Özel hastane çetesi davasının 3. duruşması | Patronlar suç işlemeye devam ediyor
Özel hastane çetesi davası sürerken hastane patronları ve kamu görevlileri sanık değil. Dava iddianamesinde yer alan şirketin kapatılmayan hastanesinde ameliyat masasında stent pazarlığı yapıldı.

Fotoğraf: Evrensel
Nisa Sude Demirel
nisasudedemirel3@gmail.com
İstanbul – Sosyal Güvenlik Kurumundan (SGK) daha fazla para almak için boş hasta yataklarını doldurmak ve en az 10 bebeğin ölümüne neden olmakla suçlanan özel hastane çetesi davasının 3. duruşmasına bugün devam edilecek. İstanbul 22. Ağır Ceza Mahkemesinde görülecek duruşma öncesi örgüt lideri olmakla suçlanan sanıklardan Dr. İlker Gönen cezaevinde yaşamına son verdi. İddianamede çok sayıda doktor ve sağlık çalışanı hakkında uzun yıllar hapis cezaları istenirken yaşananların asıl sorumlusu olan özel hastane patronları ve gereği gibi denetim yapmayan kamu görevlileri de soruşturma dışında tutuluyor. Sağlık hukuku alanında çalışan Avukat Songül Beydilli, duruşmanın gidişatını ve sağlıkta özelleştirmeleri anlattı.
Kapatılmayan hastanede stent pazarlığı
Toplumda infial yaratan özel hastane çetesinin ortaya çıkmasının ardından Sağlık Bakanlığı, özel hastanelere yönelik çeşitli düzenlemeler yapsa da özel hastane patronlarına yönelik cezasızlık politikası özel hastanelerde halk sağlığını hiçe sayan uygulamaların devam etmesine engel olmuyor. Geçtiğimiz günlerde ‘Aile Hastanesi’nde ameliyat masasında hastayla yapılan stent pazarlığı buna sadece bir örnek. Bu pazarlığın yapıldığı 'Aile Hastanesi’nin adı yabancı değil. Hastane, özel hastane çetesi iddianamesinde adı geçen Şafak Sağlık Grubuna ait. Şirketin İstanbul'da önemli bir yapılanması var. 1998'de dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel tarafından açılışı yapılan Şafak Sağlık Grubu, Öztürk ailesine ait. Hastaneler Saim Öztürk, Seçim Öztürk, İlker Öztürk ve Cem Türker Öztürk üzerine kayıtlı. Hastaneler yoğunluklu olarak Özel İstanbul Şafak Hastanesi, Özel Avrupa Şafak Hastanesi (2025'te aldığı yeni isimle Özel Da Vinci Sağlık Hizmetleri) ve İlkem Öztürk Sağlık Hizmetleri şirketlerinde toplanıyor. Ancak şirket sitesinde sahip olunan hastanelerin ismine erişilemediğinden hastanelerin tam listesi görülemiyor. Şirket isimleri ile sorgulandığında Özel İstanbul Şafak Hastanesi, Özel Avrupa Şafak Hastanesi, Arnavutköy Şafak Tıp Merkezi ve Özel Ataköy Hastanesinin Şafak Sağlık Grubuna ait olduğu görülüyor. Şu an kapalı durumda gözüken Bağcılar Şafak Hastanesi de şirkete aitti.
Hasta taşıma hizmeti veriyorlar!
Ayrıca Şafak Mobil Sağlık ve İş Güvenliği Hizmetleri AŞ de şirkete ait. İstanbul Havalimanının açılışıyla aynı tarihte, 2018’de kurulan firma, İstanbul Havalimanında ayakta sağlık hizmeti veriyordu. Ayrıca hasta taşıma ve ambulans hizmeti de veriyor. Firmanın reklamında bu 'hizmet' şöyle tarif ediliyor: “Hastalarımızın klinik durumlarının sağlık personellerimiz aracılığı ile belirlenmesi ve sağlık durumuna en uygun olan hastaneye yönlendirilmesine yönelik hizmetimizdir.” 517 yatak kapasiteli Gaziosmanpaşa Medicalpark Hastanesini de firma inşa ederek Medicalpark Grubuna kiralamış.
