Gelecek hayallerinden kasiyerliğe: Üniversite mezunlarının istihdamdaki durumu
"Düşük ücret politikaları, patronların iş gücünü daha da sömürmesine yol açmaktadır. Üniversite mezunları, patronlardan sıklıkla “Bu ücrete çalışmazsan dışarıda senin gibi çok var" cümlesini duyuyor."

Kaynak: Freepik
Serdar Acun
serdaracunn@gmail.com
Türkiye'de üniversite eğitimi ve mezunların üniversite sonrası durumu uzun süredir çeşitli platformlarda tartışılmaktadır. Eğitimli nüfusun artışının ülkenin kalkınmasının önemli bir göstergesi olduğu görüşü bazı kesimler tarafından desteklenirken, diğer yandan üniversite eğitiminin işsizliği erteleme süreci olduğu da öne sürülmektedir.
Özellikle 2006 yılında yürürlüğe giren "Her ile bir devlet üniversitesi" kararıyla Türkiye’de üniversite sayısı hızla artmıştır. Aynı dönemde vakıf üniversitelerinin kurulması da teşvik edilmiştir. Üniversite sayılarını incelediğimizde, 1987 yılında 28 olan üniversite sayısı 2006’da 77’ye, 2022 yılında ise 208’e yükselmiştir. Bu artışla birlikte devlet üniversitesi sayısı 129'a, vakıf üniversitesi sayısı ise 79’a ulaşmıştır.
Grafik 1: Yıllar İtibariyle Üniversite Sayısı
Üniversite sayısındaki artış ve eğitimdeki dönüşüm
Üniversite sayısındaki artışa paralel olarak öğrenci sayısında da hızlı bir yükseliş meydana gelmiştir. 1987 yılında yaklaşık 500 bin olan üniversite öğrencisi sayısı, 2021 yılında 7,5 milyona ulaşmıştır. Günümüzde lisans düzeyinde 3 milyon 740 bin, ön lisans düzeyinde ise 2 milyon 822 bin öğrenci eğitim görmektedir.
Bu artış yalnızca öğrenci sayısıyla sınırlı kalmamış, akademik personel sayısında da önemli bir yükseliş yaşanmıştır. 1987 yılında yaklaşık 26 bin olan akademisyen sayısı, 2024 yılında 186 bine ulaşmıştır. Ancak öğrenci sayısının akademik personel sayısından daha hızlı artması, akademisyen başına düşen öğrenci sayısını da yükseltmiştir. 1987’de akademisyen başına 18 öğrenci düşerken, günümüzde bu sayı 35'e çıkmıştır.
Üniversitelerdeki dönüşümü yalnızca öğrenci ve akademisyen sayısındaki artışla açıklamak yetersiz kalacaktır. Dijitalleşmenin hızla hayatımıza girdiği bu dönemde, bazı üniversitelerde öğrencilerin erişebileceği temel akademik kaynaklar bile bulunmamaktadır. Yükseköğretim Kurulu (YÖK) raporları, bazı üniversitelerin kütüphanelerinde yeterli kitap olmadığını ortaya koymaktadır. Ayrıca, öğrencilerin üniversite hayaliyle tercih ettiği bazı vakıf üniversitelerinin kampüsleri yalnızca apartman dairelerinde veya plazalarda yer almaktadır.
Lisans öğrenci sayısındaki artış, lisansüstü eğitime de yansımıştır. 2021 yılında yüksek lisans öğrencisi sayısı yaklaşık 515 bine, doktora öğrencisi sayısı ise 145 bine yükselmiştir. Hem üniversite hem de öğrenci sayısındaki artış, yükseköğretimin niteliğini de etkilemiştir. Her yıl yayımlanan dünya üniversiteleri sıralamalarında, Türkiye’deki üniversiteler bazı yıllarda ilk 500’e dahi girememiştir.
Üniversite mezunu sayısındaki artış, kalkınma planlarında belirlenen eğitimli nüfus hedefini karşıladığı düşüncesini doğursa da eğitimin kalitesinin yeterince artırılıp artırılmadığı tartışma konusudur. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Almanya’nın eski Şansölyesi Angela Merkel ile yaptığı bir görüşmede, Türkiye’deki üniversite öğrencisi sayısının 8 milyon 400 bin olmasının Merkel’i şaşırttığını ifade etmiştir. Ancak meseleyi sadece sayısal verilere indirgediğimizde, nüfus büyüklüğümüz nedeniyle birçok Avrupa ülkesinden ileride görünebiliriz. Oysa üniversitelerin gerçek durumunu anlamak için yalnızca öğrenci sayısına değil, mezunların iş hayatındaki durumuna da bakmak gerekmektedir.
