23 Şubat 2025 04:50

Transatlantikçilere Trump şoku

ABD Başkanı Donald Trump'ın Ukrayna savaşını kendi şartlarına göre yönlendirme girişiminin Avrupa ülkelerinde yarattığı şok etkisi sürüyor. Ukrayna gündemi geçtiğimiz hafta tüm ülkelerde ilk sıradaydı

Transatlantikçilere Trump şoku

Fotoğraf: Rusya Dışişleri Bakanlığı

Almanya’da bugün erken seçimler var. Alman dış politika uzmanları ise endişeli. ABD’nin Avrupa’ya yanaşması ve Rusya ile anlaşma için “Bu güvenliğimiz açısından ne anlama geliyor?​” diye tartışıyorlar. Başbakanlığının son günlerini yaşayan Olaf Scholz “Almanya-ABD dostluğu zedelenmez” dese de Trump’ın müttefiklerin görüşünü almadan, hatta onlara haber bile vermeden attığı adım, daha güçlü bir Avrupa talebinin yükselmesine neden oluyor.

Trump’ın Rusya Ukrayna savaşına doğrudan müdahil olma çabalarının yankısı İngiltere’yi de sarmış durumda. Counterfire’dan Lindsey German bu durumu “Trump’ın yeni dünya düzeni Starmer’i soğukta bırakıyor” diye açıklıyor.

Fransa’dan Revolution Permanente’den seçtiğimiz makalede ise ABD emperyalizminin maden anlaşmasıyla Ukrayna’yı kendine bağımlı kılma dayatmalarını gözler önüne seriyor ve AB ülkelerinin alarma geçme sebeplerini daha net anlaşılır hale getiriyor.


ABD artık düşmanımız mı?

Rüdiger Suchsland
Telepolis

Mevcut federal seçim kampanyası, Almanya’daki eğitim krizi, küresel iklim krizi veya geleceğin enerji tedariki gibi meselelerle ilgili olsaydı, bu muhtemelen güzel olurdu.

Ama belki de tüm diğerlerini gölgede bırakan, hatta onları şekillendiren daha da önemli bir konu var: Transatlantik ilişkiler sorunu. Savaş sonrası düzen artık tarihe mi karışıyor?

Eğer bu doğruysa, siyaset bir kez daha yıpranmış Batı toplumları için en iyi okul ve öğretmen olacaktır.

Son günlerde Alman medyasında pek çok yazıda, transatlantik kriz, ABD-Rusya arasındaki müzakerelerin niteliği, ABD’nin giderek öngörülemez hale gelen dış politikası ve hepsinden önemlisi Avrupa’nın jeopolitik bir aktör olarak bağımsız bir uluslararası rol üstlenme ve harekete geçme konusundaki yetersizliği tartışıldı.

Siyaset Bilimci Albrecht von Lucke, konuyu başlatan kişiydi. NTV televizyon kanalındaki bir röportajında ​​şu temel soruyu ortaya attı: “Ya Amerikalılar bize bir dost olarak değil de düşman olarak yaklaşırsa?​” Alman ve uluslararası siyaset editörü, bu konunun Alman seçim kampanyasına haklı olarak damga vurduğu görüşünde:

 “Hepimizin savaş sonrası tarihteki temel kırılmayı kavramamız gerekiyor.

Amerikalıların artık Avrupa’da özgür, demokratik dünyanın çıkarlarını temsil eden dost bir devlet olmaya istekli olmadığını kabul etmeliyiz” diyor.

Putin’le anlaşmanın eli kulağında. Lucke’ye göre bunun bedelini ilk ödeyecek olanlar Avrupalılar yani Ukrayna ve AB ülkeleri olacak. Gerekirse ateşkesi barış gücüne katılarak desteklemeye hazır olunup olmadığı “Avrupa Birliği’nin özüne” isabet ediyor: Avrupa, ABD’nin desteği olmasa bile demokratik barış düzenini güvence altına almak için hangi bedeli ödemeye hazır, hangi bedeli ödeyebilir?

Bu, heyecanlı bir şekilde ifade ediliyor, ancak panik halinde değil.

Siyaset Bilimci ve tanınmış Atlantikçi Claudia Major, bunu farklı bir şekilde ifade etti: “Daha çok iki süper gücün dünyaya karar vermesi söz konusu. (...) Rusya’ya yönelik hiçbir baskı görmüyorum. İstenen açık bir teslimiyet.”