Defalarca vergi alınmamış
Hastanelerin sahibi bu üç şirketten çeşitli zamanlarda vergi alınmamış. Örneğin İlkem Öztürk Sağlık Hizmetleri ve Ticaret AŞ 2021, 2022, 2023'te vergi ödememiş. Özel İstanbul Şafak Sağlık Hizmetleri ve Ticaret AŞ, 2021 ve 2022'de vergi ödememiş. 2023'te 407 bin 309 TL vergi ödemiş. Özel Avrupa Şafak Sağlık Hizmetleri, (2025'te aldığı yeni adıyla Özel Da Vinci Sağlık Hizmetleri ve Ticaret AŞ) 2021'de 167 bin lira 793 TL, 2022'de 747 bin 346 TL, 2023'te 524 bin 728 TL vergi ödemiş.
AKP ile sıkı ilişkileri var
Şirketin tahmin edileceği gibi iktidar partisiyle ilişkileri de sağlam. Şirketin yöneticilerinden Saim Öztürk, AKP’den Beykoz Belediyesi başkan aday adayı olmuş. AKP ile sıkı ilişkiler içinde olan şirketin sahiplerinden Cem Türker Öztürk'ün 2019'da kıyılan nikahının şahitleri ise Binalı Yıldırım, Süleyman Soylu ve Celal Adan olmuş.
Sağlık adım adım taşere edildi
Sağlık Hukukçusu Avukat Songül Beydilli, kamu hastaneleri de dahil olmak üzere sağlıkta adım adım yaşanan özelleştirmeleri Evrensel'e anlattı.
Fotoğraf: Kişisel arşiv
Duruşmalar boyunca gözümüze çarpan bir konuyla başlasak. Sanık ve sanık müdafilerinin savunmalarında bugün dosyadaki sanıkların yargılandığı suçların başta İstanbul olmak üzere çoğu ilde özel hastaneler açısından sıradanlaşmış uygulamalar olduğundan bahsediliyor. Örneğin hastanedeki çeşitli ünitelerin başka işletmelere verilerek taşere edilmesi gibi. Bir sağlık hukukçusu olarak, sizce durum nedir bu konuda?
Öncelikle özel hastaneler, kâr amacı ile kurulmuş ticari işletmelerdir. Hasta ise müşteridir. Daha fazla kârı hedeflemek, ticari işletmelerin doğasında vardır. Bunun yolu, giderleri (personel ücretleri, malzeme vb.) olabildiğince kısarak; hizmetin fiyatını artırmaktır. Bugün özel hastanelerin büyük bölümü (az sayıda özel hastane dışında-bu hastanelerin hizmeti de çok pahalıdır) SGK anlaşmalı olup; gelirlerinin neredeyse tamamının kaynağı SGK’dir. Yıllardır, özel hastanelerin büyük bölümünde, çalışan doktorların çoğunluğu esasen sürekli olarak çalışıyor olmalarına karşın, iş akdinin feshinde işçilik alacakları ödemekten kurtulmak ve aynı zamanda sorumluluğu da devretmek için; kadrolu olarak gösterilmeyip, şirket kurmaya zorlanmış ve hastaneler, doktorların kurduğu şirketlerden, uzmanlık alanlarına göre, hizmet satın alıyor, hastanenin bölümlerini kiralıyor gibi gösterilmiştir. Böylece, hizmetlerini taşeronlaştırmıştır. Nitekim, yeni doğan çetesi olayında, sanık doktorların hastanelerin yoğun bakımlarını kiralayarak hizmet verdikleri açıklanarak; hastane yönetimlerinin sorumluluklarının üzeri örtülmeye çalışılmıştır. Hastane yöneticileri, yargılamaların dışında tutulmaya devam edilmektedir. Oysa, bölümler kiralansa dahi, hastane yöneticileri, o bölümlerde verilen hizmetten de sorumludur. Sağlık hizmeti bir bütündür, bazı bölümlerin hizmet alım yolu ile kiralanması zaten işin doğasına aykırıdır ve aslında usulsüzlüklerin üstünün örtülmesi için yapılan bir uygulamadır.
