21 Şubat 2025 04:15
/
Güncelleme: 09:54

Berlinale’de aile meseleleri

Politik filmlere yer açmasıyla bilinen Berlinale’de bu gelenek, bu yılki yarışmada yerini aileyi merkeze alan filmlere bırakmış gibi gözüküyor.

Berlinale’de aile meseleleri

"Drommer" filminden bir sahne

Nil Kural
nilkural@gmail.com


Berlin

Yarın akşam ödüllerin verileceği 75. Berlin Film Festivali, son yılların en zayıf ana yarışma seçkilerinden birini sundu. Geleneksel olarak politik filmlerin ağırlığıyla tanınan festivalin ana yarışmasında politik filmler geri planda kaldı. Festivalin yeni direktörü ABD’li programcı Tricia Tuttle’ın bu tablodaki etkisi olup olmadığı ileriki yıllarda belli olacak olsa da bu yıl yarışmaya tema olarak aile ve özellikle ebeveynliği merkeze alan filmler damga vurdu. 

Geçen yıl “Dahomey” ve “Peppe” gibi sömürgecilik tarihini yaratıcı bir anlatımla konu alan filmlerin büyük heyecan yarattığı Berlinale’de bu yıl benzer bir yenilik bulunmuyor. Ancak dünyanın gidişatıyla ilgili en ilginç vizyonu sunan filmler ise Radu Jude’nin yeni filmi “Kontinental '25” ve Brezilya yapımı “O último azul / The Blue Trail” olarak sıralanabilir. Jude, Cluj’da çektiği filminde çok uluslu bir yatırım firmasında çalışan iyi niyetli Orsolya’yı merkeze alıyor. Jude, şirketin yenilediği bir binada yaşayan evsiz bir adamı tahliye etmeye çalışırken onu intihara sürükleyen Orsolya’nın vicdani hesaplaşmasına yer veriyor. Jude filminde, kapitalizmin ve yarattığı çıkışsızlığın sıradan iyi insanlar üzerindeki etkisini konu alırken hem absürd hem de karamsarlığa kapılmanın kaçınılmaz olduğu bir dünya çiziyor. “Kontinental ‘25”, ayakları dünya meselelerine basan ve Jude’nin ilgilendiği konuların devamı niteliğinde bir film olmasına rağmen yönetmenin kariyerinin zirvelerinden biri olduğu söylenemez. 

2015 yapımı “Neon Bull” ile tanınan yönetmen Gabriel Mascaro’nun “O último azul”u ise yaşlıların zorla bakım evlerine yerleştirildiği, böylece çalışan neslin daha “verimli” olacağı bir distopyada geçiyor. Bu şekilde ortadan kaldırılmaya isyan eden 77 yaşındaki Tereza’nın son dileği olan bir kez uçağa binmek. Tereza’nın bu amaçla çıktığı yolculuğu konu alan film, dünyanın acımasız gidişatından yola çıkan bir distopya sunuyor. Ancak Jude’nin sunduğu çıkışsızlığın aksine kadın dayanışması, arkadaşlık ve düzene isyan edenlerin varlığına yer veren film, distopya olmasına rağmen belli bir belirsiz bir “acil çıkış kapısı”na sahip. 

Yarışmaya ağırlığını koyan aile konulu filmlerden biri Sundance Film Festivali’nden büyük övgülerle gelen ancak yüzeysel bir stilin ağırlığının hissedildiği “If I Had Legs I'd Kick You”. Mary Bronstein’in yönettiği film, hasta çocuğuna bakmaya çalışan ve ağır stres altında ezilen Linda’nın ruh halini yüksek tonda ve gerilim janrı kalıpları içinde anlatıyor. Filmin yorucu atmosferinin gerisinde derinlik olduğundan söz etmek ise zor. 

Bebeğine yabancılaşan bir kadını merkeze alan Avusturya yapımı “Mother’s Baby” ve ebeveynlerinin düşüncülerini okuyan bir çocuk hakkındaki Almanya yapımı “Was Marielle weiß / What Marielle Knows”, kız kardeş gibi büyüyen kuzenlerin merkezinde yer aldığı Çin yapımı aile melodramı “Xiang fei de nv hai / Girls on Wire” gibi birçok film yarışma seçkisinde yer alıyor. Bu filmler arasında Dag Johan Haugerud’un imzasını taşıyan Norveç yapımı “Drømmer / Dreams (Sex Love)” özel bir yerde duruyor. Film, 17 yaşındaki Johanne’nin yaşadığı ilk aşkı merkeze alsa da, anneanne, anne ve Johanne olmak üzere üç nesli de gösteriyor ve kadınların kendilerini bulma sürecinin değişimine de odaklanıyor. Güçlü bir senaryoya ve etkileyici bir anlatıma sahip olan film, yarışma filmlerinde bu yıl eksik kalan seyir zevkini de izleyicisine hatırlattı. 

Adım adım gelen “toplumsal histeri”

İlk uzun metrajlı filmi “Oray” (2019) ile dikkat çeken Türkiye kökenli Alman yönetmen Mehmet Akif Büyükatalay’ın Panorama bölümünde yer alan yeni filmi “Hysteria”, festivalin en çok konuşulan filmlerinden biri oldu. Ana yarışmada yer alsa o seçkinin de yıldızlarından birine dönüşeceği açık olan film, Türkiye kökenli Alman bir yönetmenin filminin setinde Kur’an yanmasından sonra başlayan küçük çaplı bir “toplumsal histeri”yi konu alıyor. Elif isimli yapım asistanını takip eden filmde, Kur’an konusu filmde çalışan Müslümanları ayaklandırırken herkes kendi çıkarının peşine düşüyor ve işler gitgide sarpa sarıyor. Çok katmanlı bir politik gerilimi, sağlam bir senaryo matematiği ve başarılı oyunculuklarla gösteren film, hiçbir karakterine masumiyet atfetmiyor. 

Evrensel'i Takip Et