Tamamen yıkıcı, kavramsız bir ABD politikasından korkuluyor ve bu nedenle Trump’ın ilk döneminde pek çok Avrupalının yaptığı hata tekrarlanabilir. Çünkü bu Başkanı politik olarak da estetik olarak da sevmiyorlar, onu küçümsüyorlar ve onu sadece bir palyaço ve çocuksu bir poker oyuncusu olarak görmek istiyorlar, siyaseti bambaşka bir şekilde yapan biri olarak değil, evet bazı bakımlardan siyaseti yeniden icat eden biri olarak değil.

Elbette Trump’ın politikası uluslararası hukuka dayalı, ahlakçı, “değerlere dayalı” bir dış politika değil. Ama bu onun bir kavramdan yoksun olduğu anlamına gelmiyor. Major onların en büyük endişesinin “Tam da gelecekteki savaşın konusu olan savaşın sonuna doğru ilerliyor olmamız” olduğunu söylüyor.

Çağdaş Avrupa’nın her zamanki kaderci karamsarlığıydı bu: Kötü bir savaşın sonu, bir sonraki savaşın tohumlarını içinde barındırmaz mı?

Rusya ile ABD arasındaki mevcut görüşmeler Avrupalılar için iki nedenden ötürü sancılı: Birincisi, Siyaset Bilimci Johannes Varwick gibi Avrupa’nın Ukrayna politikasını eleştiren birçok kişi, Ukrayna ile Rusya arasındaki askeri çatışma başlamadan üç yıl önce tam da bunu talep etmişti. Dolayısıyla Avrupalıların Putin’le görüşmelere başlamak için fazlasıyla zamanı ve fırsatı vardı. Katar’a uçup oradaki diktatörlerden kirli gaz satın alabilenler, aynı zamanda Suudi monarşisinin gölgesinde Riyad’da Ruslarla da pazarlık yapabilirdi.

Eğer bunlar, ABD’nin müzakere tekliflerinde olduğu gibi, basın toplantılarında retorik tavizlerle desteklenseydi, durumun kontrol altına alınması ve Washington’daki büyük biraderin olup biteni kabul etmesi ihtimali çok yüksek olurdu.

… Peki bu çığır açıcı dönüm noktası Avrupa için, Almanya için ne anlama geliyor? Bu daha önce binlerce kez söylendi, ama sonuçları yine binlerce kez söylendiği için yeterince kararlı bir şekilde çizilmedi. Avrupalılar Putin’in iradesine boyun eğmek istemiyorlarsa, Avrupa güvenlik entegrasyonunu çok hızlı bir şekilde derinleştirmeli ve Kremlin’i Avrupa NATO topraklarına yönelik saldırılardan en az, şu ana kadar Amerika’nın acil bir durumda müdahale etme tehdidinin yaptığı kadar etkili bir şekilde caydıran bir askeri güç haline gelmelidir.

Avrupa şantajlara maruz kalmamak için güvenilir bir nükleer caydırıcılığa ihtiyaç duyuyor. Berlin, Macron’un acil harekete geçirilecek nükleer “Frappe Gücü”nün bu konuda nasıl bir rol oynayabileceğini görüşmek yönündeki tekrarlanan tekliflerini kabul etmedi. Başbakan Scholz, nükleer şemsiye konusundaki soruya, Almanya’nın Amerika’ya güvenmeye devam edebileceğini söyledi” diyor.

…19. yüzyıldaki büyük güç politikalarına geri dönüş yaşıyoruz. İki büyük devlet, küçüklerin kararını verir. Bu aslında Putin’in savaşın başından beri istediği şeydi. Ancak bu aynı zamanda gerçektir: Ukrayna tek kullanımlık bir varlıktır, iki büyük blok arasında bir oyun topu gibidir.

Ancak bu durum sadece Rusya’nın bakış açısı için değil, ABD için de geçerli, zira Donald Trump son haftalarda ABD’nin jeoekonomik çıkarlarını açıkça sıraladı: Nadir toprak elementleri, titanyum, lityum. Ukrayna’da her zaman öncelikli olarak uluslararası hukuk değil, çıkarlar söz konusu olmuştur.

O halde şu soru akla geliyor: Avrupalılar neden nadir toprak elementleriyle ödeme kabul etmiyorlar? Dünyanın üçüncü büyük ekonomisi ABD’nin gelecekteki jeopolitik rolünü belirlemesine neden izin veriyor?

