulluk çeken yine biz.
Bu fotoğraf değiştirilmez, direnilmez ve bu yanlışlıklara itiraz edilmezse çocuklarımıza, torunlarımıza hesap veremeyiz.
Evrensel'i Takip Et