24 Şubat 2025 13:49

Koyu Galatasaraylı bir babanın oğlu olarak 3 Eylül 1972’de Zeynep Kamil Hastanesinde doğdum. Her ne kadar doğumumdan üç gün önce Fenerbahçe’ye Zafer Kupası’nda kaybetmiş olsa da sezonun Brian Birch'in meşhur yumruğunu üçüncü kez kaldırmasıyla sonuçlanması Galatasaray’a uğurlu geldiğim yorumlarına neden olabilir. Ama pek öyle değil. Zira 15 yaşıma gelene kadar Galatasaray bir daha hiç şampiyonluğu görmedi. Herhalde ondan sebep babası Beşiktaşlı olan babam da beni Galatasaraylı yapmak için pek bir şey yapmadı. Ben de Kadıköy’ün içine doğan Göztepe’de büyüyen hemen hemen hepsi sarı laciverte meftun yaşıtlarım gibi Kanarya oldum doğalında.

Dedim ya benim çocukluk yıllarımda asıl rakip Trabzon’du. O yıllardan bordo mavililerle olan kapışmalarımız daha berrak. Onların kadrolarını hâlâ ezbere sayabiliyorum. Beşiktaş’ın yarıda kalan Eskişehir maçıyla 15 yıl aradan sonra şampiyonluğunu ilan ettiği 1982’de, Selçuk'un sonlara doğru şutunu Mehmet Ekşi çizgiden çıkarmasa belki biz ipi göğüsleyecektik ya Kara Kartalların da kadrosunu herhalde eksiksiz çıkartırım.

İsfendiyar-Metin vs Alpaslan-Cemil

Yani demem içine doğdum dönem yüzünden babamın Galatasaraylılığına şaşırır. Nazik olmayan dönemlerde bu durumu sorguladığımda o bana hep İsfendiyar’ın kanattan nasıl aktığını ballandıra ballandıra anlatır, Candemir’in defansta durduramadığı kimse olmadığını söyler, Metin Oktay’ın kafa gollerinden, beyefendiliğinden bahsederken kendinden geçerdi. Bana hep Andersen Masallar gibi gelirdi. Doğrusu onun çocukluğu öyleydi benimki de Alpaslan, Cemil, Antiç, İvançeviç’le bezeliydi. Ve Galatasaray pek rakip gibi görünmüyordu. Ta ki 1982-1983 sezonuna kadar.

O sezon bence Türk futbolunda modern zamanların başlangıcıydı. Zaten akabinde Derwall de gelecek memleketteki ayak topu başkalaşacaktı. Neyse asıl konumuz başka. Önceki sezon Trabzonspor’u şampiyon yapan Özkan Sümer’i takımın başına geçiren, Hoçiç ve Seydiç’i transfer eden Galatasaray yeniden iddialı halde gelmişti ligde. Son üç maça gelindiğinde Fenerbahçe, Trabzonspor, Galatasaray arka arka tespih tanesi gibi sıralanmıştı ligin zirvesinde. Bu ahval ve şeriat içinde ezeli rakipler Ali Sami Yen’de kapışacaklardı. Hava açık, saha futbol oynamaya elverişliydi.

“Gooool, Mehmet attı Mehmet”

Ben takımdan eminim ama maalesef şartlar her geçen dakika çetinleşiyordu. Televizyonda niyeyse yayın yok, evde oturma odasında radyodan dinliyoruz. Sejdiç’in maçın başında attığı gole Özcan karşılık verince evde barış bozuldu. Gol sevincime fena halde köpüren babam odadan sepetledi beni. Annemlerin odasında yatakta dinledim maçın geri kalan kısmını. İlk devre mahvolduk önce sonradan Bülent Korkmaz’ın katılmasında Büyük Bülent olarak anılacak orta saha sonra da forvet Sinan attı. Devre yarısında evden çıktım. Arkadaşlarımla bu maçı nasıl çeviririz hesapları yaptık. Döndüm eve ‘hooop’ bu sefer de Hoçiç yapıştırdı, oldu mu size 4-1. Kabuslar, karabasanlar, buhranlar hepsi birbirini kovalıyordu bünyede. Ama ne demişler en son umutlar ölür. Ben de dualar ediyor, bu iş buradan dönsün diye yatakta kırk takla atıyorum. Derken Onur’un iki direği vuran golü geldi. Akabinde yine Özcan ve Bulgar Mehmet ile 4-4’ü bulduk. Üçüncü golde oturma odasının kapısının önüne ilişmiştim. Özcan’ın golü gelince, kapıyı açıp oturma odasının balkonuna koştum ve beraberliği müjdeledim, “Gooool, Mehmet attı Mehmet”. Tabi “eşşeoğlusu” diye balkona fırlayan babamın bacaklarının arasından uçup evi ışık hızıyla terk etmem herhalde sadece birkaç saniye sürmüş olmalı.