Son günlerde siyasetçilerin açıklamalarında da büyük bir panik ve şok havası hakim. 20. yüzyılda ABD ve Rusya’nın her zaman dünya güçleri olduğu ve Avrupa’nın, akıllı gözlemcilerin daha baştan fark ettiği gibi, 1945 barış antlaşmasından bu yana en geç 80 yıl önce gerileme içinde olduğu gerçeğini kimse düşünmüyor…

Ayrıca hiç kimse, büyük güçler arasında bir “anlaşma”nın bile müzakerelerle sonuca ulaşmasının aylar süreceğini ve sonra uygulamaya konulması gerekeceğini düşünmüyor. Yani Avrupalıların hâlâ biraz zamanı var. Ancak bu zamanı kullanmalılar.

Çeviren: Semra Çelik


Avrupa için yeni bir Süveyş anı ve artan küresel istikrarsızlık üzerine

Lindsey German
The Counterfire

Donald Trump’ın Vladimir Putin’i telefonla arayarak ABD ile Rusya arasında Ukrayna konusunda barış görüşmeleri yapılmasını ve iki ülke arasında daha yakın ilişkiler kurulmasını kabul edip Avrupalı güçleri ve Ukrayna hükümetini görmezden gelme kararı, son üç yıldır Ukrayna’ya giderek daha fazla silah gönderen Avrupa hükümetlerini tamamen şaşkına çevirdi.

Avrupa ülkelerinin ‘savunma’ için çok daha fazla harcama yapması gerektiğinde ısrar eden Trump, aynı zamanda Avrupa’da İkinci Dünya Savaşı sonrasındaki anlaşmanın neredeyse tamamını da yırtıp attı. O dönemde NATO bünyesinde askeri olarak örgütlenmiş olan ABD’nin, o zamanki Sovyetler Birliği ve Varşova Paktı müttefikleriyle onlarca yıl süren Soğuk Savaş’ın bir parçası olarak Avrupa’ya asker ve askeri donanım sağlayacağı kabul edilmişti.

1956 yılında ABD, Süveyş Kanalı’nın millileştirilmesi nedeniyle İngiltere ve Fransa’nın Mısır’a karşı başlattığı savaşı desteklemeyeceğini açıkça ifade etti. Bu, eski emperyal güçlerin dev süper gücün onayı olmadan bağımsız hareket edemeyeceklerini anladıkları dış politikada bir dönüm noktası oldu. Bu, Avrupa için bir başka Süveyş anıdır.

Pazartesi günü Paris’te alelacele düzenlenen acil zirve ve Keir Starmer’ın bir çözüm durumunda İngiltere’den Ukrayna’ya ‘barışı koruma birlikleri’ gönderme sözü bu yüzden.

Avrupa hükümetleri Trump’ın Başkan Yardımcısı JD Vance ve Savunma Bakanı Pete Hegseth tarafından hakarete uğradıkları ve görmezden gelindikleri için öfkeli. Ancak Trump’ı yatıştırmak için de çaresizler çünkü herhangi bir ciddi askeri operasyon için onun askeri desteğine ve donanımına ihtiyaçları var ve ayrıca gümrük vergileri ve ticaret savaşları tehditlerinden de korkuyorlar.

Starmer, AB ve ABD arasında bir ‘köprü’ olduğunu iddia etmeye yönelik zavallı girişimleriyle tüm bu konularda özellikle berbat bir performans sergiledi. Ukrayna konusundaki kibirli tavrı -ülkeyle 100 yıllık bir ittifak sözü vermesi ve İngiltere’nin sonuna kadar savaşmayı ve tam zaferi destekleyeceğini defalarca iddia etmesi- hayalperestlikten başka bir şey değildi. Savaşın kesin olarak kaybedildiği, Ukrayna vatandaşlarının bunu giderek daha fazla kabul ettiği, zorunlu askerliğin arttırılmasına karşı çıkıldığı ve Devlet Başkanı Zelenskiy’nin giderek daha sevimsiz hale geldiği aylardır ortadayken bunun olacağını göremedi.

Trump seçim kampanyasında savaşı sona erdireceğini açıkça ifade etti, ancak Harris seçilseydi bile yine de bir tür çözüm olacaktı, çünkü savaş sadece bir vekalet savaşı yürütmek yerine tam ölçekli NATO müdahalesi olmadan kazanılamazdı. Bu da nükleer güçler arasında çok daha büyük bir savaşa yol açacaktı ki bu da Batılı güçlerin düşünemeyeceği bir şeydi.