Özellikle son yirmi yılda, Sağlıkta Dönüşüm Programı ve benzeri politikalarla özel hastanelerin yaygınlaştığını, sağlık hizmetlerinin parça parça özelleştirilmesinin biliyoruz. Peki hukuken de bunu kolaylaştıracak veya sağlık sistemini buraya doğru ittirecek çeşitli değişiklikler yapıldı mı?
Sağlıkta dönüşüm programı, kamu sağlık kurumlarının ve sağlık hizmetlerinin özelleştirilmesi, sağlığın hak olmaktan çıkarılması ve sağlığın piyasadan satın alınan ticari bir hizmete, halkın müşteriye dönüştürülmesi sürecidir. 12 eylülden sonra başlayan özelleştirmenin alt yapısı, kurumları ve hizmetleri bilinçli olarak çökertip, halkta memnuniyetsizlik yaratılarak oluşturulmuştur. Önce, kamu sağlık kurumlarına ayrılan pay düşürülmüş; nüfus artışına uygun biçimde, kamu sağlık kurumu sayısı ve kadrolu sağlık personeli sayısı artırılmamış; malzeme alımı sınırlandırılmış, sağlık kurumlarının bakım-onarımı yapılmamış, temizlik, yemek vb. hizmetler kötüleştirilmiştir. Artan kuyruklarla halkta memnuniyetsizlik yaratılmış ve bilinçli çökertme politikalarının sonucunda ortaya çıkan olumsuzluklar; bu uygulamaların mağduru olan, aşırı iş yükü altında çalışan sağlık personeline yüklenmiş ve tepkiler sağlık personeline yönlendirilmiştir. Hizmetteki yetersizliğin nedeni olarak, kamu kurumu olması, çalışanların iş güvenceli olması gösterilmiş; kamu sağlık kurumları ve kamuda çalışan sağlık personeli itibarsızlaştırılmaya çalışılmıştır. Sağlık Bakanlığı tarafından el konularak, SSK sağlık kurumları kapatılmıştır. Bu dönemde, Sağlık Bakanlığı hastanelerinde ve Tıp Fakültesi Hastanelerinde çalışanlara, döner sermaye gelirlerinden, çalışanların kadro durumuna göre belirlenen oranlarda ek ödeme verilmesi uygulaması başlatılmış ve çalışanlardan gelirlerin artırılması talep edilmeye başlanmış, ticari işletme zihniyeti yerleştirilmeye çalışılmıştır.
AKP’nin 2002’de başlayan iktidarı döneminde, önce Kamu Yönetimi Temel Kanunu ile, tepkiler üzerine geri çekilmesi üzerine, bakanlıklar vb. kamu kurumlarının teşkilat kanunların değiştirilmesi ile hız kazanan özelleştirme süreci, kamu sağlık hizmetlerinde Sağlıkta Dönüşüm Programı adı altındaki uygulama ve yasal düzenlemelerle gerçekleştirilmiştir. Bir yandan bakanlıkların, sağlık kurumlarının teşkilat yapılarını ve çalışma biçimlerini, personelin statüsünü, çalışma koşullarını değiştiren yasal düzenlemeler yapılırken; bir yandan da 2008’de yürürlüğe giren 5510 sayılı Sosyal Güvenlik ve Genel Sağlık Sigortası yasası ve çıkarılan yönetmeliklerle, SGK Yönetim Kurulu’na sigorta kapsamında verilen sağlık hizmetinin sayısını, süresini vb. belirleme yetkisi verilmiş, böylece sigorta kapsamında verilecek sağlık hizmetlerinin sınırlandırılmasının önü açılmış; bir yandan da tamamlayıcı sigorta düzenlemesi getirilerek; SGK’liler, SGK’nin karşılamadığı sağlık hizmetlerinden yararlanabilmek için, özel sağlık sigortası yapmaya zorlanmış, sigorta şirketlerine de pazar yaratılmıştır.