Dedemin okuduğu Cumhuriyet’te bulunan Hıncal Uluç’a “İşte Fenerbahçe bu yüzden takımdır” yazdıran bu maçla birlikte benim hayatıma da Galatasaray rekabeti girdi ve bir daha da hiç çıkmadı. Ve her maç gerçekten bir bayram gibi hissettirdi. O hafta hep Fenerbahçe-Galatasaray rekabetini konuştuk, kadrolar kurduk, tahminler yaptık. Maç sabahı heyecanla uyandık ama ertesi sabah hep sevinçli kalkmanın, okula ve işe sevinçle gitmenin hayalini kurduk.

İşin hikaye tarafını bir kenara bırakıp sadede geleyim. Bugün Türkiye Süper Ligi’nde dananın kuyruğu kopacak. Galatasaray kazanırsa daha oynanacak 13 maç ve alınacak 39 puan olsa da sıralamadaki farkı 9 puana çıkaracak ve Şubat ayından şampiyonluk kutlamaları için hazırlıklarına başlayacak.

Her ihtimal başka senaryo

Beraberlik çıkarsa yine avantaj Galatasaray’da olacak. Sarı kırmızılıların Avrupa Ligi’nden de elenmeleri sonrası Okan Buruk için kaynayan kazanın ateşi biraz hafifleyecek. Fenerbahçe ise asıl konsantrasyonunu Avrupa’ya, bir peri masalına verecek ve ligde sarı kırmızılıların tökezlemesini bekleyecek.

Fenerbahçe’nin galibiyeti halinde Galatasaray hâlâ üç puan önde de olsa ibre Fenerbahçe’ye dönecek. Galatasaray cephesinde halının altına süpürülen krizler gün yüzüne çıkacak, Fenerbahçe epeyce havaya girecek ve daha çok kenetlenecek O yüzden iki kulüp kendi tarihleri açısından bugün çok kritik hatta belki de tarihi bir maça çıkıyor.

Ve Lukovcan ve Rüştü ve Volkan

Fenerbahçe, Ali Sami Yen’den çıkmak istiyorsa önce mükemmel bir kaleci performansına ihtiyacı var. 4-4’lük maçın televizyon özetlerini izlediğimizde Yaşar’ın maç 3-1 ve 4-1 iken birer mutlak golü kurtardığını gördük. Sonrasında mesela 1987’deki maç var. Hani Kayhan’ın Pesic'in ortasına vurduğu kafayla kazandığımız karşılaşma. O maçın yıldızı performansı hep eleştiri konusu olan hatta dönemin büyük grupçularından Aziz Yılmaz’ın adamları tarafından bir maç sonrası hırpalan Lukovcan’dı. Kerterizi 4-4 koyarsak Fenerbahçe-Galatasaray rekabetinin son 42 yılında benim gördüğüm en iyi kaleci performanslarından biri, belki birincisiydi.

Galatasaray’ın UEFA Kupası’nda finale gittiği 2000 yılında Johnson’la kazandığımız maçta da kupayı alıp geldikten sonra bize ayrılan tribünde sürekli o maçı bangır bangır dinlettikleri bir sonraki Sami Yen maçında da Rüştü’nün efsanevi performansları vardı. İlkinde izzet-i nefsimizi kurtarmış ikincisinde de sezon sonu şampiyonluğun kilometre taşlarını döşemiştik.  

Play-off sonrası şampiyonun belirleneceği 2011-2012 sezonunda Volkan Demirel’in de Ali Sami Yen’de sahnelediği efsanevi kaleciği de es geçmemek gerek. O büyük kaleci performansı bir deplasman zaferi getirse de 12 Mayıs 2012’de yaşananlar ve yahut bize yaşatılanlar nedeniyle Pirüs zaferi gibi kaldı ve hak ettiği övgüyle anılamadı.

Demem o ki bugün galibiyet anahtarı kalecimizin elinde olacak. İrfancan bana güven veriyor. Maçı yaşıyor, refleksleri iyi. Yan toplarda korkusuz. Dahası bu rekabeti her bir santimetrekaresinde hissettiğinden şüphem yok. Livakovic de şans bulursa kendisinden beklentiyi karşılayacağından eminim.

Büyük kaptan, dev karakter: Edin Dzeko

Sahadaki oyuncu grubunun geri kalanına baktığımda, ben Fenerbahçe’nin daha ağır bastığını düşünüyorum. Büyük bir kaptan, dev bir karakter olan Dzeko son dönemde üstlendiği yeni rolüyle parlıyor. Tadic her an şapkadan tavşan çıkarmaya hazır. Oğuz, kariyer yolunun bu büyük maçlardan geçtiğini biliyor. Genç Yusuf, tam bir cesur yürek. Fred-Toreira eşleşmesi ve Osimhen-Skriniar eşleşmeleri de maçın bir başka kilit çarpışmaları olacak.

Memleket futbolunun bütün yükünü daha gelmeden yıprattığımız bir yabancı hakemin omzuna bıraktık. Maç centilmence geçsin, hakem adaletli düdük çalsın, iyi olan kazansın.

Evrensel'i Takip Et