Irak ve Afganistan felaketlerinden ve İngiltere’nin Gazze’deki soykırım savaşına verdiği destekten sonra İngiliz dış politikasının ne kadar güvenilirliği kalmıştır? Starmer’ın İngiliz barış gücü askerleri gönderme konusundaki tavrı da buna tuz biber ekiyor. Çeyrek yüzyılı aşkın bir süredir birbirini izleyen İngiliz hükümetlerinin alametifarikası olan savaş ve müdahale bağımlılığı gibi bu savaşın da sona ermesi gerekiyor.

Şimdi her yerde hükümetlerden gelen feryat, silahlara ve orduya daha fazla para harcanması yönünde. Pazartesi günü Rheinmetall, BAE Systems ve diğer silah şirketlerinin hisse fiyatları yükseldi. Bu, Avrupa’nın, ekonomisi İspanya ile aynı büyüklükte olan ve üç yıllık savaşa rağmen Ukrayna’nın sadece nispeten küçük bir bölümünde ilerlemeyi başaran Rusya’ya karşı sözde savunmasını karşılamak içindir. Putin’in birkaç hafta içinde Dunkirk’te olabileceği ya da Avrupa’ya saldırmak üzere olduğu fikri, silah harcamalarını bizim sırtımızdan arttırmak isteyenlerin uydurduğu bir fantezidir.

Starmer da elbette bu kişilerden biri ve silah harcamalarımızın milli servete oranını, halihazırda Avrupa’daki en yüksek oranlardan biri olmasına rağmen, arttırmak istiyor. Silah harcamalarındaki büyük artışlar bizim cebimizden ve kamu hizmetlerimizden gelecektir. Britanya’da ve başka yerlerde gerçek güvenlik için hazırlık yapmak, iş, sağlık ve barınma güvenliğini sağlamak anlamına gelir; daha fazla silahlanma ve militarizm değil ki bu sadece daha fazla güvensizlik yaratacak ve Almanya’da gördüğümüz gibi aşırı sağcı güçleri besleyecektir.

Dünya yeni bir siyaset evresine giriyor. Trump Avrupa’dan uzaklaşıyor ve Putin ile iş yapmaya hazırlanıyor çünkü ana rakibi olarak gördüğü Çin ile daha güçlü bir şekilde yüzleşmek istiyor. Bu, Çin’le yüzleşmeyi kolaylaştırmak için daha zayıf güç olan Rusya’yı ofsayta düşürmek istediği klasik bir büyük güç bölünmesidir. Ancak Avrupa savaşa sırtını dönmüyor. Daha fazla silah harcaması talepleri de Trump’ın Avrupa’nın kendi ‘savunmasını’ daha fazla üstlenmesi yönündeki hedefleriyle örtüşmektedir.

Aukus Paktı gibi anlaşmalar yoluyla Çin’e yönelik tehditler, Gazze’nin etnik temizliği konusunda Netanyahu ile uyum ve İran’a yönelik devam eden tehditler Trump’ın gündeminin üst sıralarında yer alıyor. Avrupalı güçleri bir kenara itmesi daha fazla istikrarsızlık yaratıyor. Daha fazla savaş ve silah harcaması, burada ve yurt dışında işçi sınıfına daha fazla saldırı anlamına geliyor. Savaş karşıtı hareket hiç bu kadar hayati olmamıştı.

Çeviren: Sarya Tunç


Trump ve Ukrayna: Tam bir bağımlılık projesi

Gregorio Oneto
Révolution Permanente

Geçen hafta, Ukrayna savaşı etrafındaki jeopolitik gerilimlerde inanılmaz bir hızlanma yaşandı. Çarşamba günü Trump ile Putin arasındaki uzun telefon görüşmesinden, salı günü Suudi Arabistan’da başlayan müzakerelere ve geçen hafta sonu Münih konferansında J. D. Vance’in öfkeli konuşmasına kadar, emperyalist çıkar dengeleri tamamen değişmiş gibi görünüyor. Ancak bu, gerçek bir değişiklikten öte, Trump’ın tutarsız politikasının, savaşın başlangıcından beri ABD ve Avrupa’nın Ukrayna’ya verdiği desteğin ardındaki emperyalist çıkarları açığa çıkarmasıdır.

Trump yönetiminin Ukrayna için hazırladığı ve Telegraph tarafından bu pazartesi günü ortaya çıkarılan dehşet verici plan, Ukrayna’yı ABD gücüne tamamen tabi kılma niyetini açıkça ortaya koyuyor.