Öncesinde, devlet memurları, emeklileri, SSK, Bağkur’lular istisnai olarak özel hastanelerden hizmet alabilirken; sevk yolu ile özel hastanelerden hizmet alma uygulaması başlamış; SSK sağlık kurumlarının kapatılmasının ardından, özel hastanelere sevk edilen SSK’lılardan, yasal dayanağı olmadığı halde, ilave ücret alınmaya başlanmıştır. 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunun 2008’de yürürlüğe girmesinden sonra; SGK, özel hastanelerle, kamu sağlık kurumları arasında hiçbir ayrım gözetmeden, sağlık hizmeti almaya başlamıştır. Böylece, özel hastaneler, SGK tarafından finanse edilir hale gelmiştir. Özel hastanelerin SGK’lı hastalardan aldığı ilave ücret oranları artırılmıştır.
Özel sağlık kuruluşlarına bütçeden teşvikler yağmış, özellikle büyük şehirlerde ve şehir merkezlerindeki kamu hastaneleri kapatılmaya; şehir merkezlerinden uzaklara yapılan şehir hastanelerine taşınmaya başlamıştır. Özel hastane sayıları hızla artarken, şehir içindeki özel hastane sayısı, kamu hastanelerinin sayısını kat kat geçmiştir. Sevk zincirinin kaldırılması, koruyucu sağlık hizmetlerinin göz ardı edilmesi ve kışkırtılan sağlık hizmeti talebi ile, hastanelere başvuru sayısı artarken, sağlık personeli sayısı aynı oranda artmamıştır. Kamu sağlık kurumlarında temizlik, yemek gibi hizmetlerin taşeronlaştırılması ile başlayan süreç; laboratuar, görüntüleme hizmetlerine de yaygınlaştırılmış, hastanelerin bu bölümlerindeki hizmetler de taşeronlaştırılmıştır. Sağlık hizmetinin niteliği yerine, ne kadar gelir elde edildiğini, yapılan işlem sayısını esas alan performans sistemi ile; hastaya, asıl işe ayrılan süreler kısıtlanarak; hekimler iyi hekimlik yapmak yerine, daha fazla sayıda işlem yapmaya, hastaya az zaman ayırmaya zorlanmıştır. Hekimler ve sağlık personelinin ücretleri düşürülerek; işlem sayısı ve gelir oranı üzerinden belirlenen performansa dayalı, maaşa, emekliliğe yansımayan ve kesin ödenme garantisi bulunmayan ek ödemeler neredeyse maaşın yerini almıştır. Hekim ve sağlık personelinin yetersizliği, altyapı-cihaz eksikliği nedeniyle randevu sürelerinin uzaması, sistemden kaynaklanan olumsuzlukların, sağlık hizmetlerine erişimi zorlaştırması üzerine; sorunlar karşısında, bizzat iktidar sahipleri tarafından doktorlar ve sağlık emekçilerinin hedef gösterilmesi sonucunda artan sağlıkta şiddet nedeniyle, kamu sağlık kurumlarından kaçışlar başlamış, özellikle uzman hekim sayısı ciddi oranda azalmıştır.
Yasal düzenlemeler ve uygulamalar sonucunda; 2002-2023 yılları arasında Sağlık Bakanlığı hastanelerinin sayısı 774’ten 933'e çıkarken, özel hastanelerin sayısı 271’den 565’e yükselmiştir. 2023’te Sağlık Bakanlığı kurumlarındaki uzman hekim sayısı 57.286 iken, özel sağlık işletmelerindeki hekim sayısı 31 bin 373’tür. 2023’te Sağlık Bakanlığı’na bağlı hastanelerde yoğun bakım yatak sayısı 24 bin 639 iken, özel hastanelerde 17 bin 332’dir.
