19 Şubat 2025 01:19

Nurgül DENİZ

Diyarbakır

Geçtiğimiz günlerde İYİ Parti Milletvekili Ayyüce Türkeş, meclisteki konuşmasında Kürtçenin 3 farklı dilin sözcüklerinin bir araya gelmesiyle oluşan bir diyalekt olduğunu, Kürtçe adında başlı başına bir dil olmadığını iddia etti. Bu iddia, yeni bir iddia değil. Bir halkın ve dilinin inkarının temellerinden biri olmuştu yakın geçmişte. Kürtçe konuşmanın, Kürtçe üretmenin yasak olduğu o zamanlarda Kürtler ve Kürtçe yoktu. Ancak insanlar bu olmayan dilde kullandıkları kelime başına para cezası ödüyor, tutuklanıyor, hapis yatıyorlardı. Onlarca yıl süren mücadelenin eseri olarak birçok alanda Kürtçe kullanımının önündeki engeller aşılmış oldu. Dolayısıyla bugün Ayyüce Türkeş’in söylediklerinin ne bilimsel ne toplumsal hiçbir karşılığı yok. Ancak Kürtçe’nin önündeki bütün engeller de kalkmış değil. Örneğin Türkeş’in bu konuşmayı yaptığı kürsüde Kürtçe yapılan konuşmaların sesi kısılıyor. Başta ana dilinde eğitim olmak üzere kamusal alanda Kürtçe kullanımı mümkün değil. Ve bu talepler, ülkenin bölünüp parçalanacağı yahut kimsenin kimseyi anlayamayacağı bir toplum olacağı cevabıyla yanıt buluyor hâlâ.

ANADİLDE EĞİTİMİ NEDEN SAVUNMALIYIZ?

Ana dilinde eğitime ve kamusal hizmete ulaşamıyor olmak, eğitimde fırsat eşitsizliği başta olmak üzere birçok dezavantaj yaratıyor. Dünyanın birçok yerinde dünden bugüne tek dilli devletler çok dilliliğe, çok kültürlülüğe yeniliyor. İçerisinde tek bir dilin kullanıldığı sınırlar her geçen gün azalırken, inkara ve asimilasyona dayalı bu yasakların sürdürülebilir olmadığı açık.

Sovyetler Birliği’nde ulusların kendi kaderini tayin hakkının bir gereği olarak onlarca dilde eğitim ve kamu hizmeti sağlanıyordu. Günümüzde de dünyada birçok ülke çok dilli eğitim ve kamusal hizmet sunuyor. BM üyesi ülkelerin önemli bir çoğunluğunda birden çok resmi dil mevcut. Asya kıtasındaki ülkelerin birçoğunda da durum böyle. Her etnik grubun kendi ana dilinde yaşayabilmesi ya da yok olmaya yüz tutmuş dilleri koruma altına alıp bir eğitim dili hâline getirerek yaşamaya devam etmesi sağlanıyor. Bu kimi zaman ana dil eğitimi, kimi zaman ana dilinde eğitim olarak karşımıza çıkıyor. Örneğin İsveç, her oluşan 5 kişilik grup için ana dil eğitimi sağlıyor ve çok dilli bir eğitim sistemi uyguluyor. Başka bir örnek olarak İsviçre’nin 3 resmi dili var, bu diller eşit kabul ediliyor ve bu 3 dilin haricinde kalan azınlık dilleri de korunuyor. Kanada’da da eğitim çok dilli, Fransa’da özel ve devlet okullarının tamamında azınlık dilleri de okutuluyor.

DİL VE KÜLTÜR NEFRETİ ARTIYOR

Dünyada artık tek dilli, tek kültürlü dayatmacı bir anlayışın değil; çok dilli, çok daha kapsayıcı bir anlayışın olduğunu bu örneklerle öne sürebiliyor olsak da Avrupa’da ve Türkiye’de yaygın olarak karşılaştığımız Arap düşmanlığı gibi, İslamofobi’yi takiben süren bir dil ve kültür nefretinin büyüdüğünü de görebiliyoruz. Çok dilli bir yaşamı mümkün kılabilecek uygulamalar bazı ülkelerde her ne kadar kendini var edebiliyor olsa da yükselen sağcılıkla birlikte bu alanın daraldığına, bu örneklerin gerçek anlamıyla bir kapsayıcılıkta yaşatılmadığına, çoğu zaman kimi uluslar için ve kimi zamanlarda var olduğuna şahit oluyoruz.

ÇOK DİLLİ BİR YAŞAM, SAĞLIKLI BİR TOPLUM İNŞASI DEMEK

Öte yandan yukarıdaki örnekler; bir devletin çok dilinin olmasının, farklı halkların ve dillerin tanınmasının devleti parçalara ayırmadığının ya da kimsenin kimseyi anlamadığı kaotik ortamların oluşmadığının onlarca örneğinden birkaçı. Tersine ana dilinde eğitim alan, yaşayan, üreten bireylerin oluşturduğu toplumların varlığına ve bu toplumlardaki çok dilli yaşam anlayışının daha sağlıklı bir toplum inşa edeceğine dair artan bir kabulün ve bu kabulün doğruluğunun somut örnekleri.

Bugün de ana dilinde eğitim; parasız, bilimsel, laik, demokratik bir eğitim talebinden ayrı düşünülemez. Eğitimde fırsat eşitsizliğinin önüne geçilmesi, çocukların kendi dilleriyle eğitime başlamaları, ilkokuldan yüksek öğrenime ana dilinde eğitimin sağlanmasıyla mümkün olabilir. 

21 Şubat Dünya Anadil Günü Kutlu Olsun!

Evrensel'i Takip Et