Fox News’e pazartesi günü verdiği bir röportajda, yeni ABD Başkanı, Ukrayna’ya verilen Amerikan yardımı karşılığında ABD’ye “500 milyar dolar değerinde nadir toprak elementi” (nadir madenler açısından zengin topraklar) tahsis edilmesini talep etti. Bu rakam, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Almanya ve Japonya’ya uygulanan yaptırımlardan bile daha büyük ve astronomik bir miktar.

Trump’ın bu talebinin hayata geçirilmesi halinde, Ukrayna’nın önümüzdeki on yıllar boyunca ABD’ye ekonomik ve politik olarak tamamen bağımlı hale gelmesi kaçınılmaz olacaktır. 500 milyar dolarlık bu talep zaten akıl almaz bir şeyken, Telegraph tarafından açıklanan olası anlaşmasının detayları, Ukrayna halkının geleceği açısından çok daha endişe verici. Bu rakam, ABD’nin Ukrayna’ya yaptığı 175 milyar dolarlık yardım ve borç miktarıyla kıyaslanamayacak kadar büyük.

Bu anlaşma, ekonomik kontrolün ötesinde, Ukrayna’nın ABD emperyalizmine tam anlamıyla teslimiyetini öngörüyor. Özellikle, “Kalıcı bir barış sonrası Ukrayna’nın yeniden inşa sürecinden düşman tarafların faydalanmamasını sağlamak” bahanesiyle bir “yeniden yapılandırma yatırım fonu” kurulması planlanıyor. Bu fon, Ukrayna topraklarından çıkarılan kaynaklardan elde edilen düzensiz gelirlerin yüzde 50’sinin ve bu kaynakların işletilmesi için başkalarına verilen lisanslardan elde edilen gelirlerin yüzde 50’sinin ABD’ye aktarılmasını hedefliyor.

Bu proje, esasen ABD’nin Ukrayna topraklarındaki kaynakları ele geçirmesini garanti altına almaya yöneliktir. Bu anlaşma sayesinde ABD, nadir toprak elementleri, petrol ve doğal gaz gibi kaynakların ihracatında öncelik hakkına sahip olacak ve Ukrayna ekonomisinin büyük bir bölümünü fiilen kontrol edecektir.

Ukrayna, çağdaş teknoloji ürünleri için kritik öneme sahip çok çeşitli madenlere sahip zengin topraklara sahiptir. Özellikle, lityum-iyon pil üretiminde kullanılan grafit ve lityum gibi kaynaklar son derece önemlidir. Ayrıca, titanyum, uranyum, neodimyum, lantan, nikel, berilyum, manganez, galyum, zirkonyum ve skandiyum gibi birçok değerli maden de Ukrayna topraklarında bulunmaktadır.

Bu kritik minerallerin kontrolü, emperyalist güçler arasındaki çatışmanın temel bir parçasıdır. Çin, bu tür nadir elementlerin başlıca dünya tedarikçisidir ve ABD ile yaşanan ticari gerilimlerde bazı minerallerin ihracatını kısıtlamıştır.

Sonuç

Trump’ın Ukrayna planının açığa çıkması, Avrupa liderlerini ve Ukrayna’yı alarma geçirdi. Zelenskiy, Trump’ın teklifini şiddetle reddetti ancak büyük bir baskı altında.

Bu durum, Ukrayna savaşının esasen emperyalist güçlerin ekonomik çıkarlarına dayandığını ve Ukrayna’nın geleceğinin, savaşın ötesinde de emperyalist rekabetin gölgesinde kalacağını gösteriyor.

Çeviren: Ali Rıza Yıldırım      

EVRENSEL'İNMANŞETİ

Kamu işçisi hedefte

Kamu işçisi hedefte

Ücretleri baskılayan Erdoğan-Şimşek programının yeni hedefi toplu sözleşme sürecine giren 600 bin kamu işçisi. Sendikal bürokrasi eliyle işçiden kaçırılan sözleşme taslağı, iktidar medyasına sızdırıldı. “Taleplerimizi karşılamıyor” diyen işçiler öfkeli. Ekonomide, iç ve dış politikada sıkışan Saray iktidarı, toplumu yönetebilmek için yasaklara, gözaltılara ve tutuklamalarla sarılıyor.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
'Heybeden’ her gün yeni bir soruşturma çıkıyor. Yargı sopasıyla topluma gözdağı verilmek isteniyor.

Evrensel'i Takip Et