“Kamu sağlık hizmetleri de ticarethane mantığında yönetiliyor”
Hal böyle iken, kamu sağlık hizmetlerinin bütünü özelleştirilmemiş olsa da, ticarethane mantığı ile yönetilmeye başlanmıştır. Bugün kamu sağlık kurumlarında, halen kâr esas amaç olamıyorsa, bunun nedeni, sağlık emekçilerinin direnci ve örgütlülüğüdür. Tüm yük sağlık emekçilerinin omuzlarındadır. Bu direnci kırmak için, iktidar sağlık emekçilerinin iş güvencesini ortadan kaldırmayı hedeflemektedir. Gelinen aşamada, kamu hastanelerden randevu, MR vb. randevusu için uzun süre beklenmek zorunda kalındığı ve sağlık hizmeti niteliği gereği ertelenemeyeceği için, özel hastanelere başvurular artmıştır.
Yenidoğan çetesi davasında ortaya çıktığı gibi, özel sağlık işletmeleri yeterince denetlenmemektedir. Özel hastanelerde, çalışan hekim ve sağlık emekçileri iş güvencesinden yoksundur. İşini koruması için, hastaneye daha fazla gelir getirme baskısı altındadır. Hatta yakın zamana kadar, özel hastanelerin çoğunluğunda, iş akdinin feshi halinde, kıdem tazminatı vb. ve benzeri ücret alacağı talebiyle karşılaşmamak ve sorumluluktan kurtulmak amacı ile, doktorlar şirket kurmaya zorlanarak, hastaneler doktorların kurduğu şirketten hizmet alıyormuş gibi gösterilmekte; hastanelerin bölümleri kiralanmaktaydı. Hekimler de daha çok düzenli bir ücret yerine, yaptığı iş üzerinden ödeme almaktaydı. 30 Ocak 2025 tarihinde yürürlüğe giren Özel Hastaneler Yönetmeliği’ne “Hastane binası içinde hiçbir surette başka amaca yönelik işyeri bulunamayacağı, üçüncü kişilere kiralanamayacağı veya herhangi bir şekilde devredilemeyeceği” Şeklinde hüküm eklenmişse de uygulamada neler olacağı bilinmemektedir. Zira, yeterli denetimin yapılmadığı ve sorunların sorumlusu olarak, doktor ve diğer sağlık çalışanları gösterilerek, hastane sahiplerine dokunulmadığını yaşayarak görmekteyiz.
Sağlık hizmeti, hizmet veren ile hizmet alan arasındaki bilgi eşitsizliği nedeniyle; hizmet alanların, hizmet alırken niteliğini ölçemeyeceği bir hizmettir.
“Sağlık hizmetleri kârın konusu olamaz”
Anayasaya göre, sağlık hizmetinden yararlanmak temel bir haktır ve devletin sorumluluğudur. Sağlık hizmeti, niteliği gereği kamu hizmetidir ve hiçbir zaman kârın konusu edilemez. Bu nedenle esasen kamu tarafından verilmesi gerekmektedir.
Kamu sağlık hizmetleri, koruyucu sağlık hizmetlerinden, tedavi ve rehabilite edici hizmetlere kadar bir bütündür. Bütünlüklü olarak planlanması, organize edilmesi gerekir. Tedavi edici hizmetlerin verildiği kamu hastanelerinin, nüfusun yoğun olduğu yerlerde daha fazla sayıda olmak üzere, nüfusa ve nüfus dağılımına uygun yeterli yatak sayısı, tıbbi donanım, personel olarak, bütünlüklü olarak hizmet verebilecek yeterlilikte olması gerekir.