Mezunların istihdam piyasasındaki durumu
Artan üniversite öğrenci sayısı, iş arayan üniversite mezunu sayısını da artırmıştır. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre, 1988 yılında iş gücüne katılan üniversite mezunu sayısı yaklaşık 960 bin iken, 2023 yılı sonunda bu sayı 10 milyona ulaşmıştır. Bu artış, ilk bakışta nitelikli iş gücünün arttığını düşündürebilir. Ancak mezunların yaptıkları işin niteliği, aldıkları ücretler ve işsizlik süreleri incelendiğinde, durumun göründüğü kadar olumlu olmadığı ortaya çıkmaktadır.
Üniversiteden mezun olan öğrencilerin önemli bir kısmı, eğitim aldığı bölüme uygun bir işte çalışacağını düşünmektedir. Bu beklenti nedeniyle işsizlik süreleri uzamakta, mezunlar uzun süre alanlarına uygun bir iş aramaktadır. Ancak belirli bir süre sonra kendi alanlarında iş bulamayan mezunlar, geçimlerini sağlamak için farklı sektörlerde çalışmak zorunda kalmaktadır.
Grafik 2, sosyal bilimler alanındaki bölümlerden (öğretmenlikler hariç) mezun olan bireylerin istihdam edildiği sektörleri göstermektedir. Özellikle iktisadi ve idari bilimler fakültesi (İİBF) mezunlarının yoğunlaştığı sektörler incelendiğinde, ilk sırada toptan ve perakende ticaret sektörü yer almaktadır. Bu sektörün alt kategorilerine bakıldığında, mezunların çoğunlukla satış danışmanlığı, kasiyerlik ve benzeri düşük vasıflı işlerde çalıştığı görülmektedir.
Grafik 2: Mezun Olunan Bölüme Göre Toptan-Perakende ve Motorlu Taşıt Ticareti Oranı (%)
Sosyal bilimler mezunlarının ve özellikle İİBF mezunlarının perakende sektöründe istihdam edilmesini doğal karşılayanlar olabilir. Ancak mezunların çalıştıkları işlerin, aldıkları eğitim ve sahip oldukları niteliklerle uyumuna bakıldığında durumun çok daha vahim olduğu ortaya çıkmaktadır. Alanında uzmanlaşmış bireylerin vasıfsız veya düşük ücretli işlerde çalışmak zorunda kalması, eğitim-istihdam uyumsuzluğunun ne kadar büyük bir sorun hâline geldiğini göstermektedir.
Grafik 2: Mezun Olunan Bölüme Göre Grafik 3: Yapılan İşin Çalışanın Niteliğine Uyumsuzluğu (%)
Grafikten de anlaşılacağı üzere, mezun olunan bölüm ve çalışanın niteliği ile işin uyumu arasında özellikle sosyal bilimler alanında büyük bir fark bulunmaktadır. Bu uyumsuzluğun en belirgin olduğu grup ise iktisadi ve idari bilimler fakültesi (İİBF) mezunlarıdır.
Türkiye'de üniversite eğitiminin bireyin niteliğini artırdığına dair yaygın bir inanç vardır. Ancak mezunların en az dört yıl süren üniversite eğitimi, zorlu sınav süreçleri, formasyon eğitimleri ve KPSS, ALES, ÖABT gibi sınavlara rağmen, çalıştıkları işlerin aldıkları eğitimle uyumlu olmaması önemli bir sorundur.
Bu noktada, Türkiye’deki istihdam piyasasının üniversite mezunlarının emek arzını karşılayacak düzeyde bir emek talebi oluşturmaması, üniversiteli işgücü fazlalığına neden olmaktadır. TÜİK verileri, işgücü piyasasında meslek lisesi mezunlarının ara eleman olarak daha kolay iş bulduğunu göstermektedir. Üniversite mezunlarına yönelik iş olanaklarının kısıtlı olmasının en büyük nedenlerinden biri, katma değeri yüksek üretimin toplam üretim içindeki payının düşük olmasıdır. Bu durum, nitelikli işgücü talebinin sınırlı kalmasına yol açmaktadır.
İçinde bulunduğumuz ekonomik sistemde işsizlik, çalışanlar açısından ücretlerin baskılanması için bir tehdit unsuru olarak kullanılmaktadır. Bu durum, üniversite mezunları da dahil olmak üzere tüm çalışan grupları olumsuz etkilemektedir.
Aşağıda yer alan Grafik 4, 2024 yılı itibarıyla üniversite mezunlarının ilk işlerinde kazandıkları aylık ücret bilgilerini göstermektedir.
