Sahi AKP, 1800'lerde iktidar mıydı!
1800’lerin İngiltere’sinde makineler fabrika ve atölyelere, çocukların boyuna uygun olacak şekilde kuruluyordu. Çocuk işçiliği o kadar yaygındı ki gündüz çalışan çocuklar için gece okulu açılmıştı.

Kömür endüstrisindeki çocuk işçiler, 1910, Pensilvanya.
Cihan Çelik
chnclkchn@gmail.com
Bir kolu vardır, demir bir kolu
Gerçi tek koldur önü sonu;
Ama o kudretli koldadır büyü,
Milyonları ser-sefil yapan
Edward P. Mead
***
MESEM’ler, çıraklık, artan çocuk işçilik ve iş cinayetleri, nüfus hızı, ailenin korunması, eğitimin dincileştirilmesi, kadınların esnek çalışmayla çocuk bakımı dahil ev işlerini yapar hale getirilmesi, Diyanetin hayatın her alanında devreye girmesi… AKP döneminde muhafazakarlık ve yaşam biçimi ikilemine sıkıştırılan tartışmaların tarihi oldukça eski.
Engels’in 1845 yılında kaleme aldığı “İngiltere’de Emekçi Sınıfların Durumu” kitabı Sanayi Devrimi’yle birlikte uygulanmaya başlanan yöntemler ve beraberindeki tartışmaların kaynağına ışık tutuyor: Sermaye ne isterse, neye ihtiyaç duyarsa o!
Engels Sanayi Devrimi öncesini şöyle anlatıyor: “Dokumacı aileler, kentlere komşu olan kırsal alanda yaşarlar ve ücretleriyle oldukça iyi geçinir giderlerdi… Çocukları, temiz kır havasında büyüyordu; çalışmada ana-babalarına yardım ederlerse, bu ancak ara sıra olurdu.”
Bu tabloyu tepetaklak eden sanayi devrimi oldu. Makinelerle birlikte daha fazla dokuma işçisine ihtiyaç vardı önceleri. Emek talebi büyüktü, ücretler yüksekti. Zamanla çiftçi-dokumacılar bütünüyle ortadan kalktı. Sanayi Devrimi sonrası çiftçiler, tamamen aldığı ücretle yaşayan dokumacılar sınıfı içinde eridi. Engels, “Böylece işçiler, proleterler ortaya çıktı” diyor, bu süreç için.
Dua ederken uyuyakalan çocuklar
Sanayide “yüksek ücret” dönemi kısa süreli ve geçici oldu. Bir dönemin “gürbüz çocukları” kısa sürede fabrikaların parçası olmaktan kaçınamadı. Zaten eğitime erişebilen çocuk sayısı çok sınırlıydı, okullarda devam zorunluluğu yoktu.
İşçiler okula devam zorunluluğunu destekliyorlardı ancak sanayi burjuvazisi buna bütün gücüyle karşı çıktı. Fabrika ve atölyelere, makineler bile çocukların boyuna uygun olacak şekilde alçak kuruluyordu. Sanayide çocuk emeği o kadar yaygındı ki gündüz çalışan çocuklar için gece okulu açıldı.
O dönem hazırlanan Çocukların Çalıştırılması Hakkında Komisyonun raporunda yer alan kesitler iki yüzyıl öncesi ile bugün arasındaki benzerliklere ışık tutuyor: Çocuklar genelde ders dinlerken uyuyakalıyordu, pazar okullarından (kilisede verilen eğitim) da bir şey öğrenemiyorlardı. Zaten eğitim “hayırseverlerin” ve kilisenin elindeydi. Çocuklar “tıka basa din eğitimi alsalar da” bu bile yüzeyseldi. Kimi “hayırsever” patronlar ise çocuklar için çıraklık “eğitimi” vermeye başlamıştı. İşten dönen çocuklar o kadar yorgun oluyordu doğru dürüst yemek bile yiyemeyen bu çocuklar yataklarının baş ucunda diz çöküp dua ederken uyuyakalıyorlardı.
Yumruklananlar, kayışla dövülenler
Engels, günde 12-16 saat çalıştırılan çocuklardan, ilerleyen yaşlarda geriye ne kaldığını şöyle anlatıyor kitapta: “Çocukluk yaşından itibaren her gün, günde on iki saat iğne ucunu sivrilten ya da dişlileri eğeleyen ve başından beri İngiliz proletere zorla kabul ettirilmiş koşullar altında yaşayan bir insan, otuzuncu yılında insansal duyguyu ve yeteneği ne kadar koruyabilir ki?