Bugün SGK’lerden finanse edilen özel sağlık işletmeleri, başta diyaliz, yoğun bakım gibi, hizmet bedeli daha yüksek alanlarda hizmet vermeye başlamış; kamu sağlık kurumlarının bu özellikli hizmet birimlerinin yetersizliği nedeniyle, özellikle bu hizmetler için özel hastanelere sevkler artmıştır. Maalesef özel hastanelerin çoğunun birimlerinin, aranan özelliklere sahip olmadığı, Yenidoğan Çetesi Davasında ortaya çıktığı gibi, yoğun bakımlarda uzman hekim dahi bulunmadığı, nöbetlerde yalnızca hemşirelerin bulunduğu tespit edilmiştir.
Ne yazık ki, gelinen aşamada, kamu kurumlarında da niteliği değil, işlem sayısı ve geliri esas alan performans sistemi, sağlık emekçilerini etik dışı işlem yapmaya teşvik etse de; sağlık emekçilerinin, istisnalar haricinde, sağlık hizmetini kamu hizmeti olarak görme yaklaşımı devam etmekte, iş güvencesi, örgütlülük nedeniyle direnç gösterebilmekte ve bu durum aynı zamanda bir iç denetim sağlamaktadır. Bu nedenlerle, kamu kurumlarında ticari yaklaşım egemen olamamaktadır.
Ancak, özel sağlık işletmelerinin faaliyet amacının kâr olması, çalışanların iş güvencesinin olmaması, usulsüz işlemlere karşı tepki gösterilmesini engelleyen bir durumken; yeterli denetim yapılmaması da tümüyle ahlaki-vicdani değerlerin çiğnendiği, insan hayatının paraya tahvil edildiği bir sağlık ortamının yaratılmasının zeminini oluşturmaktadır.
Dosyada biz bugün ne SGK'den ne de Sağlık Bakanlığı'ndan herhangi bir kamu görevlisini görüyoruz. Denetim anlamında bakanlığın rolü nedir? Nasıl bir prosedür var?
SGK’nın sorumluluğu ve denetim yetkisi, bedeli karşılanan hizmetlerin gerçekten verilip-verilmediğinin, fatura-reçete vb. denetimidir.
Özel hastanelerin tıbbi uygulama, donanım ve personel sayısı-niteliği yönünden denetim sorumluluğu ise, Sağlık Bakanlığına aittir. Ama denetim personeli sayısı ne kadar, yeterli mi, denetimler rutin olarak ne kadar sürede yapılıyor, ihbar olmadığında, bilgi verilmeden denetim yapılıyor mu? Denetim raporlarında standartlara uygun olmadığı tespit edilen hastaneler hangileridir, tespitler üzerine ne gibi bir işlem yapılmıştır. Tüm bunlar hakkında yeterli bilgi yok. Nitekim, yenidoğan çetesi soruşturmasından önce, ruhsatı iptal edilen, kapatılan hastanelerle ilgili olarak, kamuoyuna yansıyan bir durum olmadı. Davada ise, denetimlerden önceden haber alınarak, bir kısım önlemlerin alındığı iddiaları var.
“Denetim raporlarının gereğinin yapılmadığı ortada”
Yenidoğan çetesi soruşturmalarına konu dosyada, suçun işlendiği hastanelerin denetlendiği, denetim raporlarının Sağlık Müdürlüğü’ne sunulduğu, ancak gereğinin yapılmadığı ortaya çıkmış durumda.
Kurumsallaşmış özel hastaneleri bir yana bırakırsak, özel hastanelerin çoğunun kapasiteleri yetersiz, hizmet verebilecek nitelikten yoksun. Ancak, yeterli denetim olmadığı için, şikayet edildiğinde birtakım sorunlar ortaya çıkabiliyor.
İki duruşmayı geride bıraktık ve pek çok eksikle ve çok hızlı şekilde yürütülen bir dava görüyoruz. Sizce genel anlamıyla bu dosyaya dair temel eksiklikler, bu yargılamanın sağlıklı bir şekilde ilerlemesinin önüne geçen şeyler neler?