Grafik 4: 25 Bine Kadar Ücret Alanların Bölüm Mezunu Çalışanlar İçindeki Oranı (%)
Grafikten de anlaşılacağı üzere, Hukuk, Psikolojik Rehberlik ve Danışmanlık ile İslami Bilimler bölümleri hariç diğer sosyal bilimler mezunlarının yüzde 50’den fazlası ilk işlerinde 25 bin TL’nin altında bir ücretle çalışmaktadır. Daha detaylı incelendiğinde, belirli başlı bölümler hariç, mezunların yaklaşık dörtte biri asgari ücretle çalışmaktadır.
Yukarıda da değindiğimiz gibi, üniversiteli işgücü arzının fazlalığına karşın yeterli emek talebinin olmayışı, işsizler ordusu yaratmaktadır. İşsiz sayısının artması ise çalışanların ücretlerinin baskılanmasına neden olan temel unsurlardan biridir. Bunun yanı sıra, mezun olunan bölüm ile yapılan işin niteliğinin uyuşmaması da ücretleri düşüren önemli etkenlerden biridir. Üniversitede verilen eğitimin, özellikle sosyal bilimler alanında, ekonomik karşılığının düşük olduğu da bu verilerle doğrulanmaktadır.
Grafik 5: İlk İş Bulma Süresi 12 Ay ve Fazlası Olanların Bölüm Bazında İlk İş Bulanlara Oranı (%)
Üniversite mezunları, iş-nitelik uyuşmazlığı, düşük ücret ve okuduğu bölümle ilgisiz işlerde çalışma gibi sorunların yanı sıra uzun süreli işsizlikle de karşı karşıya kalmaktadır.
Yukarıda yer alan işsizlik oranı, 12 ay veya daha uzun süredir iş arayanları tanımlayan uzun dönemli işsizlik verilerini göstermektedir. Görüldüğü üzere, bazı bölümlerde uzun dönemli işsizler, toplam işsizlerin yarısını oluşturmaktadır. Turizm ve Hukuk bölümleri hariç tutulduğunda, mezunların neredeyse her üç kişisinden biri uzun dönemli işsizdir.
Daha önce de bahsedildiği gibi, emek arzı ile emek talebi arasındaki dengesizlik, uzun dönemli işsizliğin en temel nedenlerinden biridir. Üniversite mezunlarının sayısındaki hızlı artışa karşın istihdam olanaklarının aynı hızda gelişmemesi, mezunları işsizlikle mücadele etmek zorunda bırakmaktadır.
Hayallerin sonu, gerçeğin sertliği
Anadolu’da pek çok aile, çocuklarının üniversite eğitimi alarak hayatlarını kurtaracaklarına inanmıştır. Ancak son 15 yılda artan üniversite sayısı ve kontenjan artışları hem üniversite öğrenci sayısını hem de mezun sayısını ciddi oranda artırmıştır.
Her ne kadar öğretim üyesi ve akademik personel sayısında artış görülse de akademisyen başına düşen öğrenci sayısı da artmıştır. Örneğin 1988 yılında bir akademisyene ortalama 18 öğrenci düşerken, 2024’te 35’e yükselmiştir. Bu durum, akademisyenlerin öğrencilere ayırabileceği zamanın önemli ölçüde azalmasına neden olmuştur.
Bunun yanı sıra, bazı yeni açılan devlet ve vakıf üniversitelerinde temel akademik altyapının yetersiz olduğu, hatta kütüphanelerinde yeterli kitap bile bulunmadığı görülmektedir. Bu eksiklikler, Türkiye’de yükseköğretimin niteliğinin gerilediğinin bir göstergesidir. Dünya üniversite sıralamalarına bakıldığında, Türkiye’de yalnızca birkaç üniversitenin rekabet edebildiği, çoğunun ise akademik olarak geriye gittiği net bir şekilde görülmektedir. Bu durumda, yeni açılan üniversiteler ne akademik ne de mesleki açıdan öğrencilere yeterli donanımı kazandırmamaktadır. Üniversite, ne yazık ki işsizliği dört yıl daha ertelemenin bir aracı hâline gelmiştir. Genç işsizliği azaltma hedefi gözetilerek, üniversite mezunu işsiz sayısı giderek artmaktadır.
İstihdam piyasasında yaşanan düşük ücret politikaları, işverenlerin iş gücünü daha da sömürmesine yol açmaktadır. İş görüşmelerine katılan üniversite mezunları, işverenlerden sıklıkla “Bu ücrete çalışırsan çalış, çalışmazsan dışarıda senin gibi birçok işsiz var” gibi cümleler duymaktadır. Bu da mezunların ücret pazarlığı yapamaması ve kötü çalışma koşullarına razı olması sonucunu doğurmaktadır.
Evrensel'i Takip Et