Sadece ruhen değil, bedenen de büyük hasar alır çocuklar. Nezaretçilerin uyumasınlar diye çocukları yumruklaması, uyuyakalan çocukların kayışla dövülmesi vakayı adliyedendir: “Atölyelerdeki çocuklar bile, imalatçılara birkaç yıllığına çırak olarak kiralanmışlar ve çok sayıda çocuk böylece çalıştırılmıştır. Bu çocuklar aynı yerde kalır, birlikte yemek yer, aynı giysileri giyerlerdi. Kuşkusuz patronun kölesiydiler; kendilerine çok haşin ve çok barbar davranılırdı… İşçi sınıfı çocukları arasındaki ve özellikle fabrika işçilerinin çocukları arasındaki yüksek ölüm oranı, çocukların ilk yıllarını sağlıksız koşullarda geçirdiklerinin yeterli kanıtıdır. En iyi durumda sonuç, hastalığa yakalanma eğilimidir, beden gelişmesinin durmasıdır ve bunun sonucu olarak bedenin normalden daha az güçlü olmasıdır.”
Omurga çarpıklığı, bacaklarda deformasyon, bileklerdeki kemik bağlarının gevşemesi, düz tabanlık, kötü gıda nedeniyle zayıf bedenler çocuklarda yaygın görülüyordu.
Ucuz çocuk emeğine o kadar iştahlıdır ki burjuvazi, bir süre sonra makinelerin gelişmesiyle birlikte büyük işçi kıyımlarında ilk yetişkin erkekleri atar. Çocuk ücretine çalışmayı kabul edenler ancak kalabilmiştir fabrikalarda. Bir de yine ücretleri ucuz olduğu için 21 yaşına kadar olan kadınlar vardır. İşsiz erkekler ev işleri yapmaya çalışır, genç kadınlar ev işlerini, çocuk bakımını hiç bilmez hale gelir.
Patronların ödeyeceği ceza devede kulak
Giderek fabrikalar kentlere taşınır ve çoğalırken işçi ihtiyacı artar, makinelerin boyutu da büyümeye başlar. İşçi sınıfının koşullara isyanı ve mücadelesiyle Çıraklık Yasası, Fabrika Yasası gibi kanunlar gündeme gelir. “Tüm fabrikalarda on sekiz yaşın altındaki gençlerin, günde on iki saatten fazla, cumartesi günleri de dokuz saatten fazla çalışmaması” öngörülür.
Ama diyor Engels, “İşçiler, patronlarına karşı, işten atılmaksızın tanıklık edemeyecekleri için, bu yasanın pek az yararı oldu.” 1833 yılında çıkarılan Fabrika Yasası’yla 9-13 yaş arası çocukların çalışma süresini haftada 48 saat, 14-18 yaş arası gençlerin çalışma süresini haftada 69 saatle sınırladı. “On dört yaşından küçük olan her çocuk için günde iki saat zorunlu okul esası kondu. Öğretmenin ücretini ödemek üzere işverenin, çocuğun haftalık ücretinden bir peni kesmesine izin verildi.”
Devamını Engels’ten dinleyelim: “Alelacele ve rasgele kabul edilen okula zorunlu devam esası ise ölü doğdu, çünkü hükümet iyi okullar sağlamayı başaramadı. İmalatçılar, işe yaramaz hale gelen işçileri öğretmen olarak çalıştırdılar; çocukları günde iki saatliğine ona yolladılar ve böylece yasanın hükmüne uymuş oldular; ama çocuklar hiçbir şey öğrenmedi… Birçok işveren yasayı uygulamıyor, yemek arasını kısaltıyor, çocukları izin verilenden daha uzun süre çalıştırıyor ve mahkemeye verilmeyi göze alıyor, çünkü yasaya karşı gelerek sağlayacağı kazancın, ödeyeceği para cezası yanında devede kulak olduğunu biliyor.”
10 saatlik iş günü işçiler arasında temel talep haline gelirken Avam Kamarası bu talebi kabul etmemek için her yolu denedi. En son hükümetin düşmemesi için 1844’te 12 saatlik iş günü yasal hale geldi.
‘Bu bir cinayettir!’
10 saatlik iş günü mücadelesine dikkat çeken Engels burjuvaziye ilişkin şu değerlendirmeyi yapıyor:
“Bir insan, bir başkasına ölüme yol açan bedensel bir zarar verdiği zaman buna adam öldürme diyoruz; saldırgan, vereceği zararın öldürücü olduğunu önceden biliyorsa o zaman buna cinayet diyoruz. Ama toplum yüzlerce proleteri, çok erken yaşta doğal olmayan bir ölümle yani kılıç ya da kurşunla ölüm gibi zorba yollardan ölümle karşı karşıya geleceği bir konuma koyduğu zaman, toplumun o yaptığı bir bireyin yaptığı gibi ve aynı kesinlikle cinayettir… Bu arada burjuva görsün ya da görmesin, ulus kendi yolunda yürüyor ve günün birinde mülk sahibi sınıfı, kendi felsefesinin düşlemediği şeylerle şaşırtacak.”
Evrensel'i Takip Et