Sağlık Bakanlığı yönünden, denetim ve usulsüzlüklerin tespiti durumunda, ruhsat iptali vb. işlemlerin yapılmamasından doğan cezai sorumluluğunun üstünün örtüldüğünü görüyoruz. Bu olayların, istisnai değil, sistematik ve süreklilik arz ederek, çok sayıda özel hastanede yıllardır yaşanması karşısında; yeterli denetimin yapılmadığı anlaşılıyor. Kaldı ki, şikayet üzerine denetimler yapılsa da, denetim raporlarında tespit edilen durumlar karşısında, işlem yapılmadığı, faaliyetine devam eden hastanelerde çocukların ölmeye devam ettiği anlaşılıyor. Dolayısıyla, işlem yapmayan Sağlık Müdürünün en basitinden görevi ihmal nedeniyle, cezai sorumluluğu var. Hastane yönetimlerinin, yoğun bakımlarda uzman doktor çalışmadığından, yoğun bakım yatış sürelerinin uzunluğundan, SGK’dan aktarılan kaynaktaki-gelirdeki artıştan bilgi sahibi olmaması mümkün değil. Görünen o ki, kâr hırsı ile bir organizasyon yapılmış ve yıllarca aynı suçlar işlenmiş. Hastane yöneticilerinin suça iştirakten yargılanması gerekirken, yargılamanın dışında tutuluyorlar. Ayrıca, Sağlık Müdürlüğü yetkilileri hakkında açılan bir idari soruşturma bilgisi de kamuoyuna yansımadı, şu ana kadar. Yargılamada kamu görevlilerine ilişkin soruların bile sordurulmadığını gördük.
Davada sürecin, denetim, kapatma ve ihbar görevinin yerine getirilmemesi nedeniyle sorumlu olan Sağlık Müdürlüğü yetkilileri ve hastane yöneticileri dışta tutularak; yalnızca sevkte aracı olan ve tedavi/tedavi etmeme sürecinde fiilen yer alanların cezalandırılması ile, kamuoyunun vicdanının tatmin edilerek, olayın-sorunların üzerinin kapatılması ile sonuçlandırılacağı görülüyor; umarım yanılırız. Böyle bir yargılamanın, bundan sonra benzer olayların yaşanmasını önleyecek bir caydırıcılık yaratmayacağı ve esas sorunların üstünün örtülmesine hizmet edeceği açık.
Özel hastane çetesinde gördüğümüze benzer felaketleri yaşamamak için sağlık hizmetlerinin nasıl işlemesi gerekir?
Sorunun esası, özel hastanelerin kâr amacıyla faaliyet göstermesidir. Sağlıktan kâr etmeyi amaçlayan, hastayı müşteri olarak gören bir sistemde; etik değerlerin geçerliliği kalmıyor, en azından gereksiz işlemlerin yapılması teşvik ediliyor maalesef. Sağlık emekçilerinin iş güvencesinin olmaması ve denetimsizlik; olayların açığa çıkmasını önlüyor. Zaten sanıkların bir kısmı, istemedikleri halde, zorlandıklarını söylüyor.
Her yerde olumsuzluk olabilir, ancak bir kamu hastanesi olsaydı, bu kadar sayıda ve bu kadar uzun süren olay olmazdı. Çalışanların da iç denetimi olduğundan, fark edildiğinde, müdahale edilebilirdi.
Bu nedenle, bu felaketleri yaşamamak için, öncelikle; özelleştirmeye son verilmesi ve sağlık hizmetlerinin giderlerinin bütçeden finanse edilmesi; sağlık hizmetlerinin kamu sağlık kurumları tarafından, iş güvencesi olan sağlık emekçileri tarafından kamu hizmeti olarak verilmesi, kamu sağlık kurumlarındaki sağlık personeli eksikliğinin, donanım yetersizliğinin giderilmesi; sağlık emekçilerinin çalışma ve yaşam koşullarının insani düzeye çıkarılması; kamu sağlık hizmetlerinin, kamu yararını ve vatandaşın sağlık hakkını önceleyecek şekilde, yeniden organizasyonu gerekmektedir. Aksi halde, benzer faciaların yaşamaya devam ederiz.
Evrensel'i Takip Et